DSC_0196

Erol Kızılelma – Polemik – Katılım ve Temiz Siyaset

Erol Kızılelma

 

 

 

 

 

Şubat ayı sonunda SODEV Genel Kurulu yapıldı. İlk defa iki listenin yarıştığı Genel Kurula katılım yüksek oldu. Her ne kadar mevcut yönetim, muhalifleri tarafından statükoyu temsil etmekle suçlandıysa da, yönetime yeni ve genç unsurların katılması ve vakfın geleceğinin hazırlanması, statüko kavramının tekrar tartışılmasını gerektiriyor. Elbette ki SODEV, kamuoyu gözünde, kurucularının vesayetine hapsedilemeyecek kadar önemsenen bir kurum haline geldi. SODEV genç, dinamik ve yeni katılımlarla güçlenerek yoluna devam edecektir. Görevimiz, gençlere deneyimlerimizi aktarmak; çalışmalarda onlara yol açmak ve hatta onları ileri görev alanlarına taşımaktır.

Bu gençleşme furyası siyasette de çokça dile getirilir oldu. Elbette siyaset, insanların emekliliklerini değerlendirdikleri bir alan değildir. Siyasette hem edinilmiş deneyimler, hem de bunları yaşamın çeşitli alanlarında pratiğe geçirecek olan dinamizm değerlendirilmelidir. Bu anlamda soyut bir gençleştirme çabası yerine, deneyimli unsurların gençleri hazırlaması, onlara yol açması ve ileriye taşıması olarak tarif etmek daha doğru gibi. Umarım bu rüzgar doğru değerlendirilir; siyaset yaşamımız, temiz ve dinamik katılımlarla zenginleşir.

CHP ve partiiçi demokrasi

Doğal olarak bu rüzgardan etkilenmesi gereken partilerden birisi de CHP’dir. Aslında örgüte çok önem verilmesi gereken sol bir partide, yanlış uygulamalar sonucu, sağlıksız isimlerin ve politikaların ön plana çıkması, partinin rotasından sapması engellenememiştir. Parti adaylarının ve politikalarının belirlenmesinde örgütün katılımının engellenmesi, partinin sosyal demokrasiye evrilmesi yolunda zorunlu olan partiiçi eğitimin ciddiye alınmaması ise, ister istemez parti kadrolarının yenileşmesini, gençleşmesini ve daha dinamik bir çalışma ortamının sağlanmasını önlemiştir. Partinin bu haliyle sadece gençleştirilmesi yeni hayal kırıklıklarına yol açacaktır. Parti kuşkusuz ki, hem örgütüyle hem de adaylarıyla gençleştirilmelidir. Ama bu, gençlere örnek olacak siyasi deneyimlerini ve ideolojik birikimlerini aktaracak olan ve siyaseti kirlenmiş konulara alet etmemiş değerler öne çıkarılarak aşama aşama gerçekleştirilmelidir. Türkiye siyasetinin, özellikle sosyal demokrasi iddiasındaki CHP’nin yeni politika bezirganlarına ihtiyacı yoktur.

Demokrasi ve demokratikleşme konusunda mangalda kül bırakmayan çevrelere ve partilere karşın, yine bu kesimler tarafından çok eleştirilen CHP, partiiçi demokrasi konusunu lafta bırakmayıp Mart sonunda gerçekleştirdiği yaygın bir önseçimle önemli bir adım attı. Adayların ve parti politikalarının belirlenmesinde, bize göre yetersiz de olsa, örgütün görüşlerine ve katılımına olanak sağlayan tek parti olduğunu gösterdi. Şimdi beklentimiz bu adımların çoğaltılması.

Söz CHP’den açılmışken, kafama takılan şu kontenjan konusuna da değinmeden geçemeyeceğim. Bu seçimler nedeniyle kontenjandan aday gösterilmek için başvuran, bir kısmını da tanıdığım çok değerli partilileri tenzih etmek isterim. Kurallar böyle olduğu için onlar da gereğini yerine getiriyorlar. Fakat sorun bu kurallarda! Kontenjan neden kullanılır? Parti, ihtiyacı olup da bunun örgüt içinden karşılanamaması durumunda, ihtiyacını saptar ve örgütü içinden veya dışından bazı isimlere teklif götürür. Yani olması gerekenden söz ediyorum. Yoksa, “partinin ihtiyacı benim, beni kontenjandan atayın” diye bir başvuru yolu izlenmesinin, en başta bu başvuruyu yapacak olanlar için incitici olduğunu düşünüyorum. Şimdi pişmiş aşa su katmayalım; ama parti seçimlerden hemen sonra, bu kontenjana başvuru yöntemini tartışmalı ve kaldırmalıdır. Doğru olan, adayların yaygın bir şekilde önseçimle belirlenmesi, sonra da partinin bu önseçim sonrası ihtiyaç hissettiği, parti kadrolarına katkı yapacağını veya partiye oy kazandıracağını düşündüğü unsurlara teklif götürmesidir. Böylece, hem doğru isimlerin kazanılması sağlanır, hem de kontenjana seçilen isimlerin gereksiz tartışılması ve yıpratılması, partinin de bu nedenle yorulması önlenmiş olur. Kılıçdaroğlu tarafından dile getirilen, bir kez kontenjandan aday gösterilenin bir kez daha gösterilmemesi önerisinin de altı çizilmelidir.

Önseçim ve eşit yarışma olanaklarının yaratılması

Gördüğünüz gibi herkes gibi biz de Haziran’da yapılacak olan genel seçime ve onun öncesinde 29 Mart’ta CHP’de gerçekleştirilmiş olan önseçime odaklandık. Bir kez daha vurgulayalım, CHP’de önseçim uygulaması, siyasetimizin demokratikleşmesi açısından önemli bir adım. Şimdi atılması gereken yeni bir adım da, önseçimin demokratikleşmesi. Önseçim aday olanlar arasında eşit ve demokratik bir yarış sağlandığı ölçüde yarar sağlayacaktır. Önseçimde, maddi olanaklarla öne geçmenin ve propaganda adına yapılan israfın sona erdirilmesi de zorunludur. Önseçimlerde zaman zaman yol kazaları olabilir; yanlış isimler de öne çıkabilir; partiye katkı vereceği düşünülen isimler dışarıda kalabilir. Ama önseçim doğru bir adımdır; bunun mutlaka iyileştirilmesi ve daha da genişletilmesi gerekir.

Bir başka konuya geçmeden önce, hem diğer siyasi parti liderleri arasında tek bir örnek olarak kendisi de İzmir’den önseçime girmiş olan Kemal Kılıçdaroğlu’nu, hem de çokça kadın adayın ön sıralarda seçilmiş olmasını selamlayalım. Partileri demokratik bir işleyişe kavuşturmanın ve ülkemizde demokrasiyi geliştirebilmenin yolu bu tür örnek adımların atılmasından geçmektedir.

Çözüm süreci doğru yönetiliyor mu?

Şimdi de HDP’ye doğru esen rüzgarlara değinelim; yani HDP barajı geçecek mi, geçmeyecek mi, tartışmalarına! En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim; seçim barajı kabul edilemez. Bu çerçevede HDP’nin barajı geçmesine sevinirim. Antidemokratik uygulamalar sürdükçe, ne demokrasimizi ne de özgürlükleri geliştirebiliriz. Şimdi de polemik kısmına gelelim. Bu ülkede “çözüm süreci” adı altında sürdürülen çalışmalar ne kadar samimi? HDP, demokrasi ve özgürlükler konusunda duyarlı kesimlerin yeni tercihi mi? HDP ne kadar demokratik bir parti?

Kürt sorununun çözümüne ilişkin AKP politikalarının, aslında artık iyice olgunlaşmış olan bu konunun çözümü yönünde değil de, çözümsüz hale getirilmeye çalışıldığı konusundaki olumsuz görüşümü bir kez daha belirteyim. AKP de, HDP de, tüm toplumu bir konuda yanıltıyorlar. Kürt sorunu sadece AKP ve HDP’nin konusu değil, tüm Türkiye’nin sorunudur. Bu topraklarda yaşayan tüm halkları çözüm yönünde hazırlamadan, pazarlıklarla ve karşılıklı tavizlerle sorunun çözülebileceğini iddia etmek yanıltıcıdır. Bu sorun şeffaf bir şekilde, toplumun her kesimini kapsayacak boyutta tartışılmalı; soruna en olumsuz yaklaşanları bile ikna etme çabası gösterilmelidir. Sorun; demokratik, özgürlükçü, çağdaş bir Türkiye’yi yeni baştan ve birlikte oluşturma kapsamında ele alınmalıdır. Eğer maksat birlikte yaşamak ise tabii… Yoksa hep birlikte ağır bir fatura ödemeye hazır olalım.

Görülüyor ki, AKP bu seçime yönelik politikalarını milliyetçilik üzerine oturtuyor. Bu bağlamda, seçim propaganda çalışmalarını AKP ile paralel yürüten Tayyip Erdoğan, “Kürt sorunu yoktur” diyebiliyor. Aynı anda HDP, AKP diktatörlüğünden bahsedip önümüzdeki tehlikeyi işaretleyerek, demokrat, özgürlükçü ve sol bir “Türkiye Partisi” görüntüsü verme çabasında. Ama bu işin rahatsızlık yaratan yanı, bu birbiriyle zıt görünen iki siyasi yapının birlikte, “Çözüm Süreci” adı altında, kamuoyundan gizli bir çalışmayı adım adım ilerletirken, iktidarın ve Cumhurbaşkanının, kamuoyu önünde, çirkin bir nefret söylemiyle milliyetçi duyguları kaşıması nedeniyle, bu “süreç” ile atılacağı varsayılan adımların bir anda bir iç çatışma ortamı yaratabileceğinin yadsınamaz olması. Şüpheci ve sorgulayıcı yaklaşmamızın nedeni, “Çözüm Süreci”ne karşı olduğumuz anlamına alınmamalıdır. Bu değerli çabaların, harcanan enerjinin, yaratılan ümitlerin, bir hayal kırıklığıyla son bulup topluma ağır bir fatura ödettirmesinden endişe etmemiz nedeniyledir. Umarız yanılırız veya dostlarımız bizi bu konuda ikna ederler.

HDP de demokratikleşmeli

Arkasına bir rüzgar alan HDP’nin demokratik ve özgürlükçü bir sol parti olduğu iddiası ise dikkatle irdelememiz, sorgulamamız gereken bir değerlendirme. Bir yakıştırma olma ihtimali de var. Dileriz kendisine ümit bağlayanları hayal kırıklığına uğratmaz. Biliyoruz ki, her durumda, HDP liderliğinin birinci önceliği kendi gündemlerini hayata geçirmek olacaktır. Elbette bir sol partinin ilgilenmesi gereken konular da, “Türkiye partisi” görüntüsü verme çabasındaki HDP’nin seçim bildirgelerinde yer bulacaktır. Ama bunun sadece seçimlere yönelik bir manevra olduğu endişesi ister istemez kamuoyunda tartışılmaktadır. Burada dikkatimizi çeken bir noktaya değinmek isterim. 12 Eylül Referandumu dahil, sürekli AKP’ye destek olmuş liberal veya solu terketmiş çevrelerin, AKP’nin ipliği pazara çıktıktan sonra, sürekli taşıdıkları CHP karşıtlığını, bu sefer AKP yerine HDP’yi işaretleyerek sürdürme çabasında oldukları görülmektedir. Onların amaçladıklarının demokratik ve özgürlükçü bir ortamın sağlanması yerine “statüko” olarak niteledikleri anlayış ve siyasal yapılarla hesaplaşmak olması, bu desteği arkasına alan HDP’nin geleceği konusunda bizleri karamsar kılmakta.

Bana göre HDP, duygusal nedenlerle tepkisel ve faydacı yaklaşanlar yerine, toplumun belli kesimlerini temsil eden, özellikle kendini sol/sosyal demokrat olarak niteleyen partilerle iş ve güç birliğini geliştirmelidir. Türkiye’nin demokratik, özgürlükçü ve çağdaş temelde yeniden şekillendirilmesinde ortak olması gereken kesimlerle bir arada olmaya, en azından karşı karşıya gelmemeye çaba göstermelidir. HDP, demokratik siyasetin bir unsuru olmaya da özen gösteriyor ise, kendi iç işleyişinde demokratik normları hayata geçirmesi kadar, parti binalarının önündeki kutlamalarda, gerillayı, silahlı mücadeleyi öven müziklerle halay çeken partililer görüntüsü artık terk edilmelidir. Yoksa “AKP’nin milis güçleri..” diye başlayan eleştirilerimiz pek bir anlam taşımayacak.
Bu ay, polemik konusunu daha çok, önemsediğimiz ve güçbirliği içinde olunmasına özen gösterdiğimiz Kürt siyasetine ayırmış olduk. Amacımız kesinlikle örselemek değil, aksine doğruları beraber bulup yakınlığı pekiştirmektir.

Bu düzen değişmeli

Aslında asıl polemik konusu olması gereken kesimler, yaşadıkları bu kadar olumsuzluğa rağmen güçlü bir karşı çıkış gerçekleştirememiş olan toplum kesimleri. Zaten AKP de oylarını büyük oranda buralardan devşiriyor. Bunların başında emekliler geliyor. Ben de bir emekli olduğum için onların yaşadıkları sıkıntıları çok yakından biliyorum. Çarşı pazar fiyatlar el yakıyor. Emekliler, açlık ücretine mahkum edilmeleri yetmezmiş gibi, şimdi de adım adım geçilen paralı sağlık hizmeti uygulaması nedeniyle daha da mağdur ediliyorlar. Ülkemizde emeklilerin sayıları, herkes tarafından dikkate alınması gereken rakamlara ulaştı. Onların da, bu güçlerinin farkında olup örgütlenmeleri ve kendilerine reva görülen insanlık dışı yaşam standardına isyan etmeleri büyük önem taşımaktadır. Hal böyleyken, ne kendileri bir hareket gösteriyor, ne de kendisine “sol parti” diyen, emekten, yoksuldan yana politika üretmesi gereken siyasi hareketler bu konuda etkin olabiliyor. Böyle durumlarda alışkanlıkla veya yaratılan algı nedeniyle genelde hep CHP suçlanır. Ama Kılıçdaroğlu’nun emeklilere 2 maaş ikramiye sözü vermesi, kaynakların dağıtımında tercih ettiği sınıflara öncelik vereceğini belirtmesi, sol bir partiye yakışan bir davranış olmuştur. Ayrıca, düzene muhalefetin tek temsilcisi CHP olmamalı, diğer siyasi partiler HDP’sinden ÖDP’sine ve TKP’sine kadar, hatta buna meslek kuruluşları ve STK’lar da dahil edilmeli, sosyal yaşamla ilgili çok daha aktif görevler üstlenmelidir. Farklı çatılarda da olsa muhalefetin geniş bir cephesinin kurulması sağlanmalı, demokrasi ve özgürlükler mücadelesi için güç oluşturulmalıdır. Bu baskıcı soygun düzeni yıkılmalıdır.
*Erol Kızılelma,
SODEV Başkanı,
ekizilelma@hotmail.com