AKP’nin iktidara geldiği ilk günden beri, hep bir önceki günü arar halde yaşadık. Kabus gibi olaylar yaşadığımız, teröre ve savaşa yüzlerce kurban verdiğimiz 2016 yılı, aynı zamanda faşizmin kurumsal yapısının oluşturulması için uygun gerekçelerin hazırlandığı ve adım adım uygulandığı bir yıl oldu. Bu gidiş nedeniyle 2017 için de pek ümitli olamıyor insan.
2016 yılının, neredeyse bütün dünya için kötü geçtiğini söyleyebiliriz. Özellikle yoksul halklar için. Dünya hem siyasal hem de ekonomik açıdan çok istikrarsız bir yıl yaşadı. Türkiye ise, zaten 2000’li yılların başından beri bu olumsuz yola girmişti.
Ülkemiz, uzunca süredir kötü politikacılılar tarafından yönetiliyor. İşte bu olgu, ana amacı bir soygun düzeni kurmak olan, bunun için de Cumhuriyet ile hesaplaşma peşinde, demokrasi ve özgürlük düşmanı, gerici politikalar uygulamaktan kaçınmayan bir iktidarın kurulmasının yolunu açtı. AKP iktidarının ilk günlerinden başlayarak, onun bu yüzünü sergilemeye, halkı uyarmaya çabaladık. Bu çabamızda yeterli ve başarılı olamadık maalesef.
Rejim değişikliği
15 yıldır iktidarda olan AKP, her geçen gün daha çok hata, birçok yanlış uygulamaya yaptı. Hukuk tanımayan bir çıkar ortaklığı olarak kurulan ve yapılan yanlışlar için hesap vermekten kaçınan AKP iktidarı, elbette mecbur kaldığı için de adım adım demokrasiden uzaklaştı. Yolsuzluklarla şaibeli her iktidar gibi, hak hukuk tanımayan, muhalefeti güç ile bastıran bir iktidara dönüştü. Bu dönüşümü ise, yasal düzenlemeler yerine fiili oldu bittilerle gerçekleştirme yoluna gitti. Anayasasızlaştırarak yönetirken bir yandan da anayasadan şikayet eden AKP, şimdi MHP ile birlikte, fiilen uyguladığı bir baskıcı rejimin yasal dayanaklarını oluşturma peşine düştü. AKP ve MHP’nin birlikte oluşturdukları yeni Milliyetçi Cephe, AKP’nin 15 yıllık her açıdan kirli döneminin üstünü örtmeyi, yargılanmaktan kaçırmayı ve aklamayı amaçlamaktadır. AKP, önce “yetmez ama evet”çilerin, şimdi de MHP’nin sırtında hedefine yürümektedir.
Türkiye de rejimini yenileyebilir, daha sağlıklı bir işleyiş oluşturabilir. Hele 12 Eylül Anayasası’nın yenilenmesi zorunludur. Ama bu değişiklikler tam demokratik bir ortamda, herkesin özgürce tartışmaya katılmasıyla gerçekleştirilmelidir. Ama sen, OHAL şartlarında, düşünen ve konuşan herkesin tutuklama tehdidi altında bulunduğu; yandaş medya dışında basın özgürlüğünün yok edildiği; derneklerin, vakıfların baskı altına alındığı bir ortamda, kafandaki değişikliği hayata geçirmeye kalkışıyorsan, niyetin bozuk demektir. Yolsuzluklarla şaibeli bir rejimi koruma altına almak istiyorsun demektir. İşlediğin suçları örtbas etmek istiyorsun demektir.
Dünyanın neresinde olursa olsun, toplumun bir kısmını yok sayarak, farklılıkları görmezden gelerek oluşturulacak bir anayasa meşru kabul edilemez. Toplumun bir kısmının diğeri üzerinde kuracağı baskıyı meşrulaştırma çabası olan diktatörlük anayasalarına verilecek her destek, o ülkenin soyulmasına, halkın ezilmesine, ülke bütünlüğüne indirilecek darbeye ortak olmak demektir.
Türkiye, bir yandan tarihinin en büyük soygununu yaşarken bir yandan da siyasetin faşizan ve dinci eğilimli iki aşırı sağ partisi tarafından ayrıştırılarak yeniden şekillendiriliyor. Çok daha karanlık günlere doğru adım adım ilerliyoruz.
Diktatörlükler ve gaflet
Dünyanın her yerinde diktatörlükler, halkını soymak üzere kurulur. Bu macera, büyük oranda halkın yoksullaşması, işini kaybetmesi ve çoğunlukla da savaşla yani yeni yeni ölümlerle sonuçlanır. Ülkeyi yönetemez hale gelen, kendi paçasını kurtarma derdinde olan yönetimler çıkar yol olarak hep savaşı görmüşlerdir.
Bir ülkede çok sayıda seçilmiş parlamenter ve belediye başkanı ile çok sayıda gazeteci ve akademisyenin tutuklanması, yine çok sayıda derneğin kapısına sorgusuz sualsiz kilit vurulması, binlerce kişinin işlerinden çıkarılması yaşanıyorsa, demek ki sadece düdük çalıp “oyun bitti” diyen darbecilerden şikayetçi olmak yetmiyor. Demokrasi ve özgürlükleri kısıtlayan her anlayışla mücadele etmek zorunludur.
Terör, uygun bulduğu ortamlardan güç alır. Bir soygun düzeninin kutuplaştırdığı bir toplum yapısı, özgürlüklerin ve demokrasinin kısıtlandığı, hak ve hukuk ihlallerinin hakim olduğu bir ortam, terör örgütlerine ve terörden yararlanmak isteyen güçlere arayıp da bulamayacağı bir olanak sağlar. İki aşırı sağcı partinin, sadece kendi beklentileri doğrultusunda ülkenin rejimi ile oynaması da, Cumhuriyetle hesaplaşma ve ülkenin bütünlüğünü yok etme peşindekilere uygun bir ortam hazırlayacaktır. AKP’nin, ülkenin ve halkın esenliği ile ilgilenmek yerine, yanlış politikalarında ısrar edip, yolsuzlukla şaibeli iktidarını bir diktatörlükle koruma peşinde olması, maalesef geleceğimizi karartmaktadır.
Ardarda gelen terör olayları nedeniyle yaşadığımız iç acıtıcı sahneler yürek parçaladı. Gencecik insanlar toprağa verildi. Terörün neye hizmet ettiğinin ve gerçek amacının ne olduğunun herkes tarafından çok iyi anlaşılması gerekir. Terör, bugün önlemek için ne ile mücadele ediliyorsa tam da ona hizmet etmektedir. Ülkenin bölünmesine, demokrasi ve özgürlüklerin askıya alınmasına, baskıcı rejimler kurmak isteyenlere ve ülkeyi acımasızca soyanlara en büyük destek terör tarafından verilmektedir. Doğal olarak terör de, bütün bu iç ve dış karanlık çevrelerin gizli açık desteğini almaktadır. Görülüyor ki, demokrasi ve özgürlükler için verilecek mücadele terörle mücadeleden de ayrı tutulamaz.
Dış politikada iflas
AKP’nin dış politikası bütünüyle yanlış ve tehlikelidir. Bunların başında da Suriye’de yapılan yanlışlar gelmektedir. AKP hükümeti, Suriye’de yaşanan içsavaşı kışkırtmakla, Suriye’de rejimi değiştirmek istemekle, Suriye’deki İslamcı terör örgütlerine destek vermekle şaibelidir. Bu iç savaşta yüz binlerce insanın ölümünde, milyonlarcasının göç etmesinde, bu yaşananlara koşut olarak ülkemizin sınır güvenliği ile bütünlüğünün tehlikeye sokulmasında AKP iktidarının vebali çok büyüktür. Bu iktidarın ilk gününden beri yapılan eleştirilerin hepsi maalesef haklı çıkmıştır. Bu yanlışlar ülkemizdeki terörü tetiklemiş, ona uygun ortam yaratmıştır. Suriye savaşının yeni cephesi Türkiye’dir. Suriye iç savaşı kışkırtılırken yangının Türkiye’ye sıçrayacağını öngöremeyenler bu sonucun sorumlusudur. Zaten soygun düzeni nedeniyle nefesi kesilmiş olan ekonomi de bundan olumsuz etkilenmiştir. AKP’nin hesapsız, oradan oraya savrulan, maceracı, saldırgan dış politikasının faturasını şehit evlatlarımızla, artan yoksulluk ve işsizlikle, ülkenin geleceğine duyduğu endişe ile bizzat halkımız ödemektedir. Bunların hesabının da sorulması ve verilmesi gerekmektedir.
Şimdilerde iktidar çevreleri tarafından, her derde deva olarak birliğin korunması ve birlikte hareket edilmesi gerektiği ileri sürülüyor. Ama birlik anlayışı olarak, herkesin iktidar gibi düşünmesi; onun yaptıklarının onaylanması; hırsızlıklara ve yolsuzluklara göz yumulması, haksızlıklara, hukuksuzluklara, zulme ses çıkarılmaması anlaşılıyorsa; bu, toplumda birlik oluşturmaktan çok onarılamaz bir yarılma yaratır. Yanlış politikalar nedeniyle halktan, çocuklarını toprağa verirken vatan sağ olsun demesini ve bunu kaderi olarak algılamasını istemek büyük haksızlık oluşturacaktır.
Demokrasi için güç birliği ve eşgüdüm
Asıl birlik sorununun çözülmesi gereken yer, demokrasi cephesindedir. Demokrasi güçleri, birlikte mücadele örgütlenmeden faşizmle baş edilemeyeceği konusunda hemfikir iken, ne yazık ki bugüne kadar bu konuda hatıra sayılır bir adım atılabilmiş değil. Elbette bu konuda birçok şey söylemiş olmasına rağmen bu konudaki görüşler, yaşanan deneyimler doğrultusunda değişiyor, gelişiyor. Demokrasi cephesinin en büyük eksikliği kendi içinde demokrasi kültürünün gelişememiş olması. Herkes, birlikte hareket edilmesi gerektiğini söylüyor; ama herkes de, birliğin kendi görüşleri etrafında ve doğrultusunda oluşturulması gerektiğine inanıyor. Farklı yapılar, birbirlerinin farklı ideolojilerde, farklı politikalarda, farklı örgütlenmeler içinde olduğunu ve buna saygı gösterilmesini kabullenemiyor. Bu yüzden, örneğin, CHP’nin kendi içinde çözmesi gereken sorunları, politik arayışları, dışarıdan eleştirilerle ve müdahalelerle çözmeye kalkışıyorlar. Bunun hiçbir yararı olmadığı gibi demokrasi güçlerinin güç birliğini engellediği bir türlü görülemiyor.
Demokrasi güçlerinin birlikte hareket edilebilmesi için, her yapının birbirinin farklılığına saygı göstermesi ve bu farklılıklara rağmen birlikte hareket edilebileceği konusunda bıkmadan usanmadan birbirlerini ikna ve teşvik etmeleri gerekiyor. Demokrasi mücadelesi için vazgeçilemeyecek en büyük güç CHP’dir. CHP’nin demokrasi mücadelesine öncülük edebilmesi konusunda ikna edilmesi zorunludur. Diğer demokrasi güçleri de onun etrafında yerlerini almalıdır. Kimse kendi özgün politikalarını merkeze almamalı, kendi dayatmaları ile güç birliğinin zayıflamasına neden olmamalıdır. Günümüzün acil ve öncelikli konusu, demokrasinin yeniden tesis edilmesidir. Demokratik bir ortam sağlanmadan, her birimizin hiçbir politikasının hayata geçirilmesi şansı bulunmamaktadır.
Demokrasi güçleri, hiçbir kesim dışarıda bırakılmaksızın bir masa etrafında buluşmalıdır. Öncelikle yapılması gereken, karşılıklı birbirlerinin görüşlerini öğrenmek, bilgi alışverişinde bulunmaktır. Demokrasi mücadelesinde herkesin etkinlik takviminin masaya konulması ve bu etkinlikler konusunda bir eşgüdümün sağlanması ikinci adım olmalıdır. Sonra da; yapılabiliyorsa, etkinlikleri ortaklaştırmak ve güç birliğini geliştirmek projelendirilebilir. Bu adımların sırasıyla geliştirilmesi, farklılıkların birbirini daha yakından tanımasına ve birbirine karşı güvenin oluşmasına da katkı yapacaktır.
Güle güle 2016
Yaşamımızdan çok kıymetli bir yıllık süre daha eksildi. Keşke dolu dolu, mutlu ve huzurlu bir yıl yaşamış olsaydık. Aksine 2016 birçok acıları ve olumsuzlukları yaşadığımız bir yıl oldu. AKP iktidarının, kendi heybesinde bulunan şaibeler nedeniyle, demokrasiden giderek uzaklaşmak ihtiyacını hissetmesi, ülkemiz adına yaşadığımız en büyük şanssızlık olmuştur. AKP’nin bu yolda attığı adımlar, 2016’da, artarak devam etmiştir. AKP, iktidarı süresince, yaptığı haksızlık ve hukuksuzluklarla toplumda giderek artan bir kutuplaşmaya neden olmuş ve bunu kendi açısından yararlı görmüştür. Her baskıcı iktidar gibi, şoven, dinci ve popülist politikalarla halkın istismarı konusunda önemli çabalar sarf etmiş, ülkenin göz göre göre adım adım bir felakete sürüklenmesi yolunu, bütün uyarılara rağmen ısrarla sürdürmüştür. AKP kaostan nemalanacağını sanmaktadır; nitekim bu güne kadar bu yararı sağlamıştır. Ama farkında olmalıdır, ki bu yol, hem kendisinin hem de ülkenin felaketine uzanmaktadır.
2016’da AKP hesabına kesilecek fatura, geçmiş yıllardan da fazladır. Ülkenin Suriye batağına girmesi ve Türkiye’nin bu savaşta bir cephe durumuna düşmesi, AB ile ilişkilerin olumlu geliştirilememesi, Suriye’deki ateşin terör ve bir iç savaş korkusu olarak ülkemize sıçraması, AKP’inin dış politikayı ayak oyunlarıyla götüreceğini sanması ve en son Rusya Büyükelçisi’nin trajik şekilde katledilmesi, bu faturanın dış politika ile ilgili ayağı. İç politika ise başından beri her adımıyla sorgulanmalıdır. Sadece ülkenin bir darbe ortamına getirilmesi ve bu darbenin mimarlarından birisinin de AKP olması yeterlidir. AKP’nin, demokrasi ve özgürlükler karşıtı kimliği, mezhepçi ve nefret içeren üslubu, yolsuzluklarla ilgili şaibelere bulaşmış olması, 2016’ya da damgasını vurmuştur.
Son söz ve veda…
Değil 2017, düşmanlaştıran, bölücü, ayrıştırıcı, kin ve nefret içeren üslubuyla, yaşam tarzına müdahale eden, yolsuzluklarla şaibeli, antidemokratik politikalarıyla Tayyip Erdoğan bu görevde kaldığı sürece Türkiye’nin olumsuz kaderi değişmeyecektir.
Başkasını gönderemedik ama ben, yaklaşık 20 yıldır Genel Müdür ve Başkan olarak SODEV’de sürdürdüğüm görevlerimden, ailevi sorumluluklarım nedeniyle yaptığım bir tercih sonucu, Şubat 2017’de gerçekleştireceğimiz Genel Kurul’da ayrılıyorum. Doğal olarak SODEV’deki yükümlülüklerimden biri olan Sosyal Demokrat Dergi imtiyaz sorumluluğumdan da ayrılıyorum. 20 yıllık SODEV yöneticiliğim boyunca neredeyse her gün sabahtan akşama yürüttüğüm mesai, benim için bir yaşam biçimine dönüştü. Bu nedenle zorunlu olarak verdiğim bu ayrılık kararı benim için çok zor oldu. Ama hatasıyla sevabıyla yürüttüğüm bu görev sırasında, SODEV’in amaçları doğrultusunda bir kimlik kazanması için elimden geldiğince çaba sarfettim. Bu çaba boyunca, yoldaş olduğum tüm SODEV üyeleri ile omuz omuza birlikte mücadele verdiğimiz sivil toplum kuruluşu yöneticilerine teşekkür ederim.
*Erol KIZILELMA
SODEV Başkanı
ekizilelma@gmail.com