Erol Kızılelma – Ya ne zannediyordunuz? (Direnen Demokrasi)

DSC_7604 Şimdi şikayet ediyorlar. Türkiye demokrasisinin büyük bir tahribata uğradığını söylüyorlar. Bazıları da, Türkiye’nin Avrupa’dan uzaklaştığını düşünüyor. Diktatörlükten, toplumun kutuplaşmasından, ayrımcılıktan, iç savaştan, anayasasızlaştırmaktan, haksız ve hukuksuz uygulamalardan, gazetecilere yapılan baskılardan söz edenler var. Ülkenin soyulması, yoksulluk ve işsizlikteki artış, paylaşımdaki büyük adaletsizlik, iş cinayetleri, işçilere kölelik düzeni bu dönemin bir diğer yüzü. Ayrıca kadın cinayetleri, çocukların istismarı, eğitim sisteminin bilimsellikten uzaklaştırılması da sayılabilir. Dış politikadaki büyük yanlışlar, ülke bütünlüğünün ve sınırlarının riske atılması da cabası. Peki, verilen şehitlerin, ağlayan anaların hesabını kim verecek?

Mevcut duruma yol açan süreç

Tayyip Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan Ankara’ya, kendisi hakkında birçok bilinenle birlikte taşınmıştı. Belediye başkanlığı süresince büyük bir maddi güce ve onunla birlikte hareket eden, kader birliği yapmış bir ekibe sahip olmuştu. Gözü kara bir kişiliğe sahip olan Erdoğan, zaten geri dönülmez bir yolda ilerlediğinin bilincinde. Yürüdüğü kadere hem yanında olanları da sürüklüyor, hem de ülkenin kaderiyle oynuyor.

İstanbul’daki belediye başkanlığından sonra, Ankara da Tayyip Erdoğan’a yaradı. Hem gücünü hem servetini arttırdı. İkisini de, yani gücünü ve servetini, rakiplerini, muhaliflerini kahretmek, ezmek, bitirmek için kullandı. Birçok fırtınayı bu şekilde atlattı. Ama geldiği noktada, geri dönülemez bu yolda, artık bütün gemileri yakmış durumda. Erdoğan’ın bu serüveninin, hangi rotayı izleyeceği, hangi limanı hedeflediği tahmin edilmeliydi. Nitekim bunu dile getiren ve durumu kavrayamayanları uyaran açıklamalar oldu. Bu durumu yanlış değerlendirenler ise, Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarının ülkenin bazı beklentilerine cevap vereceği vehmine kapıldılar.

AKP iktidarı, bu iktidardan beklentileri olanların bir koalisyonu olarak doğdu. Tayyip Erdoğan ve ekibi bu yolda Fazilet partisinden gelenler, liberaller, bir kısım milliyetçiler ve çeşitli cemaatler ile ittifak kurdu; elbette, zamanı geldiğinde, sırtında yük olarak gördüğü bu ortaklardan kurtulmak üzere.

Özellikle ülkemizin kuruluşundan bu yana yaşanan süreci yanlış analiz eden liberaller, vesayetten kurtuluyoruz yanılgısıyla, AKP lehine bir kamuoyu oluşması için çok çaba sarf ettiler. Bugün bu noktaya gelinmesinde maalesef büyük katkıları oldu. Kamuoyunu yanıltıp aksi yöndeki uyarılara rağmen AKP’yi demokrat bir parti olarak lanse ettiler. Cemaat ise, entelektüel düzeyde ve kadrolaşmada koalisyonun gücünü oluşturdu. Bütün iktidar bileşenleri kendi arzuları doğrultusunda iktidardan pay almak istedi. Bir kısmı, ülkeye tarihinin en büyük soygununu yaşatırken bir kısmı bu iktidarı devlette örgütlenmek için bir fırsat olarak gördü. Bir kısmı demokratikleşme veya AB konusundaki hayallerini gerçekleştirebileceği yanılgısına kapılırken, bir kısmı da delikanlı, dobra, açık sözlü sandıkları zorba bir fenomenin peşine takıldı, onu ilahlaştırdı.

Bu süreç boyunca bizler, ilk günden beri bu koalisyonun gerçek yüzünü, yurt içinde ve yurt dışında, en açık nitelemelerle anlatmak için çabaladık durduk. Şimdi sitem etme hakkımız yok mu? Elbette, diktatörlüğe karşı mücadelede, “dün ne yaptı?” diye bakmadan, en geniş kesimin birlikteliği önemli. Ama geçmişte yapılan yanlışları dile getirmezsek, yine aynı sonuçlarla karşılaşmak da olası.
AKP iktidarı sürecince, sürece ortak olanlar dışında, sosyalist sol ve sosyal demokratlar da çeşitli hatalar yaptılar. Hele Kürt siyasetinin, bugünlerde yaşadığımız acı ve karanlık günlere yol açan vahim hatalarının hala farkında olmadığı görüntüsü vermesi, karamsarlığımızı daha da arttırıyor.  Bu hatalar zinciri, AKP’nin iktidara gelmesinde ve iktidarda yıllar boyu alternatifsiz kalmasında etken oldu. AKP iktidarının ve onun liderliğinin yarattığı tahribatın boyutları trajiktir. Tayyip Erdoğan da, artık Tayyip Erdoğan Partisi’ne dönüşen AKP de, Türkiye’nin rotasını Ortadoğu’nun kokuşmuş, bağnaz, çağdışı, karanlık diktatörlüklerine çevirip Batı’nın Rönesans’tan geçmiş, aydınlanmacı, demokratik normlarına sırt çevirdikleri için tarihe, geleceğimize ihanet etmiş olarak geçeceklerdir.

Tahribatı durdurma
ve onarma yolunda güç birliği

Tunus’ta, Arap Baharı operasyonları sonrası egemen olmak isteyen siyasal İslam’a geri adım attırıldı. Laiklik toplumsal yaşama hakim oldu. Dinin müdahalesi engellendi. Türkiye’de ise tam tersi, üstelik ağır yolsuzluk olaylarıyla lekeli bir siyasal İslam, her yolu deneyerek egemenliğini kurdu ve laikliği rafa kaldırdı. Tunus’ta, siyasal İslam, belki demokrat ve özgürlükçü bir harekete dönüşmeyi becerebilir ama ülkemizde bu şans yok maalesef. Bizde iktidar partisinin üzerindeki koruyucu siyasal İslam örtüsünü kaldırdığınızda, ortada kalsa kalsa yolsuzlukla şaibelenmiş ve yozlaşmış, kendi içindeki farklılıkları ve muhalifleri törpülemiş bir yapı kalır. Bu nedenle ne siyasal İslam’ı kullanmaktan ne de baskıcı bir yönetim uygulamaktan vazgeçemez.

Şimdi ne yapmak lazım: Bu ülkenin halkı, Batı’ya, onun özgürlükçü, demokratik düzenine öykünmüş, olabildiğince demokrasinin nimetlerini tatmış, Batılı aydınlanmacı anlayışlarla ilişki içinde olmuştur. Bu nedenle, bizim geleneğimizde “başkanlık sistemi” vardır denilerek, bir diktatörlüğün, bir tek adam rejiminin dayatılmasını kolay kolay kabul etmeyecektir. Yeter ki, ona, direnmenin yolları gösterilebilsin.
Türkiye’nin başına gelmiş olan bu musibet, bin nasihatten daha iyi. Türkiye’nin demokrasi güçleri artık aklını başına alıp aralarındaki farklılıkları bir kenara bırakarak demokrasi ve özgürlükler için mücadele yolunda bir demokrasi cephesinde bir araya gelmenin formülünü bulmalıdır. Buna hepimiz mecburuz.

Mecburuz; çünkü bir diktatörlük, ülkemizin ağırlaşmış sorunlarını çözmek bir yana, onların daha da ağırlaşmasına neden olacaktır. Ülkemizin bağımsızlık, demokrasi ve çağdaşlık alanında elde edilen kazanımlar bir bir tehlikeye girecektir. Hatta ülke bütünlüğünün korunması bile risk altına sokulmuştur. Sorunları sadece güvenlikçi bir anlayışla çözebileceğini düşünen, asayiş sağlamak için ordu birliklerini kentlere sokan, terörist avı için meskenleri top ateşine sokan bir anlayışın, ülkeyi tehlikeden tehlikeye savurması kaçınılmazdır.
Mecburuz; çünkü yolsuzluk batağında debelenen, kaynakları yağmalanan bir ülkede, bu gidişe “dur” denilmezse, ne kalkınmadan ve refahtan, ne hakça paylaşımdan söz edilebilir. Ayrıca, yer yer açlık boyutlarına varan yoksulluk ve işsizliğin, faciaya dönüşmesi de engellenemez.

Mecburuz; çünkü iktidarda kalabilmek için toplumu kutuplaştırmaktan, kardeşi kardeşe düşman etmekten kaçınmayanların yarattığı tahribatın muhasebesi ağır olacaktır.
Öyleyse karanlıkların aydınlığa kavuşması için, şafağı görebilmemiz için, diktatörlüğün, baskıcı rejimlerin geriletilmesi için, toplumsal barışın tesisi için, demokrasi mücadelesinin yükseltilmesi için çaba harcamamız ve bu amaçla demokrasi güçlerinin -farklılıklarını bir yana bırakıp- güç birliği yapmasını sağlamamız gerekmektedir.

Erol KIZILELMA
SODEV Başkanı
ekizilelma@gmail.com