00b7a1a8mansetc

Erol Kızılelma – Dünyanın ve Türkiye’nin Krizi

Sorun sadece bizim sorunumuz değil. Neredeyse bütün dünyada, militarist, saldırgan akımların güçlenmiş olması, şiddetin ve silahlanmanın alabildiğine yaygınlaşması bir tesadüf değil. Bunlara bir de, ABD saldırganlığının, nükleer silahlarla ilgili olarak İran ve Rusya’yı tahrik eden politikalarını ekleyin. Sorumlusu, ülke yönetimlerine hakim olan neoliberal anlayış…

Dünyanın birçok yerinde, neoliberal düzenin yarattığı gelir adaletsizliğine duyulan tepkiler, bir yeni zam veya bir yeni vergi haberiyle patlamaya dönüşebiliyor. Neoliberal soygun düzeni derin bir krize girmiş durumda. Birçok ülkede orta sınıfların yok edilmesi ve yoksullaşmanın artması, ekonomileri çok kötü etkiledi. Başlangıçta iddia edilenin aksine, neoliberal politikalar huzur ve mutluluk getirmedi. Zenginler daha zengin oldu, fakirler daha da fakirleşti. Neoliberal politikaların uygulayıcıları ise bu kısır döngüden çıkabilmek, halkların tepkisini önlemek veya kullanmak için militarist ve milliyetçi politikalar silahına sarıldı. Dünyanın her yerinde popülist sağ hareketler yükselişe geçti. Özellikle Avrupa’daki ırkçı ve göçmen karşıtı popülist sağ partilerin yükselişi Avrupa için tedirginlik kaynağı oldu.

Arap Baharı süreci bu gelişmeler sonucu oluşmuş değildir; olsa olsa neoliberalizmin iktidarını uzatma amaçlıdır. Ortadoğu’nun altının üstüne getiren Arap Baharı, bütün emperyal müdahalelere rağmen gücünü yitiren neoliberal sürece fazla katkı yapamadı. Olan, yaşamını yitiren yüz binlerce insana ve milyonlarca göçmene oldu.

Neoliberal iktidarların savaşçı, militarist, şiddet yanlısı politikaları ister istemez karşıtlarını da üretti. Şimdi, Gezi’den ve Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketlerinden kalkarak bütün dünyada etkisini gösteren direnişlerin iktidarları ürkütmeye başladığını ve geri adım atmaya zorladığını görüyoruz. 2019 sonbaharı, gelir eşitsizliğine karşı sokağa dökülen kitle hareketleriyle ısındı.

Şili‘de metro ücretine yapılan zamlara karşı başlatılan ve ülke çapında yayılan protestolar devam ederken, gösterilere güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu çok sayıda ölen ve yaralananın yanında binlerce kişi gözaltına alındı. Yoksulluğa ve eşitsizliğe duyulan tepki nedeniyle Şili’de, faşist Pinochet darbesi günlerinin “El pueblo unido, jamas será vencido!” (Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez”) sloganıyla sürdürülen protestolar, Şili Devlet Başkanı Sebastian Pinera’ya geri adım attırdı. Zamları geri almak zorunda kalan Pinera, tüm bakanların da istifasını istedi.

Lübnan’da ise ekonomik durumun kötüleşmesi ve iletişime yeni vergiler getirilmesi yüzünden ülke düzeyinde yayılan protesto gösterileri nedeniyle geri adım atan Hariri Hükümeti, hiçbir vergi getirmeyeceğini açıkladı. Kitlelerin sokaktan çekilip çekilmeyeceği ise merak konusu. Bu arada Güney Amerika ülkelerinin neredeyse tümünde hareketlilik var ve devam ediyor. Ayrıca, Irak’tan Hong Kong’a, Cezayir’den Endonezya’ya kitleler sokaklarda.

Türkiye ne durumda?

Yolsuzluk girdabındaki ülke ekonomisini krizden kurtarıp itibar kazandırma sevdasındaki yönetim, attığı yanlış adımlarla ülkeyi daha da itibarsızlaştırıyor. Özelleştirmeler ve şaibeli ihalelerle Türkiye’ye tarihinin en büyük soygununu yaşatan ekonomi yönetimi, sadece Saray’ın kontrolünde. Yolsuzlukla şaibeli yönetimin yarattığı tahribat israf ve şatafatla daha da katmerleniyor. Çıkış yolu olarak buldukları ise, şoven duyguları tahrik ederek halkın dikkatini başka yöne çekecek militarist politikalar.

Bugüne kadar Suriye’de uygulamaya sokulan yanlış politikaların yarattığı felaketleri gidermenin yolu, -tabii eğer arzu ediliyorsa- Türkiye ile Suriye arasında barışı tesis edecek ve iyi komşuluk ilişkilerini geliştirilecek politikaları üretmektir. Ancak, ülkemizin Suriye topraklarında giriştiği askeri harekat sonrası, ele geçen topraklarda bir geçici hükümet ve askeri mahkemeler kurulmasının, barış ve iyi komşuluk yönünde dile getirilenleri anlamsız kıldığı çok açıktır. Zaten Erdoğan yönetiminin, ele geçen topraklarda şehirler kurup üniversiteler açma kararları alması, “perşembenin gelişini çarşambadan” belli etmişti. Suriye devletine yönelik düşmanca ve bölücü politikalarla, ülkemizin sınır güvenliğinin sağlanabilmesi ham hayaldir.

Erdoğan yönetiminin dış politikasındaki büyük hatalar kadar iç politikada tek adam yönetimini benimsemesi ve demokrasiden artık iyice uzaklaşması, itibar arayışlarını etkisiz kılmaktadır. Devleti de ele geçirmiş bir yönetim anlayışının, devlet -siz Saray anlayın- güdümünde bir medya ve yargı yaratarak demokrasi kuramayacağı; hak hukuk dağıtamayacağı; adalet sağlayamayacağı çok açıktır. Demokrasiden uzaklaşılması ülkemizin yaşadığı krizi derinleştirmektedir.

Krizin, giderilmesi uzun yıllar alacak kısmı ise, -din kurumu dahil- istisnasız bütün kurumlarda yaratılmış olan büyük tahribattır. Güvenlik güçleri geleneksel yapılarından uzaklaştırılmış, neredeyse bir milis gücüne dönüştürülmüştür. Bu çerçevede bireysel silahlanmanın, yeni liberal düzenlemelerle çok daha yaygın hale getirilmesine dair endişelerimi de dile getirmek isterim. Eğitim; araştırıcı, sorgulayıcı ve eleştirici gençler yetiştirme idealinden uzaklaştırılıp, dindar nesiller yetiştirme projesine dönüştürülmüştür. Her ile-ilçeye gecekondu üniversiteler kurularak, üniversitenin gençleri özgürleştirecek, kendi kişiliklerini kazandıracak kurumlar olması bilinçli olarak engellenmiş, üniversite aile ve çevre baskısı altında öğrenim sürdürülebilecek bir orta öğrenim kurumuna dönüştürülmüştür. Din siyasallaştırılmış, ayrıştırıcı bir işlev kazanmıştır. “İmam Hatip”ler üzerinden, iktidara sadık bir dinci sınıf yaratılmıştır.

Krizin ekonomi ayağı ise, tam bir itibar yıkımının altında kalmıştır. Ekonomi, yandaş tabir edilen bir yeni zenginler sınıfı yaratılması için çalışma yürütmüştür. Özelleştirmeler, ihaleler, tahsisler yoluyla çok sayıda milyonerimiz olmuş; ama ekonomi, üretimden uzaklaşmış ve komisyon söylentilerinin ayyuka çıktığı inşaat ve ithalat sektörlerine kaymıştır. Tarım ve hayvancılık bitirilmiş, çok sayıda köylünün dertleriyle uğraşmak yerine iş bitirici ithalatçılarla, yandaş inşaat müteahhitlerinin yaptığı gibi, “anamız ağlatılmıştır”. İşsizler ordusunun büyümesi ve emekliler ordusunun hızla yoksullaşması kontrolden çıkmış, sayılar üzerinde sihirbazlıklar yapılarak tepkilerin önlenmesi çabasına girilmiştir.

Krizin boyutlanması, dış politikada halkın duygularını istismar eden militarist ve savaşçı bir konum aldırdığı gibi, iç politikada da korkutma amaçlı baskı ve şiddet yanlısı politikalar hakim kılınmıştır. Bu gelişmelerin en merak yaratıcı yanı ise, kriz yıkımının altında kimin kalacağı olmaktadır. Halk yıkım altında kalmaya rıza gösterecek midir? Yoksa krizin sorumlularından hesap mı soracaktır?

*Erol KIZILELMA
SODEV Eski Başkanı
ekizilelma@gmail.com