Türkiye’de araştırma sektörünün yakın bir tarihe kadar çok önemli bir sorunu vardı:“yeterince ciddiye alınmamak”. Ekonomik kriz çıktığında şirketlerin bütçeden ilk çıkardıkları kalem araştırma faaliyetleriydi. Çok net söyleyebiliriz ki, zaman içinde sektör, -başta pazar araştırması yapanlar- siyasi çalışan firmalar da dahil olmak üzere, rüştünü ispat etti ve hak ettiği önemi kazandı. Hatta siyasi araştırmalar yapan şirket yöneticilerinin “bizim işimizi o kadar abartmayın” mealinde demeçler vermeye başladığını bile söyleyebiliriz. Bugün geldiğimiz noktada bir çok büyük perakende şirketi haftalık araştırma yaptırırken, siyasi partiler de aylık araştırma yaptırır duruma geldi.
Siyasi araştırmalar ve Erdoğan etkisi
Araştırma alanında kamuoyunda daha çok siyasi araştırmalar yapan şirketler bilinir, ama sektörün %95’i pazar araştırmalarından oluşur; yani siyasi araştırmalar sadece %5’ine denk gelmektedir. İleride değineceğimiz üzere asıl problem de bu %5’lik pazar payıdır… Siyasi araştırmaların bu düzeyde öne çıkmasının iki önemli nedeni vardır. Bunlardan birincisi, siyasi araştırma sonuçlarının artık önemli oranda gerçek seçim sonuçları ile örtüşmekte olmasıdır. Araştırmacı için önemli olan, sonuçların, ilan ettiği hata payının içinde kalmasıdır. Rakamın birebir tutup tutmaması açısından, toplumda her ne kadar sayısal loto muamelesi gördüğü durumlar olsa da, %2 sapma sınırları içerisinde kalan her araştırma başarılıdır. Aksi halde birebir rakam çıkması için “tam sayım” gerekmektedir ki, zaten istatistik bunun mümkün olmaması nedeniyle vardır.
İkinci nedeni ise, maalesef kabul etmek gerekiyor ki, Recep Tayyip Erdoğan etkisidir. Erdoğan, Refah Partisi il başkanlığından bu yana sürekli kamuoyu yoklaması yaptırır. Siyasi hayatı boyunca o kadar çok kamuoyu araştırması yaptırmıştır ki, bana göre an itibariyle kurduğu her cümlenin toplumun hangi kesiminde ne tür bir etki yarattığını son derece iyi bilmektedir. Örneğin cumhurbaşkanlığı seçiminden birkaç gün önce “afedersiniz Ermeni dediler” cümlesini duyduğum an son birkaç puana ihtiyacı olduğunu anladım. Üzülerek belirtiyorum ki, ülkemizde bu cümlenin bir gecede getireceği %2 oy vardır ve Erdoğan bunu çok iyi bilmektedir.
Erdoğan ve araştırma konusunu, son iki örnek vererek tamamlayalım. Birkaç yıl önce bir ses kaydı yayınlanmıştı. Ses kaydında Erdoğan “Sayın Öcalan düşüncelerinin değil şu anda almış olduğu kellelerin hesabını veriyor” ifadesini kullandığı iddia ediliyordu. Akp’nin seçmeni içinde önemli bir orana sahip olan milliyetçi tabanda öfke uyandırdığını o ay yaptırdıkları araştırmada gören Erdoğan hızla parti teşkilatlarına bir genelge göndererek tüm teşkilatların hemen şehit ailelerini ziyaret etmeleri ve buna benzer milliyetçi siyaset üretmelerini istemişti. Bu sayede kısa süre içerisinde kaybettikleri oyu toparlamışlardı. Bir diğer örneğimiz ise Akp’nin kuruluş sürecine ait. Bu parti, kurulurken büyük bir araştırma yaptırılıyor ve toplumun öncelikleri dolayısıyla ülkeyi yönetenlerden beklentileri tespit ediliyor. Araştırma sonucunda ne çıkıyor biliyor musunuz? Birinci sırada “kalkınma” ve ikinci sırada “adalet”…Partinin adını hatırlatmaya gerek yok sanırım. Bilinçaltı karar süreçlerinde bu tür durumlar çok etkilidir. Farkında olmadan etkilenir insan. Bunu bilen profesyoneller banka tercihinde insanların parasının güvenilir bir yerde yani “garanti” altında olmasını istediklerini fark ederler ve bu nedenlede bazıları bankanın ismini “garanti” koyarlar…
Siyasi araştırmaların seçmen davranışına etkileri
Siyasi araştırmaların bir diğer önemi ise seçmen davranışlarında görülen faydalı oy ilkesidir. İktisadi bir deyimle seçmen, kıt kaynak olan “tek” oyu ile maksimum faydayı sağlamaya çalışır. Özellikle seçim barajı olan ülkelerde bu durum yüksek oranda görünür. Daha açık deyişle, örneğin sol seçmen sağa alternatif olabilecek en büyük sol partiyi arar. Amacı sağa karşı solu büyük tutmak ve birleştirmektir. Bu noktada kamuoyu araştırmalarına bakar. En iyi alternatifin kim olduğunu anlamaya çalışır ve büyük oranda ona eğilim gösterir. Tabii bunu yapan seçmenin herhangi bir sol fraksiyona angajmanı olmadığını belirtmek gerekir. Çünkü benim de içerisinde bulunduğum bir grup seçmenin değişmez partisi vardır ve ondan başkasına oy vermez. Ama bu tür bir tercihi olmayanlar siyaseten karşı olduğu gruba en iyi alternatif olacak partiyi kamuoyu araştırmalarının sonucuna göre seçmektedir. Buna en ilginç örneklerden biri yakın tarihimizde merkez sağın çökmesi ile birlikte görece daha eğitimli bir tabanının rejim ve cumhuriyetin kazanımlarının kaybedilmesi endişesi ile bir sol partiye yani CHP’ye oy vermesidir.
Şimdi bu karar süreçlerini etkileyen araştırma şirketlerinin durumuna biraz bakalım. Yazının başlangıcında değindiğimiz üzere, çok küçük bir pazarda, alternatifsiz müşteriler ile çalışmak zorunda olmaları en büyük sorunları. Yaptıkları çalışmalar ve kazanmış oldukları etki alanına bakıldığında büyükmüş gibi algılanan bu şirketlerin neredeyse tamamı 3-4 tam zamanlı çalışana sahip. Bu nedenle en büyük sorunları ayakta kalmak ve elindeki alternatifi çok az olan müşteriyi kaçırmamak! Haliyle önemli bir kısmında yüksek oranda çalıştığı partinin isteyeceği sonuçları yayınlama baskısı oluşuyor. Bu durumdaki şirketler ise seçime son hafta kalaya kadar büyük müşterisinin istediği sonuçları yayınlayıp son hafta gerçekten elde ettiği sonuçları paylaşmak gibi bir ara formüle başvurmak zorunda kalıyor. Dolayısıyla hem müşteri üzülmemiş oluyor, hem de seçim sonrasında “Şu tarihli araştırmamıza bakarsanız %xx kadar yanıldık yani başarılıyız” deme şansı elde ediyor. Özetle ülke siyasetinin samimiyet ve gerçeklerden uzak kurnazlıklar üzerine kurulu anlayışını yaşayanlardan biri de araştırma şirketleri oluyor.Tabii burada, çıkış noktası “sahibinin sesi” olmak olan ve bütün faaliyet stratejisini en başından bunun üzerine kuran şirketleri ayırmak gerekiyor. Onların ne olduğunu son seçimde 6 saat arayla iki başka demeç veren şirketten de yeterince anlıyoruz. Bunun, sadece meslek ayıbı olmakla kalmayıp insanlık ayıbı da olma noktasına gelmeye iyi bir örnek de olduğunu düşünüyorum.
7 Haziran’da araştırma şirketleri
Bu seçimde elle tutulur araştırma şirketilerinin birçoğu başarılı tahminler yaptı. Önemli oranda hata paylarının içerisinde yer aldılar. Hatta onların bu gerçekçi tahminlerini iyi okuyan seçmen, HDP’nin durumunun kritik olduğunu görüp son dakikada meclis aritmetiğini değiştirebilmek için yüklendi ve sonucu da aldı. Bu sonuç bir kez daha kamuoyu yoklamalarının neden ahlaklı yapılması gerektiğini gösterdi. Eğer şirketler sürekli HDP’yi 15-16 gibi uçuk oranlarda gösterseydi büyük ihtimal ile sol ve Erdoğan karşıtı olan seçmen HDP’ye bu düzeyde yüklenmeyecek, belki de HDP az bir farkla da olsa barajı geçemeyecekti. Bu durumda ise bugün ülkenin normalleşmesi yönünde sahip olduğumuz beklentin oluşmayacaktı.
Aklı ve bilimi merkezine alması gereken sosyal demokrat siyasetin, “bir de anket kandırmacası var” diye siyasi derinliği olmayan holding reklamcılarına kampanyalar yaptırmak yerine bu alandan en azından gerici partiler kadar faydalanması gerekmektedir. Aksi halde meslek ahlakına bağlı araştırmacılar partimizin sıkışıp kalacağı% 25 bandını her daim tahmin edecektir…
*Ertan Aksoy,
Ekonomist,
ertanaksoy@aksoyarastirma.com