“Ülke tarihinin en kötü zaman dilimine denk geldik!” hepimizin sıklıkla karşılaştığı bir yakınmadır. Her geçen gün daha fazla duyuyoruz bu yakınmayı. Elbette çok haklı gerekçeleri var. 2002’den bu yana, bu makale bir yana, sayfalara sığmayacak olumsuz icraatları ardı ardına sıralayan AKP hükümetleri tarafından yönetiliyoruz. Yargıdan üniversitelere, ekonomiden siyasete, bireysel özgürlüklerden basın özgürlüğüne, diplomasiden içerdeki kurum ve kuruluşlara, kısacası değdikleri her yerde ne kadar birikim varsa yok ettiler. Ülkenin Cumhuriyet tarihindeki tüm kazanımlarının üzerinde hoyratça tepindiler. Yönettikleri her birimde kurumsal yozlaşmaya yol açtılar. Ve toplumun her kesimine bir bedel ödettiler. Elbette tamamını anlatmak tek bir yazı ile mümkün değil. Bu makalede ülkedeki işsizliği ve bunun da özelinde yakıcı boyutlara varmış genç işsizliğini ele almaya çalışacağız.
Geride bıraktığımız 15 yılda çok fazla masal dinledik hükümet cephesinden. Özellikle havuz medyası oluştukça masallar giderek daha gerçek üstü nitelik edinmeye başladı. Gittiği bir otobüs fabrikası ziyaretinde kendisine hediye edilen bir otobüs maketine bakıp “Bunun gerçeği yok mu yavv!” dediği için kendisine gerçek otobüs hediye edilen Erdoğan hakkında “Başbakanın ticari zekası!” manşetini bile gördük. Aklımızla dalga geçildiği düşüncesine yol açan sayısız örnek verebiliriz. Buradan masal meselesine dönecek olursak, hükümetin en iddialı olduğu masallardan biri de “Ekonomik büyüme” meselesidir. Bunun yine masal olduğunun en önemli kanıtlarından biri de artan büyüme oranlarını açıklayıp hemen ardından ondan daha fazla artan işsizlik oranlarını açıklamalarıdır. Ekonomi yazınına tamamen ters düşen bu örneği bilimle açıklayamadıkları için havuz medyası ve vasıfsız, maaşlı sosyal medya trolleri ile savunmak durumunda kaldılar. Üzülerek belirtmek gerekiyor ki, bazı Anadolu kahvehanelerinde bu tezler karşılık buldu.
Gerçek işsizlik rakamlarına bakacak olursak…
En son açıklanan Ekim 2017 verilerine göre, Türkiye’de işsizlik oranı genel olarak % 10,3. Bu oranın dışında ekonomistlerin gerçek işsizlik oranı olarak kabul ettiği tarım dışı işsizlik oranına baktığımızda %12,3 olduğunu görüyoruz. Yine uzun süredir bize “destansı boyutta” büyüdüğünü anlattıkları ekonomimizin genç işsizlik oranına baktığımızda %19,3 gibi bir o kadar “destansı” bir oranla karşılaşıyoruz. Üstelik bu oran son 4 hafta içerisinde* iş arayışında bulunmuş olanları kapsamaktadır. Bu grubun içinde uzun bir süredir iş arayıp bulamayan ve çaresizce vazgeçenler yoktur. Bunlara ek olarak %19,3’ün oranının, bir önceki açıklanan rakama göre %1,9 gerilemiş hali olduğunu belirtmekte fayda var. Yine aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere ülkede her alanda olduğu gibi genç işsizliğinde de maliyetin en ağırını genç kadınlar ödemekte. Genç erkeklerde işsizlik oranı %15,9 iken genç kadınlarda bu oran %25,4’e yükseliyor. Bir vesile ile iş bulan gençlerin, eğitim düzeyleriyle bağdaşmayacak ölçüde düşük ücretlerle çalışmak zorunda oldukları için uğradıkları “ekonomik şiddet” ise başlı başına bir yazı konusu. Zira artık bu koşullarda çalışan gençler, iş yerlerinde birbirlerine anti-depresan ilaçlar ikram veya tavsiye etmekteler.
Bu vahim durumu bilen hükümet, istihdamı artırmak için bir kişiyi işe alan işverene bir de biz vereceğiz türünden “bir senden bir benden”-ki bu komik slogan bana değil doğrudan hükümetin yönettiği ilgili kuruma aittir- kampanyaları dahi geliştirdiler. Bunun yetmediği yerlerde de Erdoğan bizzat devreye girip “sorgulanmaya muhtaç” bir makro ekonomik önlem olarak(!) TOBB Başkanı’na “senin her üyen bir kişiyi işe alsa işsizlik sorunu biter” önerisini getirdi. Bu öneriyi daha önce yine bir kez dile getirdiğinde dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Erdoğan’ı Nobel İktisat Ödülüne aday göstermiş olduğunu anımsayalım. Elbette bu öneri ve önlem, tahmin edilebileceği üzere yetmedi ve hiçbir şey değişmedi.
Peki neden var bu işsizlik?
AKP ilk iktidara geldiğinde ülkede aksak yanları da olsa gerçek kurumlar vardı. Bu nedenle sıklıkla “hükümet oluyoruz ama iktidar olamıyoruz” diye yakınırlardı. Zamanla her seçimi aldıkça öncelikleri ülkenin her alanında kurumsal yozlaşmayı hayata geçirmek oldu. Bir çok alanın yanısıra üniversitelere de girdiler. Akla, bilime dayalı çalışan akademisyenleri atamadıkları için onun yerine “cahil vatandaşın ferasetine inanan” profesörlere kadro yaratma çalışmalarına başladılar. Her alandaki popülist yaklaşımlarına “her şehre bir üniversite” popülizmini eklediler. Bunu yaparken de, normal ülkelerde olduğu gibi yakın ve orta vadede beyaz yakalı emek ihtiyacımız ne olacak sorusuna cevap aramak ve buna göre planlama yapmak yerine “Beyefendi’nin talimatı gereği” dediler. Günün sonunda bir çok mahalle arası dershaneden daha kötü altyapıya sahip tabela üniversiteleri güya bilimin hizmetine sunuldu. Ama öncelikli amaç, “master”lı ve doktoralı gericilerin kadro bulabilmesiydi. Papaz eriğini okuyup üfleyerek hacı eriği yapan bilimciler de ardından gelirdi. Nitekim kabul etmek lazım ki, amaca da ulaşıldı. Sonuç olarak yapılan birçok emek piyasası araştırmasında işverenler “teknik eleman bulmakta zorlanıyoruz, ciddi boyutta ara elemana ihtiyacımız var” derken, hükümet eliyle iş dünyasına ihtiyaç fazlası üniversiteli yetiştirildi. Üstelik bu talihsiz çocuklar gericiliğinin yanında vasıfsızlığıyla da öne çıkan kadroların hiçbir şey katamadığı mezunlar olarak ortaya çıktılar. İşte tam da bu nedenle, asgari ücretle iş bulduğu için sevinen avukatlar ve mühendisler cennetine dönüştü ülkemiz.
Elbette tek nedeni yukarıda özetlemeye çalıştığımız konu değil. Gelişmekte olan ülkelerde istihdamı artırmanın, işsizliği azaltmanın en hızlı ve en etkili yolu gelişmiş ülkelerden yatırım çekmektir. Özellikle son 5 yılda sabah akşam “eyyyyy” diye bağıran bir önceki dönemin Başbakanı ve şimdilerin Cumhurbaşkanı, bu tutumuyla merkezi gelişmiş ülkelerde bulunan yabancı yatırımcılar üzerinde caydırıcı etki yapmaktadır. Hukukun gün geçtikçe yere serildiği bir ülkeye yatırım yapmayı, önceleri olduğundan daha riskli bulmaktadır. Dolayısıyla dış yatırım gelmemekte; dış yatırım gelmeyince de yatırımdan anladıkları “daha çok inşaat” ise sorunu çözmeye yetmemektedir. Tüm bu nedenlerle ülkede toplam istihdam içerisinde sanayi kesiminin payı sürekli gerileyerek %18,6’ya kadar düşmüştür. Bu gerileme daha da devam edecektir. Gelmeyi düşünen her yabancı yatırımcı, Türkiye’ye baktığında tükenen bir hukuk, plansız yetiştirilmiş bir iş gücü görecektir.
Bir başka konu ise, Türkiye gibi enerji kaynakları olmayan ve sadece “yarı ucuz yarı nitelikli” işgücü ile dünya ekonomileriyle rekabet etmeye çalışan bir ülkenin son dönem izlediği diplomasi ve bunun ülke işsizliğine etkisidir. Düşman yaratıp seçmen konsolide etmekten başka dış siyaset bilmeyenler, içerideki tüm yapıları yıldırdıktan sonra gerekli düşmanı komşumuz olan ülkelerde veya ticaret ilişkimiz bulunan diğer ülkelerde aramaya başlamışlardır. Mesela Rusya’nın uçağını düşürüp önce kendi içlerinde “talimatı ben verdim, hayır ben verdim” tartışmalarına girip sonra domates satamıyoruz diye özür dileyenler, aynı zamanda ülke turizmine de ciddi zarar vermiştir. Bu da emek yoğun bir sektör olan turizmin ülkede bitme noktasına gelmesine neden olmuştur. Dolayısıyla yine tüm maliyeti, turizmde çalışan ülkenin gençleri işsiz kalarak ödemiştir.
Son olarak hükümet bir süre daha değişmezse nereye doğru gider diye bakacak olursak, durumun çok daha kötüye gideceğini söylemek zorundayız. Evrende tesadüf diye bir şey yoktur. Her şey “neden-sonuç” ilişkisi içerisinde gerçekleşir. Siz eğer ülkeye en çok doğrudan yatırım yapan ülkelerden biri olan Hollanda ile mahalle seviyesinde kavga çıkarıp İstiklal Caddesi’nde portakal bıçaklayan lumpen ergenlerin heyecanı üzerinden devleti ve ekonomiyi yönetirseniz; sonuç, beş bin yıl geçse de değişmez.
*Önceden bu aralık son 3 ay içerisinde arayanlardı; işsizlik düşürülemeyince zaman aralığı düşürüldü.
*Ertan AKSOY
Ekonomist
ertanaksoy@aksoyarastirma.com