AKP siyasetinin dayandığı gerçek dışı kabullerden biri de, refahın toplum içinde daha adil yönde dağılmaya başladığıdır. Yol yapanların yolunu bulduğu Türkiye’de, yeni sosyal politika din eksenli bir yoksulluk yönetimine dayanırken sosyal devlet giderek buharlaşmaktadır. Peki, Türkiye gelir dağılımı açısından nasıl bir değişim geçirmiştir? Bu soruya politik iktisadın bildik istatistiklerinin ötesine geçen bakış açısından yanıt bulmaya çalışalım. Önemli iktisatçılarımızdan Korkut Boratav’ın da konuya açıklık getirdiği gibi, ülkelerde gelir dağılımını incelerken baktığımız kavramsal çerçeve nerede durduğumuzun da aslını gösterir. Şöyle ki, yerleşik iktisadın gelir eşitsizliğini ölçmede kullandığı “Lorenz eğrisi” ve “Gini katsayısı” gibi kavramlar, gelir dağılımı problemini teknik bir meseleymiş gibi algılamaya sebep olur. Halbuki baktığımız noktayı sınıfsal açıdan bir çerçeveye çevirirsek, sınıflar arası gelir dağılımının içinde mutlaka sosyal ve siyasal çatışmalar olduğu görülecektir.
Türkiye için önemli bir nokta ise bahsettiğimiz her iki perspektif açısından da yeterli, güvenilir ve tam anlamıyla kapsamlı kaynakların ve verilerin olmayışıdır. Ayrıca Türkiye’de gelir dağılımı araştırması 1980’lerden sonra yapılmaya başlanmış; ancak ciddi tartışmalar yarattığı için düzenli olarak analizler yapılmamıştır. 2002 tarihinden itibaren Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yıllık olarak sonuçları yayınlamaya başlamıştır. Buna göre Gini katsayısının* (*Gini Katsayısı 0 ile 1 arasında değişen gelir dağılımı ölçümünde kullanılan bir göstergedir. Katsayı 0’a ne ölçüde yaklaşırsa gelir dağılımının o denli adil olduğu kabul edilir.) 1994 yılında 0.49 düzeyinden 2002 yılında 0.42 düzeyine düştüğü ve hane halkı arasında gelir dağılımında bir düzelme olduğu görülür. 2002 yılı sonrası ise Gini katsayının geçirdiği değişim aşağıdaki tablodaki gibidir:
Tablo 1. 2002 yılı sonrası Gini katsayısı değerleri
Kaynak: TÜİK
Gelir dağılımında işin gerçeği
Görüldüğü üzere resmi verilere bakıldığında Türkiye’de genel olarak Gini katsayısında düşme eğilimi vardır ve gelir dağılımı düzelmektedir(!). Dahası, TÜİK ironik bir şekilde, bir ara değerin 0.38 olduğunu iddia bile etmiştir. Anlaşılmayan kısım ise, yapılan tutarsız açıklamaları geçin, insanlar arasındaki eşitsizlik görüntüsü ile resmi olarak açıklanan veriler arasındaki ciddi farkların olmasıdır. Nasıl oluyor da, 1990’lardan bu yana gelir dağılımı açısından ilerleme kaydedecek bir düzenleme ve politika yapılmamışken, Gini katsayısı düşüyor ve Türkiye’nin gelir dağılımı iyileşiyor?
Gelir dağılımı konusunda gerçekleri anlamak açısından en önemli analizlerden biri de Ahmet Haşim Köse ve Serdal Bahçe’nin “Yoksulluk” Yazınının Yoksulluğu: Toplumsal Sınıflarla Düşünmek adlı yazısıdır. Bu yazında, Lorenz eğrisi ve Gini katsayısı ölçütlerinin, bireylerin toplumsal pozisyonları arasındaki farklılıkları yok sayarak, toplumu, ampirik olarak, birey düzeyinde gelire göre bir sıralamaya (homojenleştirilmeye) tabi tuttuğuna değinilmiştir. Burada söz konusu gelir dilimlerinde yer alan bireylerin sahip oldukları toplumsal kimliklerin hiçbir önemi yoktur. Gelir düzeyinde homojenleştirme, söz konusu gelir dilimlerinde yoğunlukla hangi toplumsal sınıfların yer aldığı gerçeğini gizleyerek, farklı sınıfsal pozisyonlardan gelen bireyleri aynı gelir gruplarında görünürde eşitlemektedir*. (*Köse ve Bahçe 2007) Bireylerin toplumsal kategorilerden kasıt; eğitim, cinsiyet, aile, yerleşim vb. ana konulardır. Böyle bir tasniflendirme yapılmadan herkes düzleştirilir. Bu tür çalışmalar eleştirel bir yaklaşımdan uzak olup doğruluğu ve kanıtlanabilirliği tartışılır sonuçlardır.
Tablo 2: Türkiye’de sınıfsal gelir dağılımı, 2002–2004, milyon TL, 1994=100.
Kaynak: Bahçe ve Köse, 2007:406 Not: HBG, hane başına ortalama gelir; KBG, kişi başına ortalama gelir.
Gelir dağılımında bürokrasi ve memurların aldığı pay, sanayiin ve rant sahiplerinin aldığı pay, işgücünün aldığı pay kilit noktadır. Sınıfsal gelir dağılımını incelemek için ücret karşılığında çalışan emekçi sınıfa karşılık sermaye sahibi burjuvazinin gelirinin ne ölçüde olduğunun ayrıştırılması gereklidir. Oysa şimdiye kadar- bu konu TÜİK tarafından çok önemsenmemiş olacak ki- böyle bir çalışma yapılmamıştır. Ahmet H. Köse ve Serdal Bahçe ise, 2003 Hane Halkı Gelir Anketi’nden yararlanarak üretim ve mülkiyet ilişkilerini esas alıp toplumsal sınıflar ayrıştırmış ve ardından sınıf içi katmanların tanımlanmasın yapmıştır.
Şekil 1: Hane halklarının temel sınıf pozisyonları dağılımı, 2002-2004
Kaynak: Bahçe ve Köse, 2007:404
Tablodan da çok net anlaşılacağı üzere Türkiye’de hanelerin toplumsal sınıf kategorilerine göre gelirlerinde apaçık fark vardır. Kaldı ki, 2002’lerden bu yana dünya, hiç olmadığı kadar “sermayeleşmiştir”. Dahası, klasik dönemlerdeki gibi bireylere bir refah ve eşitlik vaat etmemektedir. Tam tersine, yükseliş döneminde emekçi kitlelere vaat ettiği “özgürlüğün” yerini, şimdilerde “şiddet ve baskı” almıştır.
Sınıf gerçeğini yok sayarak gelir dağılımı anlaşılmaz
Tablo 2 ve Şekil 1’i incelediğimizde Gini katsayısı sonuçları ile GSYH göstergelerinden elde edilen sermaye ve emek gelirleri arasındaki çelişki gözümüze çarpmaktadır. Haşim ve Bahçe’nin analizinin devamında ayrılan sınıflar, hane halkı gelirleri en üst %10, en alt %10 olacak şekilde yerleştirilmiştir. Bunun sonucunda en yüksek %10 diliminde mülk sahibi olan kapitalistler; en alt %10’luk dilimde ise işsizler, emekçiler ve küçük burjuvalar yer almaktadır.
Gerçekten de Gini katsayısının yıllara göre verilen değerleri baz alınıp gelir dağılımının düzelmekte ve emekçi sınıfın hak ettiği emek gelirini almakta olduğu öne sürülebilir mi? Sermaye gelirinin %65’i, emek gelirinin ise %35’i oluşturduğu Türkiye’de bu konuda iyimser olabilmek çok zordur.
“Türkiye’de yoksulluk düzeliyor” demekle kalınmamalı, toplumsal sınıflar göz ardı edilmeyerek yeni arayışlar ve reformlar içine girilmelidir. Öte yandan Türkiye’deki servet erimesi yine emekçi orta sınıfı etkilemektedir. İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Türkiye›nin gelir dağılımında kaydettiği ilerlemeye karşın, üyeleri içinde servetin en adaletsiz biçimde paylaşıldığı ikinci ülke olduğunu açıklamıştır. Ayrıca, ülkelerdeki Gini katsayısı gelişimini inceleyen raporda, 2013 yılı için Türkiye’nin 0,41 ile Meksika’nın ardından en yüksek -yani en kötü- ikinci orana sahip olduğu vurgulanmıtır.
Yazımı, duruma çok iyi bir perspektiften yorum getiren James Petras’ın sözüyle bitirmek isterim: “Türkiye ve Latin Amerika’daki mevcut -iktidarlar-, geçmişten farklı olarak, halk kesimlerine erişen iyi örgütlenmiş parti aygıtlarına ve en yoksul sınıfların oylarını satın almaya yönelik iyi finanse edilmiş “refah” ve “yoksulluk” programlarına sahipler; seçim ve seçici baskı yoluyla solu parçalayabilirler ya da yeni bir sol tarifiyle kolaylıkla uzlaşabilirler”. O halde yapılması gereken kimlik siyaseti tuzağına düşmeyen yeni bir sol anlayışı inşa etmektir. Nasıl mı? Tartışmaya devam edeceğiz…
*Ertan Aksoy
Ekonomist,
e.aksoy@aksoyarastirma.com