Türkiye ekonomisinin kritik bir eşikte seyrettiğini, özellikle son beş yıldır karşı karşıya kaldığımız sorunların AKP tarafından yaratılan “afyon” nitelikli politika uygulamaları ile ertelendiğini sürekli söyledik. Mayıs ayından bu yana başta döviz kurları, faiz ve enflasyon olmak üzere ekonominin geneline yayılan kriz sancılarının da daha fazla ertelenemeyeceğini artık AKP de kabul etmiş durumda.
20 Eylül Perşembe günü açıklanan Orta Vadeli Program (OVP) ya da AKP’nin deyişiyle Yeni Ekonomi Programı bu çöküşü teyit etti. Programın ana sloganları “dengelenme-disiplin-değişim”. Bu açıdan baktığınızda ekonominin dengesizliğini, disipline edilmesi gerektiğini ve değişime ihtiyacını yine bizzat hükümetin kendisi söylemiş oluyor. On altı yıldır iktidarda olan, Türkiye ekonomisini günbegün dengesizliğe, disiplinsizliğe itmiş bir iktidarın değişim sloganları atması da aslında oldukça acı.
Nitekim Hazine ve Maliye Bakanı da yaptığı sunumda yer alan, Türkiye ekonomisinin zaten krizde olduğunu gösteren tahminlerinin tutması için dahi dolar kurunun son üç ayda 5,80 TL civarında seyretmesi gerektiğini belirtti. Bu cümlenin kurulduğu saatlerde bir hafta önce yapılan 6,25 faiz artışı ve çok beklenen OVP’nin açıklanmasına rağmen piyasada döviz kuru 6,30 TL civarında seyrediyordu. Yani daha en baştan 2018 yılının kayıp yıl olduğu, programın da bu anlamda bir anlam ifade etmediğini, bir ihtimal yabancıları ve yerlileri döviz almaktan vazgeçirmek için yapılmış bir program olduğunu da böylece ilk ağızdan duymuş olduk. Zira AKP’nin geldiğimiz noktada yarattığı siyasi sistemin ne denge, ne disiplin ne de değişim vaat edemeyeceğini artık hem bu ülkenin vatandaşları, hem de bütün dünya gayet net biliyor.
Krizin ortamı ve krizin derinliği
Öte yandan ekonominin bugün AKP’yi dahi denge ve disiplin sloganlarına yöneltecek hale gelişinin hikayesini Türkiye’nin saygın ekonomistleri sürekli yazdılar, dile getirdiler. Geçmişte yaşananların tekrarından ziyade bu yazıda iki hususu incelemeye ve bulgularımı sizinle paylaşmaya çalışacağım. Birinci konu ekonomide önümüzdeki dönemde karşı karşıya kalacağımız krizin derinliği ne boyutta olacak ve nasıl bir kriz ortamı ile karşı karşıya kalabiliriz olacak.
Krizin halihazırda en önemli boyutu döviz kurlarındaki hareket ve kurlardaki bu hareketin ekonominin geneline bulaşacak şekilde bir belirsizlik yaratması. Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda 3,49 TL’ye kadar düşmüş bir dolar vardı. 2013’te 1,50 TL civarında olan dolar kurunun 3,49 TL’ye “düşmesi” bir garip hal iken bugün son bir yılda neredeyse iki katına çıkmış bir politika faizine rağmen sermaye çıkışı devam ediyor ve hiçbir şekilde son beş yıldır TL’nin değerini korumayı başaramıyoruz.
İthalata bağımlı bir üretim yapısına mahkûm edildiğimiz bir dönemin sonunda maalesef kurlardaki artış, “Beni TL’nin değeri ilgilendirir” diyerek uyutulan vatandaşa oldukça yüksek bir fatura olarak dönüyor. Daha şimdiden gıda enflasyonunun yıllık %20’yi geçtiği, elektrik, doğalgaz gibi kış aylarında en çok kullandığımız ürünlerde düzenli zamları görür hale geldiğimiz ve gelirin sürekli satın alma gücünün düştüğü bir ortamda en büyük zararı da toplumun dar gelirli kesimleri görecek.
Nihayetinde ağustos ayına kadar sürekli tek haneli enflasyona döneceğimizi iddia eden hükümet yetkilileri de ilk ağızdan Türkiye’nin önümüzdeki iki sene yüksek enflasyonla karşılaşacağını bizzat plana koyarak itiraf ettiler. Bugüne kadar hep başarısız tahminleriyle ünlü olan Orta Vadeli Programda 2018 yılı enflasyonu %20,8 ve 2019 yılı enflasyonu ise %15,9 olarak tahmin edilmiş. Geçmiş tahmin performanslarının başarısızlığını dikkate alıp ve ekonomistlerin tahminlerine bakarsak 2018 yılını en az %25, 2019 yılını ise en iyi ihtimalle %20 civarında bitirebileceğimizi söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Yani önümüzdeki iki yılda eğer uluslararası konjonktürde bir değişiklik olmazsa, Türkiye kendi başına ekonomisini toparlamayı başaramayacak ve TL’nin değeri düşmeye devam edecek; bu da enflasyon olarak cebimize giren kısıtlı geliri bizden almaya devam edecek.
Büyüme modelinin çöküşü
Bu sürecin toplumun geniş kesimlerine bir diğer etkisi de büyümedeki düşüş ve işsizlik olacak gibi görünüyor. Hükümet uzun zamandır rekor büyümelerin yarattığı hasarı görememiş ve o hızlı büyüme çarklarının dönmesi için elinden geleni yapmıştı. Şimdi makinenin ısındığının farkına varıp yavaşlama planı yapıyor. Ancak bugün geldiğimiz noktada maalesef yüksek faiz, yüksek kur ve yaratılan belirsizlik ortamı büyümede bir yavaşlama değil küçülme ile karşı karşıya kalacağımıza işaret ediyor. Önümüzdeki iki yıllık süreçte ekonominin %2,3 ve %3,5 büyüyeceğini tahmin eden hükümetin bu rakamları bile mumla arayacağı mevcut durumdan net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Tüketime dayanan büyüme modeli, artan faizler; daralan kredi borçlanması; yüksek enflasyon ve gelir kaybı ile artık tamamen çökmüş durumdadır. Böyle bir ortamda kamunun da “disiplinli bütçe” politikası 2020’ye kadar yayılmış bir ekonomik krizin göstergesi haline gelmiştir. Bu süreçte hükümetin %12 civarında tahmin ettiği işsizliğin de %15’lere kadar gideceğini öngörmek zor olmayacaktır. Özellikle hukuk sisteminin çöktüğü, tek adam belirsizliğinin en fazla sermayenin girişini engellediği bir ortamda bu krizden çıkış bu sistem dahilinde mümkün değildir.
Peki, biz sosyal demokratlar krize hazırlandık mı?
Görüldüğü üzere Türkiye, en iyi ihtimalle iki yıla yayılacak bir ekonomik krizin içindedir. Bu süreçte belki anlık yıkımı yaşamayacak ancak günbegün aşınarak toplumun tüm kesimlerini zor duruma sokacak, gelir ve yaşam standartlarını eritecek bir süreç ile karşı karşıyadır. Bu noktada ise yazıda değinmek istediğim ikinci konu ortaya çıkıyor. Bu krizin geleceğini bunca yıldır bekleyen biz sosyal demokratlar bu krize hazırlandık mı, bu kısa süreçte nasıl hazırlanabiliriz?
Şunu açık yüreklilikle bir özeleştiri olarak ifade etmeliyim. Yıllardır krizin geleceğini biliyor ve söylüyor olmamıza rağmen, bu söylemin dışında pek bir adım atmadık. AKP iktidarının bize sunduğu belki de en önemli husus, yaptıkları hiçbir işin tutarlı olmamasından hareketle bol bol eleştiri malzemesi vermesi oldu. Biz ise eleştirileri yaparken, AKP sonrasında karşı karşıya kalacağımız Türkiye tablosunda yoksulun, işsizin, dar gelirlinin, esnafın kısacası toplumun tamamının içine düşeceği bunalımdan nasıl çıkacağına ilişkin kapsamlı bir politika, plan çalışmasını yapamadık. Bu noktada Türkiye’nin önümüzdeki dönemde en çok ihtiyacını duyacağı hususun kısa vadeli kurtarma önlemleri ve bu önlemler harekete geçerken ortaya çıkabilecek olası eşitsizlikleri ortadan kaldıracak bir yaklaşımın benimsenmesi olacak. Bu noktada tüm sosyal demokratları bir araya getirerek bu plan ve politikaları Türkiye’nin gündemine taşıyacak bir Ekonomik Kriz Çalışma Grubu oluşturulmasını çok önemsediğimi ifade etmek isterim.
Bundan sonraki süreç bol bol hamaset ve gerginlikle geçecektir. Ekonomide sıkışan AKP ya elindeki devlet aygıtı ile çok daha baskıcı bir yapıya bürünecek ya da IMF gibi kurumlarla anlaşarak bu derin krizden çıkmanın yollarını arayacaktır. Hangisini tercih ederse etsin, ülkemizde sosyal eşitsizliklerin daha da artacağı bir süreç ile karşı karşıya kalacağımız açıktır. Böyle bir süreçte ise bize düşen acilen bu senaryolara karşı hazırlıklı hale gelebileceğimiz planlar yapmaktır.
*Ertan AKSOY
Ekonomist
e.aksoy@aksoyarastirma.com