Türkiye ekonomisi, 2001 krizi ile sancılı bir dönemi geride bırakırken Dünya Bankası başkan yardımcılığı görevini yürüten Kemal Derviş’in Türkiye’ye davet edilerek, ekonomiden sorumlu devlet bakanlığına atanması ve akabinde IMF ile imzalanan stand-by anlaşması ile bankacılık sektöründe köklü reformlar gerçekleştirilerek ekonomi tekrardan rayına oturtuldu. Ekonomik krizin getirdiği kemer sıkma politikasının etkileri ise 2002 yılında görüldü ve Türkiye ekonomisinde yüzde 6,2 oranında büyüme sağlandı. Yani bize sık sık büyüme masalları anlatan AKP zaten ekonomik krizden çıktı ve büyümeye geçmiş bir ekonominin üzerine kondu. Tek başına iktidara gelen AKP hükümeti, Derviş’ten kalan ekonomik reformları devam ettirdi. Benzer yıllarda FED’in genişleyici para politikası uygulaması ile gelişmekte olan ülke ekonomileri oldukça büyük büyüme oranlarına ulaştı. Gelişmekte olan ülkelerdeki bu yüksek büyüme oranları 2008 yılında ABD’de Mortgage krizinin patlak vermesiyle sonlandı. Bunun sonucunda, iç siyasette övünülen rekor büyüme oranlarının aslında Türkiye dinamikleriyle veya reformlarıyla değil dünya ekonomisindeki büyüme ile ilgili olduğu bir kez daha anlaşıldı.
AKP iktidarının kısa yoldan hızlı büyüme oranlarına ulaşmak adına önem verdiği üç ekonomik hamlesi vardı: özelleştirmeler, düşük krediler ve inşaat sektörü. İktidara geldiği ilk andan itibaren özelleştirmelere önem veren AKP hükümeti, Türkiye’nin 80 yıllık birikimini yok pahasına sattı. DİSK tarafından yayımlanan “AKP döneminde işçiler 16 yılda neler kaybetti?” raporuna göre, AKP dönemi özelleştirmelerin toplam özelleştirmeler içerisindeki payı yüzde 88 seviyesinde gerçekleşti. Buna göre 1986-2002 yılları arasında Türkiye’de özelleştirmeler 8 milyar dolar seviyesinde iken, 2003-2016 yılları arasında 60 milyar dolara yakın özelleştirme gerçekleşti. Bu özelleştirmelerin içinde yalnızca mal üreten kamu işletmeleri değil, aynı zamanda kamu hizmeti üretiminde bulunan işletmeler de özelleştirildi. Aynı raporda, özelleştirmelerden elde edilen kaynağın yaklaşık yüzde 30’unun kamuya kaynak olarak aktarılmak yerine özelleştirilen kuruluşlara; sermaye iştirakleri, verilen krediler, çalışanlara yönelik iş kaybı ve özelleştirme sonrası tazminatları ile emeklilik primi gibi ödemeler ile geri döndü.
AKP iktidarının kısa vadede ekonomik kalkınmayı amaçlaması adına başvurduğu diğer yöntemler ise inşaat sektörü üzerinden kent rantı geliştirilmesi ve düşük faiz oranlarının sağlanmasıydı. Amaç, inşaat sektörünün desteklenerek arz ayağının geliştirilmesini sağlamak ve düşük kredi oranlarıyla talebi arttırmaktı. Bu noktada, kredilerde kademeli olarak düşüş eğilimi yaşanmaya başladı.
Deniz Bitti, Siyaset Ekonominin Önüne Geçti
AKP iktidarında Türkiye ekonomisinin gelişimini sekteye uğratan ilk darbe 2008 Mortgage krizinin patlak vermesiydi. Türkiye 2009 yılına girerken büyüme oranında bu etkiyi hissetti ve Türkiye ekonomisi yüzde 4,7 oranında daraldı. Ancak asıl olumsuzluklar ise, devlet kaynaklarının çoğunu özelleştirilmeler ile kaybedilmesi ve iktidarını kaybetmeme uğruna yapılan siyasi hamlelerin ekonomi önüne geçmesiydi. Siyasi olayların öne geçmeye başlaması ise 2014 yılında Erdoğan’ın köşke çıkmaya başlaması ile kesişim gösterdi. Türkiye bu andan itibaren siyasi olayların daha fazla gündemde yer aldığı, iktidarın tek adam sistemine göre değiştiği ve neredeyse her sene gerçekleşen seçimlerle meşgul oldu. Bunun yanında Türkiye’nin ekonomisi için büyük öneme sahip başta batılı ülkeler olmak üzere bir çok ülke ile yaşanan politik krizler, faizleri düşürme adına Merkez Bankası üzerindeki baskının arttırılması gibi nedenler de yabancı yatırımcıda güvensizliği arttırdı ve Türkiye yatırımın giderek azaldığı, yarını belirsiz bir ülke olmaya başladı. Bunun etkileri en fazla Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybında görüldü. Küresel kriz sonrası 2009 yılında dolar karşısında 1,31’den 1,78 seviyesine yükselen Türk Lirası 2013 yılında 1,81 olarak gerçekleşti. Sonraki yıl ise büyük bir artışla 2,15 seviyesine yükselen Dolar/TL, 2017 yılına gelindiğinde 3,56 ve bu yazının yazıldığı zaman da ise 5,76 olarak gerçekleşti.
Enflasyon
Yıllık enflasyon oranları incelendiğinde, AKP’nin ekonomiyi dünyadaki konjonktürün aksine son derece berbat bir yere getirdiği görülüyor. İktidara geldiği yıl olan 2002 yılında 30,8 seviyesinde ÜFE oranıyla yönetime başlayan AKP iktidarı, 2018 yılına gelindiğinde yüzde 33,64 seviyesi ile ekonomi yönetimini idare etmeye çalışıyor. Buna karşılık TÜFE oranının ise, önce kademeli olarak düştüğü ve yeniden çift haneli rakamlara geri gelerek 20,3 seviyesine geldiği gözlemleniyor.
İşsizlik
İşsizlik verileri yıllık olarak incelendiğinde ise daha çok yatay olarak ilerleyen bir grafik görülüyor. Buna göre 2004 yılında 10,8 seviyesinde olan işsizlik oranı 2009 yılına gelindiğinde yüzde 14 seviyesine yükseliyor. Akabinde kademeli olarak düşüş sağlanarak tek haneler yakalansa da 2013 yılı sonrasında tekrardan artış trendine girdiği ve yüzde 11 seviyesine kadar yükseldiği görülmekte.
İşsizlikte asıl göze çarpan rakamlar ise toplam işsizlik oranı içerisindeki üniversite işsizlerin kapladığı alanda yaşanıyor. Buna göre 2004 yılında 12,9 seviyesinde gerçekleşen üniversiteli işsizlik oranı, özellikle 2009 yılı sonrasında artmaya başlıyor ve 2013 yılında 20,3 seviyesine yükseliyor. Sonraki yıl bir 19,3 oranına gerilediği görülse de takip eden yıllarda hızla artıyor ve 26,9 seviyesine yükseliyor. Üniversite mezunu işsizlik oranının bu kadar yüksek seviyelere gelmesinin temelinde ise AKP’nin başarısız eğitim politikası yatıyor. Eğitimde özelleştirmenin önü açılarak ve her ile en az bir üniversite kavramını ortaya atılarak üniversite eğitiminde kaliteyi düşüren iktidar partisi politikası üniversite işsizliğinin artmasının ana nedenidir. Yapılan araştırmaya göre 2003 yılında 77 olan üniversite sayısı bu tarihten itibaren hızla artarak 2011 yılında 165’e ve 2018’de 181’e yükseliyor. Yaklaşık 15 yılda hızla artan iki katına çıkan üniversite sayısı ve eğitim plansızlığı nedeniyle üniversite eğitiminde düşüş yaşanıyor. Yeni üniversiteler ile AKP’nin yapmaya çalıştığı “çocuklarınız üniversiteli olacak” popülizmi ve gerici akademisyenlerin yönettiği üniversiteler oluşturma çabalarının sonucu diplomalı olmanın itibarsızlaştırıldığı bir ülke yarattı.
Gelecek Yıl Türkiye Ekonomisini Neler Bekliyor?
Türkiye, küresel trendleri izlemenin ve küresel krizlere karşı önlem almak adına hiçbir hamlenin yapılmadığı, daha çok seçimlerin, kabine değişimlerinin, Merkez Bankası baskısının ve uzlaşmacı yerine, kafa tutan anlayışı benimseyen bir dış politika anlayışının yaşandığı bir dönemi geride bırakıyor. Bunun sonuçları ise Türkiye ekonomisine yansıyor. Yüksek işsizlik, enflasyon ve ekonomik büyümenin inşaatla desteklendiği bir ülkede ne yerli ne de yabancı yatırımcının güveni kazanılıyor. Bunlara çözüm olarak, AKP yönetimi ise yine Merkez Bankası’na ve özel bankalara baskı yaparak faizleri düşürmeyi ve değersiz TL ve enflasyon baskısıyla geçim derdine düşen vatandaşın yeniden kredilere başvurmasının önünü açmaya çalışıyor. Bu sayede, konut satışlarının tekrardan canlandırılması ve inşaat sektörünün yeniden ekonomik büyümeyi desteklemesi bekleniyor. Ancak bu sefer senaryo öncekinden farklı duruyor. Çünkü vatandaş Türkiye ekonomisine güvenmiyor. Oynaklığın bu kadar yüksek olduğu bir ekonomide, yapılması gereken asıl hamle vatandaşın güvenini yeniden kazanmaya çalışmak olmalıdır. Aksi taktirde, faizler çok düşük bir orana gelse bile ne yatırımcı ne de tüketici harcama eğilimine yönelmeyecek; stabil bir yapı sağlanana kadar tutumlu davranmaya çalışacaktır. Öyleyse, ekonomide vatandaşın güvenini kazanmaya öncelik verilmeli, geçici büyümeyi sağlayacak yatırımlara değil, sürdürülebilir ve kalkınma odaklı ekonomi politikalarına, hukukun üstünlüğüne, planlı ve çağdaş bir eğitime öncelik verilmelidir. Bu içinde bulunduğumuz siyasi iklimde ancak sosyal demokrat bir iktidar ile mümkündür.
*Ertan AKSOY
SODEV Başkanı
e.aksoy@sodev.org.tr