Ülkece ardı arkası kesilmeyen seçimlerle yaşamaya alıştırılıyoruz. Özellikle son beş yıl seçimsiz bir yıl geçiremedik. Toplumda yeni bir seçime tahammül kalmadığı gibi, yeri gelmişken söyleyelim, kim bu aralar erken seçimi konuşmaya kalkarsa öfkeyi üzerine çekecektir. Çünkü her gelen seçim özellikle AKP-MHP bloğunun oluşması ile beraber daha fazla gerilim, onlardan olmayanların sürekli hedefleştirilmesi, daha fazla seçim harcaması, sabah akşam birilerinin canlı yayınları bölüp bağırıp çağırdığı bir politik iklimi getiriyor. Neyse ki kağıt üzerinde önümüzde kısa vadede bir seçim görünmüyor.
Geride bıraktığımız gasp edilmiş seçimin yerine yapılan yeni seçim sonuçları da, yukarıda özetlemeye çalıştığımız tahammül eşiğinin ne derece aşıldığının bir göstergesidir. Arada çıkan fark, araştırmacılar da dahil tüm grupların beklediğinin üzerinde gelmiştir. Kısaca on maddede bu farkın nedenlerine dair birlikte kafa yoralım.
- 31 Mart sonrasına vadedilen ekonomide düzelme gerçekleşmedi
AKP, ülkeyi ekonomik bir uçuruma sürüklerken, yapısal sorunlara karşı önlem almak yerine hep bir seçim eşiği koyup ‘’Bu seçimi de atlatalım, her şey düzelecek’’ manipülasyonunu tercih etti. Bunun en iyi örneklerinden biri 24 Haziran seçimleridir. Öyle bir tablo çizildi ki yeni sistemde göreve gelmeleri durumunda ekonomi uçacak, kalıcı bir istikrar gelecek ve ülke sonsuza kadar büyüyecekti. Sonuç olarak uçan, ekonomi değil enflasyon oldu. Kalıcı bir istikrar yerine dış politikada hiç olmadığı kadar sıkışmış bir Türkiye yarattılar. Ülke, büyümediği gibi küçüldü ve görünen o ki küçülmeye de devam edecek. Özetle, 31 Mart öncesi de aynı siyaset stratejisini tercih ettiler. Ama vatandaş gördü ki, hiçbir şey iyiye gitmediği gibi daha da kötüye gitti.
2. İmamoğlu mağdur olmadı mağrur bir duruş gösterdi
Seçimin yenilenmesinin ardından eski ezberlerden yola çıkarak tüm süreç boyunca mağdur olmaya çalıştılar. Bu, kimi zaman oy sayımlarını şiveli bir dille anlattıkları yalanlarda görüldü, kimi zaman da tartışma programının moderatörüne dair yürüttükleri polemiklerde. Onlar ‘mağduruz’ diye dolaşırken İmamoğlu yaşadığı gerçek mağduriyet karşısında mağrur bir duruş gösteren bir hak arayışçısı oldu.
3. AKP kadroları ‘çaldılar’ üzerinden manipülasyon yapamadı
6 Mayıs günü açıklanan ve hukuki olmaktan öte tamamen siyasi olan YSK kararını hukuki zeminde gösterme paniği -ve belki de iki kurnaz danışmanın aklı- ile karar açıklanır açıklanmaz düşük prodüksiyonlu bir mizansenle ‘çünkü çaldılar’a yattılar. Ama küçümsedikleri toplum aklı bunun bir karşılığı olmadığını gördü. Çünkü sandık kurullarında hem AKP temsilcileri hem de diğer partilerin temsilcisi olan yüz binlerce insan görev aldı. Bu nedenle vatandaş açısından soru basitti. Yüzbinlerce insanın görev yaptığı, oyları birlikte saydığı, vardıkları uzlaşma sonunda tutanakları oluşturdukları bir yerde kim nasıl oy çalabilirdi? Üstelik görev alan kurul üyeleri de dahil her şeyin kayıtlı olduğu bir süreçte ortada hırsızlık var ise hırsız kim sorusu havada kaldı.
4. AKP projeler konusunda el yükseltti ve bu sahiciliğini yitirdi
Giderek büyük kadro sorunu yaşayan AKP, yeni siyasi figürler yetiştiremediği gibi yeni projeler de geliştiremedi. 31 Mart öncesi küçümsemeye ve itibarsızlaştırmaya çalıştıkları İmamoğlu projelerini sonraki süreçte kopyalamaları dışında daha da büyüterek vaade dönüştürdüler. Seçmen aklını hafife alan her işte olduğu gibi burada da olumsuz bir etki ile karşılaştılar. Örneğin halihazırda 82.000 çalışanı olan İBB’ye 50.000 genci günlük üretilen datayı işlemesi için işe alacaklarını açıkladılar. İBB’de günlük üretilen 31 milyon data olduğunu ve bunu işleyerek veriye dönüştüreceklerini anlattılar. Oysaki buna karşı seçmenin aklında belirecek iki soru vardı. Birincisi, eğer bu iş 50.000 genç ile yapılıyorsa ve bu gençler halihazırda istihdam edilmiyorsa bu kadar kıymetli bir data işlenmiyor demektir. İkincisi bu data işlenmek istediğinde dünyanın her yerinde bu işlemler elle değil yazılım ile yapılmaktadır. Yani 21. yüzyılın ihtiyaçlarına 19. yüzyılın yöntemleri ile vadettikleri çözüm topluma sahici gelmedi.
5. Toplumcu projeler vaat etmek yerine rakibi kimlik siyasetine sıkıştırmaya çalıştı
AKP kurmayları, özellikle MHP ile yapmış oldukları ittifakın yarattığı konfor alanı ile birlikte Millet İttifakı’nı proje, aday ve vaatten çok kimlik siyasetine sıkıştırmaya çalıştılar. Ama hem Millet İttifakı’nın farklı grupları yakalaması, hem Kürtlerin koşulsuz desteği, hem de İmamoğlu’nun farklı grupları konsolide edebilme yeteneği sayesinde bu tuzak çalışmadı. Çalışmadığı gibi üstelik toplum, enflasyon ve işsizlik karşısında kendini korumaya çalışırken; sağ siyaseti aynı anda insanların dilini, dinini ve etnik kökenini tartışırken gördü.
6. Toplumun gündeminden kopuk tartışmalar yarattı
AKP, özellikle medya üzerindeki gücü ve mali imkanlarının sınırsızlığı sayesinde tüm iletişim araçlarını kullanabilme olgusundan yola çıkarak İmamoğlu’nu itibarsızlaştıracak kara kampanyalara öncelik vermeyi tercih etti. Son bir umut ile sarıldıkları bu kara kampanyalar, sonuç vermediği gibi kaybetmelerinin de ana temelini oluşturdu. Örneğin Ordu Havaalanı’nda Ordu Valisi’nin yarattığı kriz üzerinden tüm medyayı domine ederek oy devşirmeye çalıştılar. Fakat aynı günlerde açıklanan resmi rakamlara göre ülkede 4,5 milyon işsiz vardı ve o işsizler sabah uyandığında içinde bulunduğu çaresizliği bir kenara bırakıp “Acaba Ordu Havaalanı’nda VIP’yi usulsüz kullanan biri var mıdır?” diye tasalanmıyordu. Onun yerine geçimini nasıl sağlayacağını veya ailesini nasıl ayakta tutacağını dert ediyordu.
7. Ana stratejisi yanlıştı
AKP, 17 yıllık iktidarıyla ülkedeki her şeyi gerilettiği gerçeği ile yüzleşmek yerine döktükleri betonları olağanüstü işler olarak anlatmaya çalıştı. Oysaki kendileri açısından en doğru seçenek, özeleştiri yapıp hemen ardından daha iyisini vaat etme hakkını elde etmiş olmaktı. Bunu yapmak yerine irrasyonel düşüncelerine ve artık boyu arşa değen kibirlerine kapılıp ülkede her şey toz pembeymiş gibi anlatmayı tercih ettiler.
8. İki büyük travmayı tetikledi
Son seçimlerde görüldüğü üzere AKP geleceği vadetmekten çok bugünkü rakiplerini hedefleştirmeyi tercih etti. Ve bunu yaparken de daha çok değerler, kimlik ve etnisite tartışmalarını açtı. Bu tercihin sonucunda iki büyük travma yarattı. Bu travmalardan biri Pontus diğeri ise Öcalan travmalarıdır. Özellikle ekonomik krizden bunalmış AKP’li ve MHP’li seçmende bu travmalar, ya İmamoğlu’na oy verme ya da sandığa gitmeyerek AKP’ye bir mesaj verme tercihini tetikledi. Nitekim benim de yöneticiliğini yaptığım Aksoy Araştırma’nın, seçimin hemen iki gün öncesinde, Cuma günü yapmış olduğu araştırmaya göre yalnızca Öcalan travması bile seçim sonuçlarını 3 puan daha İmamoğlu’nun lehine çevirdi.
9. Son dakikada Erdoğan yeniden sahaya indi
Ekonomik krizin olmadığı, ekonomik büyümenin yaşandığı dönemlerde Erdoğan’ın sürekli sahaya inerek kutuplaştırma siyaseti yaratması AKP adına birçok kez olumlu sonuçlar doğurdu. Yine AKP tarafından yaptırılan bütün ölçümlerde aradaki farkın kapanmadığının görünmesi üzerine, tartışma programından hemen iki gün sonra Erdoğan sahaya indi ve seçim sonucunu değiştirmeye çalıştı. Ama başında da belirttiğimiz üzere bu kez ekonomik büyüme değil ekonomik kriz vardı ve Erdoğan seçmeni eskisi kadar etkileyemedi. Kendi seçmenini etkileyemezken muhalefetin daha fazla konsolide olmasını sağladı.
10. Karşılarında son derece örgütlü, hakkını arayan bir muhalif blok vardı
Anadolu tarihi birçok haksızlıkların yaşandığı bir tarih olagelmiştir. 31 Mart’a giderken, yine eşit koşullarda yarışamayan iki rakip vardır ve burada adaletsizliğe uğramış adayın net bir başarısı söz konusudur. Tüm bunlara rağmen bu başarı iktidar gücü ile gasp edilmiş, hukuk şapkasının altına gizlenmiş siyasi kararlarla hak edenin elinden alınmıştır. Bu durum, tıpkı tarihte olduğu gibi, toplumun vicdanında bir yara açmış ve 31 Mart itibariyle iktidar, vicdanında yara açılmış bu topluma hesap vermek zorunda kalmıştır. Her ne kadar türlü manipülasyon yapılsa, iftiralar atılsa, bazı değerler sömürülse de iktidar, sentetik politikalarıyla toplumdaki bu sahici öfkeyi ortadan kaldıramamıştır. Tam da bu nedenle insanlar 15 saatlik, 20 saatlik otobüs yolculuklarıyla günübirlik gelip oyunu atıp geri dönmüştür. Umut; bütün baskıya, korkuya, tehdide, hedefleştirilmeye rağmen bu insanların demokrasiye, özgürlüklere ve bir arada yaşamaya olan inancındadır.
*Ertan AKSOY
SODEV Başkan
e.aksoy@sodev.org.tr