Ertan Aksoy – Ekonomik Kriz Karşısında Yükselen Milliyetçilik

Ertan-Aksoy-ResimKapitalizm, Türkiye gibi ülkeler için, ekonomi dilinde “gelişmekte olan ülkeler” tabirini kullanmaktadır. Geleneksel olarak “yükselen piyasa ekonomileri” veya “az gelişmiş ülkeler” kavramlarının da kullanıldığı görülmektedir. Kapitalist ekonomiler için “merkez” ve “çevre” ülke tanımları yapılmaktadır. Dünya ekonomisi artık neredeyse emperyalist sistemin ekonomisidir. Bu sistemin en belirgin özelliklerinden bir tanesi de kutuplaşmadır. Bu kutuplaşma, egemen ve güçlü olan merkez ile merkeze bağımlı çevre ekonomileri arasındadır. Merkez ülkelerden çevre ülkelere sermaye ihracı gerçekleşir. Sürekli sermaye ihracı alan Türkiye, çevre ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye ekonomisinde hangi yılı mercek altına alırsak alalım, giren yabancı sermaye dışarıya giden yerli sermayenin en az 2-3 kat üzerindedir. Örneğin, Türkiye 2015 yılında 14 milyar dolar civarında yabancı yatırım alırken, yerli sermaye sahiplerinin ülke dışına yatırdığı miktar 4.5 milyar dolardır. Giren sermaye çıkan sermayeden, kriz dönemleri hariç, her dönemde daha fazla olmuştur. Bu yüzden Türkiye, sermaye girişlerine yüksek düzeyde bağımlı bir ekonomidir. Yabancı sermaye akışının yavaşlaması, durması veya tersine dönmesi gibi bir durum, ciddi olumsuz sonuçlar vermektedir. Sermaye girişlerinin çıkışa dönmesi sonucunda, Türkiye ekonomisi şu yıllarda 4 kriz görmüştür: 1994, 1998-1999, 2001, 2008-2009.

Ekonomik krizin yan ürünleri

Yakın zamanda kredi derecelendirme kuruluşlarının ardı ardına Türkiye’yi “yatırım yapılamaz ülke” statüsünde göstermesi, Erdoğan’ın söylemleri ve KHK’lar ile yapılan uygulamalar yabancı sermayenin kaçışını hızlandırmaktadır. Bu kaçış, 2017 yılında da sürecek gibi görünmektedir. Yabancı sermayenin varlığına bu derece bağımlı olan bir ekonomi için krizin gelmek üzere olduğunu dile getirmek, felaket tellallığından ziyade, görünen köy için objektif bir okumadır.

Tarih boyunca yaşanan ekonomik krizler; ekonomik milliyetçiliğin, içe kapanmanın ve yabancı düşmanlığının tekrar tekrar hortladığı dönemler olmuştur. Aşırı milliyetçi, ırkçı ve kökten dinci siyasal hareketler bu dönemlerde güç kazanmaktadır. Avrupa’da, İkinci Dünya Savaşı öncesi, ekonomik kriz temelli yükselen milliyetçi dalga, son yüzyılda büyük ölçüde kan kaybetse de, 2008 kriziyle siyaset arenasına geri döndü. Yunanistan, Ukrayna, Makedonya gibi ülkelerde doğrudan neonazi mirasını sürdüren siyasi hareketler baş gösterirken; Fransa, Avusturya gibi ülkelerde neonazi gelenekle akrabalığı bulunan partiler ciddi oylar aldı ve Avrupa parlementosunda azımsanmayacak ölçüde sandalye kazandı. Hatta, radikal sağ konusunda tarihten önemli dersler alan Almanya’da bile radikal sağ eğilim gösteren sivil hareketler ve siyasi partiler kamuoyunun gündemini meşgul etmekte. Önümüzdeki aylarda gerçekleşecek seçimlerde radikal sağ eğilimleri olan AFD’nin seçimlerde büyük bir başarı göstermesi beklenmektedir. Tıpkı 1929 buhranında olduğu gibi, 2008 krizi de Avrupa’da milliyetçiliği tetiklemiştir. Tarihsel olarak, parlamenter sistemlerin doğurduğu faşist rejimlere tanık olduk. Türkiye’de durum Avrupa’da işlediğinden farklı olarak ilerlemektedir. Korkut Boratav’ın Avrupa’nın Faşizmleri ve Türkiye yazısında, Michael Löwy’nin “Avrupa Aşırı Sağı Üzerine On Tez” isimli çalışmasından yola çıkarak, ekonomik buhranın tetiklediği aşırı sağ evrime değinilmiştir. Borotav, aynı zamanda, Türkiye’de aşırı sağın güçlendiği koşulların Avrupa nesnelliğinde yer almadığını, Orta Doğu koşulları içerisinde şekillendiğini belirtmiştir.

Türkiye aşırı sağı, ırkçı cephe ile İslamcı cephenin ittifakıyla -deyim yerinde ise- “hiper sağ” olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye toplumu, Avrupa’dan farklı olarak, nitelikli bir gerici saldırının kıskacındadır.

Türkiye’nin ekonomik sorununun kökeni siyasal

Ekonomik sorunların neredeyse her bireyin başını ağrıttığı bu dönemde, ülke olarak mevcut Cumhurbaşkanı’nın siyasi iktidarını güçlendirme ve kalıcı kılma gündemiyle yorulmaktayız. Şüphesiz ki, kriz ortamında hortlamaya müsait ne kadar gerici düşünce varsa kendi siyasal potasında eriten Erdoğan, düne kadar çok sevdiği sermayeye karşı cephe almış gibi davranmaktadır. Partilisi Mehmet Şimşek gibi isimler aracılığıyla da, rejim değişikiği, anti demokratik tutumlar gibi ne kadar uluslararası sermayenin hoşlanmayacağı, belirsizlik olarak okuyacağı durum varsa görmezden gelinmesi gerektiği ve iktidarın hala sermayeyi koruyup kolladığı, mesajını vermektedir.

Ekonomi ne zaman kötüye gitse, milliyetçilik bir emniyet supapı olarak kullanılmaktadır. Erdoğan’ın son günlerdeki söylemlerine bakacak olursak, onun, kapitalizmle mücadele ede ede bugünlere geldiğini sanacağız. Sanki para politikaları, bugüne kadar yabancı sermayedarların dövizlerini işletmek üzerine kurulu değilmiş gibi, Körfez ülkelerinden giren paranın kaynağı sorulduğunda “insanı parasıyla rezil ediyorlar, biz gelen paranın kaynağını sormayacağız” diye yalvar yakar Körfez sermayesini ülkeye kayıt dışı sokan onlar değilmiş gibi, sanki topluma “dolar bozun” gazını verdikleri tarihte Tunus’un devrik diktatörü Bin Ali’nin uçağını 77.8 milyon dolara kelepir diye satın alan bunlar değilmiş gibi, meydanlarda bir ailede 3 araba israf diye nutuk atıyorlar. Yine halkın dişinden tırnağından arttırıp kurduğu yerli sanayii, milli servetleri haraç mezat satıp gelirini har vurup harman savunanlar da bunlar değil sanki.

Sanacaksınız ki bugün Türkiye, yüksek katma değerli üretim yapabilen, dünya piyasalarını sarsan, küresel ekonomi piyasalarını rekabet gücü ile yerinden oynatan bir güce kavuştu. Sanki daha düne kadar, “Anadolu kaplanı” diye palazlanan yerli sermayedarların Tayland’da gofret satarak kazandığı parayla F-16 satın almaya çalışanların ülkesi değildi burası. Düne kadar çok seviştikleri yabancı sermaye, “artık burası güvenli değil, piyasa hukukunu bile dinlemiyorsunuz, varlıklarımız için endişe ediyoruz” diyerek değil de, “Erdoğan artık dünya lideri oldu, onun canına okumalıyız” diyerek kaçıyor bu ülkeden.

Ülke, siyasal ve ekonomik olarak bir batağa saplanmış durumdadır. Yanlış ekonomi politikaları ve iç-dış siyasetteki beceriksiz yönetimin faturası karşısında iktidar, kamuoyunu teskin etmek için milliyetçilik kartını oynuyor. Tüm gücüyle, mevcut yapısını sürdürmeyi ve iktidarını kalıcı kılmayı amaçlayan AKP’nin, uzun süreden beri havuz medyası ile birlikte “Türkiye’ye operasyon çekiyorlar” diye veryansın etmesinin arkasındaki motivasyon budur. Susturma ve sindirme politikalarının giderek arttığı şu günlerde, milletçilik ve İslamcılık gibi ideolojik enstrümanlarla hukuk dışı süreçler makyajlanmaktadır. Halk üst akıl, dış mihrak, yabancı düşmanlar diye soyut hedeflere karşı kışkırtılmaktadır. Şüphesiz ki burada yaratılmaya çalışılan “düşman” içerideki muhaliflerdir. Her ekonomik krizin doğrudan iktidarı yıprattığı algısı tümüyle doğru bir algı değildir. Sınıfların örgütsüz ve zayıf olduğu, işsizliğin, sefaletin yaygınlaştığı ortamda, baskıcı rejimlerin güçlenebildiği ihtimalini de göz ardı etmememiz gerekiyor.

*Ertan AKSOY
Ekonomist
ertanaksoy@aksoyarastirma.com

Bir cevap yazın