Terör, her zaman belli güçler tarafından kullanılan bir enstrüman olmuştur. Sağdan soldan birçok terör örgütü, belli çıkarlar adına kullanılagelmiştir. Ama terörün toplumsal bir destek bulması ve bu boyutta toplumsallaşması, din ile bağlantısının kurulmasından sonralara rastlar. Özellikle, demokrasi kültürüne uzak, kendi rönesansını yapamamış topraklarda din unsurunun, terörün hayat bulmasında kolaylaştırıcı olduğu görülmüştür. Önceleri, hedefi fetvalarla belirlenen Salman Rüşdi, Aziz Nesin ve Madımak, Teslime Nesrin, karikatür cinayetleri vb. olaylarda belli hedeflere odaklanılırken, artık giderek kitlesel hedeflere yönelinmiştir.
Diğer terör örgütleri gibi dinsel odaklı terör örgütleri de, belli hedefler için kullanıma açık taşeron görevleri üstlenegelmişlerdir. ABD’nin Sovyetler Birliği’ne yönelik yeşil kuşak politikası çerçevesinde El Kaide’nin oluşturulması gibi, yine Ortadoğu’ya dönük emperyal arzular da IŞİD ve benzeri, din orijinli örgütlere kan vermiştir.
Bu tür taşeron terör örgütlerinin, görünür hedefleri dışında, çok önemli gelişmelere önayak olmaları da dikkatle değerlendirilmelidir. Örneğin ABD’nin 11 Eylül’ünün Afganistan ve Irak’a yönelik bağlantısı, sadece komplo teorileri ile anlatılamaz; IŞİD ile Suriye bağlantısı da aynı şekilde.
Yanlış politikalarda ısrar edince…
Arap Baharı ile ne amaçlandığı, ne elde edildiği bir yana, bizi ilgilendiren bir boyutu da Türkiye’nin bu projelerdeki yeridir. Türkiye yönetiminde ve doğal olarak dış politikasında 10 yılı aşkın belirleyici olan Tayyip Erdoğan’ın, verilen görevler dışında hayallerinin de esir ettiği politikalarının, hem bölgeyi hem Türkiye’yi nerelere sürüklediği, tarihçiler için ilginç bir inceleme konusu olacaktır.
Baştan sona fiyasko ile sonuçlanan bu politikaların, sonuç alamasa bile, nur topu gibi bir IŞİD’in kucağımıza doğmasına veya gelişmesine katkıda bulunduğu inkar edilemez. Tayyip Erdoğan’ın hayallerinin boyutu nerelere kadar uzanıyordu, hedefleri neydi; müneccimlik yapacak değilim elbette. Ama burada kendi hayal gücümüzü harekete geçirirsek; diyelim ki, Ortadoğu’da Osmanlı’nın mirasçısı, ama çok daha İslamcı, bir rejimin elbirliğiyle kurulması gerçekleşebilir miydi? Ayrıca, bölge halklarının bir lider arayışında olduğu ve Tayyip Erdoğan’ın bu ihtiyacı karşılayacağı egosu da göz ardı edilmemeli. 21. yüzyıla özgü böyle bir imparatorluk kurulabilir miydi? Silahlı İslamcı grupların böyle bir çabaya katkısı ne olurdu? Böyle bir imparatorluk, Erdoğan ailesine mi yoksa başka güçlere mi hizmet ederdi? İnsan böyle hayaller kurabilir mi acaba? Türkiye de artık bir İslam devleti olarak nitelenirse, İslam coğrafyasındaki bütün ülkelerin, İslam Baharı’na çevrilecek böyle bir projenin figüranı olup olamayacağının ön çalışmaları yapıldı mı acaba?
Neyse, fantezileri bir yana bırakırsak; terörün dünyada bir karabasan olarak yükselmesinde, bu konjonktürde uygulanan yanlış politikaların katkısı olduğu bir gerçek. Elbette bu yanlışlarda Türkiye’nin de büyük payı var. İleride, 17-25 Aralık soruşturmaları çerçevesinde yakalanan TIR’larla ilgili gerçekler ortaya çıktığında belki daha sağlıklı değerlendirmeler yapılabilir. Ama Irak’ta ve arkasından Suriye’de bir otorite boşluğu yaratılması sonucunda oluşan yıkımın sadece bu ülkelerle sınırlı kalmaması, bütün dünya için önemli bir ders olmuştur herhalde. Terör örgütlerinin programlanma ve kullanılma konusunda herkesi yanıltabileceği unutulmamalı.
Uyguladıkları vahşetle haklı bir tedirginlik yaratan dinci terör örgütlerinin, -Boko Haram’ın Afrika’daki vahşeti bir yana bırakılırsa- El Kaide’nin bir kolunun Paris’te Charlie Hebdo’ya saldırmasıyla flaş bir çıkış yaptığı inkar edilemez. Arkasından Suruç, Ankara ve tekrar Paris katliamları tüyleri diken diken etmeye yetti. Tabii bu süreçte Beyrut ve Tunus’ta yapılan katliamların da bunlara eklenmesi gerekli. Dinci terör örgütlerinin daha çok ve kolaylıkla intihar komandoları kullanarak farklılıklarını ortaya koymaları, bir panik havası yarattı denebilir.
Peki dinci terörün yükselmesinin, önümüzdeki süreçte ne tür tepkilere yol açabileceğini düşündünüz mü? Öncelikle Avrupa’da, demokrasi kültürünün yansıması olan liberal yaklaşımların, dine ve dinci anlayışlara gösterdiği toleransın sorgulanacağı bir dönem yaşayacağımızı sanıyorum. Özellikle ülkemizde laikliğin bir “laikçi” takıntısı olarak algılandığı bir dönem yaşandıktan sonra, artık büyük çoğunluğun, laikliğin ne kadar önemli olduğunu algılamaya başladığı bir sürece adım atılması, önemli altüst oluşların yaşanacağının habercisi. Örneğin, Arap Baharı’nın etkisiyle Tunus’un AKP’si sayılacak ılımlı dinci bir partinin iktidara gelmesinden bir süre sonra, laiklik konusundaki duyarlılığın tekrar etkili olmasıyla, iktidarı devretmesi ilgiyle izlenmeli.
İlle de “Suriye” diye diye…
Zamanında, Tayyip Erdoğan adıyla özdeşleşmiş mevcut yönetimin ülkemizi adım adım savaşa sürüklemek istediğini, Suriye bataklığının ülkemizin başına bela açacağını hep söyledik. Suriye’de mevcut rejimin, silahlı İslamcı grupların desteklenmesi yoluyla devrilmek istenmesini çok tehlikeli bulduk. Nitekim Suriye’deki silahlı İslamcı gruplar bütün dünyaya tehdit haline dönüştü. Suriye’de belli amaçlar için kullanılması düşünülen bu silahlı gruplar, Suriye ve Irak’ta Sünni olmayan gruplara karşı uyguladıkları vahşetten sonra, silahlarını Türkiye’ye çevirdi. Suruç’ta ve Ankara’da düzenlenen canlı bomba saldırıları, büyük katliamlara yol açtı. ABD ve özellikle de Türkiye tarafından desteklendiği söylenen dinci terör örgütlerinin son marifeti ise Paris katliamı.
Açıktan desteklenmeseler bile, bu dinci terör örgütleri, Irak ve Suriye’de izlenen yanlış politikaların ürünü. Bu yanlışın en büyük faturası da maalesef Türkiye halkı tarafından ödeniyor, ödenecek. Bu yanlış politikaların yan ürünlerinden biri, Avrupa’yı da büyük ölçüde tedirgin eden göçmen faciası diğeri de Türkiye’nin anlamsız yere Rusya ile ilişkilerinin bozulması. Avrupa, göçmen sorununu Türkiye’nin üzerine yıkarak, kendisini kurtarma yolunu seçti. Bunu da, demokrasi ve özgürlükler konusundaki genel ilkelerini bir yana bırakıp Türkiye’deki antidemokratik uygulamalara ve basın özgürlüğünün tamamen yok edilmesine gözlerini kapayarak yaptı. Şimdi Türkiye göçmen sorununu tek başına göğüsleyecek. Türkiye’deki büyük sayıdaki göçmen topluluğunun, birçok sorun yanında kriminal sorunlar da yaratacağı biliniyor. En başta da, İslamcı terör örgütlerinin eleman devşirmesi için elverişli bir ortam yaratılmış olacak.
Sözün kısası, en sonuncusu Paris’te gerçekleştirilen katliamların arkasında IŞİD gibi, El Nursa gibi, El Kaide gibi İslamcı terör örgütlerinin olduğu biliniyor. Bu örgütlerin destekleyicileri arasında Türkiye ve Tayyip Erdoğan’ın olduğu söylentisi de çok yaygın.
*Erol Kızılelma,
SODEV Başkanı,
ekizilelma@hotmail.com