Cumhuriyetin ilk yüzyılının 50 yılını, hatta 75 yılını yaşamış, yapılan doğru ve yanlışları görmüş, pratikleri deneyimlemiş birçok insanımız hala hayatta. Yeni kurulmuş bir Cumhuriyet’te, onun heyecanını, sıcaklığını yaşayan bu kuşaklar, yarım kalmış da olsa aydınlanma ateşiyle tanışmış, yerli malı haftalarıyla büyümüş, törenlerde şiir okurken gözleri yaşarmış, laikliği tartışılamaz sanan bu insanlar, bugün büyük bir hüzün ve hayal kırıklığı içinde.
Evet, ülkemiz uzunca zamandır kötü yönetiliyor. Aydınlanma ve laikliğin artık esamesi bile okunamıyor. Kimi çıkmış, “Cumhuriyet geçici” bu parantezi kapatacağız” demiş, kimisi “sağ sol bitti” diye liberal politikaları dayatmış, kimisi kimlikleri öne çıkarıp toplumu kutuplaştırmaktan yarar ummuş, kurucu lidere saygı duymak bazılarınca ayıplanmış, din kurumu kontrol altında tutulamadığından çarpık anlayışlar din diye pazarlanıp toplumdaki yozlaşma had safhaya ulaştırılmıştır.
Bütün bu yanlışlar ve insanımızın her açıdan istismarı, bir soygun düzeninin yerleştirilmesini, ona karşı çıkılmasını önlemeyi, halkın uyanışını bastırmayı kolaylaştırdı. Hele son 20 yılda yapılanlar, bütün yanlışları pekiştirdi. Bütün ekonomik teoriler altüst edilip, hepsi yandaşların nasıl zenginleştirilebileceği doğrultusunda yorumlandı. Açıkçası ülkemiz, tarihinin en büyük soygununu yaşadı, yaşıyor. Bunu sürdürebilmek için de, doğal olarak demokrasi ve özgürlükler rafa kaldırılıyor, baskıcı ve otoriter, popülist sağ ve dinci anlayış iktidara sıkıca tutunuyor.
Yaşı 50, 60, 70’i geçmiş kuşaklar, genç nesillere çağdaş, demokratik, laik ve gelişmiş bir ülke bırakamamanın ezikliği içinde. Şimdi elimizde, ekonomisi iflas etmiş, yoksulluk ve işsizliğin tavan yaptığı, elindekini avucundakini sattığı için ülke ülke dolaşıp kaynak dilenilen, borçlanma düzeyinin ulaştığı nokta nedeniyle Osmanlı kapitülasyonlarına rahmet okutacak şekilde beli bükülen bir ülke kaldı.
Özellikle son 20 yılda, Cumhuriyetin değerleri ve kurumları ağır tahribata uğratıldı. Yargı, eğitim, din, güvenlik kurumları, iktidar sahiplerinin çıkarları doğrultusunda çalışan kurumlara dönüştü. Bu kurumlar, cemaat ve tarikatların kontrolüne geçti. Bağımsız ve özgür medya yerine iktidara bağlı veya iktidarın tehdidi altında bir medya oluştu. Yani neresinden bakarsanız bakın, ülke karanlığın gittikçe arttığı bir sürece girdi. Aslında, o kadar dip yapıldı ki, ülke mevcut iktidar eliyle menfaat gruplarının çıkarları için bile yönetilemeyecek bir duruma geldi. Hiç göç skandalına veya mafya ve uyuşturucu baronlarının ülkede serbestçe cirit atmasına değinmiyorum bile. Anlaşılan, kurucu önderin çeşitli söylevlerinde belirttiği öngörülere pek kulak asmamışız. Atatürk’ün söyledikleri neredeyse bir bir çıkmış. 100. yılını kutladığımız veya kutlayamadığımız Cumhuriyet artık tanınmaz halde.
Yine de, her karanlığın elbette bir sabahı olmalı beklentisi içinde, o güneşin doğmasını kolaylaştırmalı, bunun için mücadele etmeli ve umut ettiğimiz gelecek güzel günler için hazırlıklarımızı yapmalıyız. Bunun için de, en başta hatalardan arınmak gerekiyor. Elbette demokratik yoldan ülkeyi değiştirmenin uzun bir zaman alması kaçınılmaz. Darbe ve ayaklanma öneremeyeceğimize göre, bu uzun zaman için kolları sıvamalı.
Aslında dibe vurma, halkın çok büyük kısmının yoksullaşması sonucunu doğurduğundan durum, halkın karşısına onun çıkarlarını formüle eden politikalarla çıkıldığında onu anlayıp destek verebileceği bir kıvamda. Yeter ki, önderliğe soyunacak partiler, kuruluşlar, kişiler durumun vahametini anlayıp, kendilerini bu önderliğe hazırlayabilsinler.
Demokrasi bir uzlaşma rejimidir, ama biz uzlaşmayı daha çok taviz verme, teslim olma olarak tercüme ettik bu güne kadar. Bunu terk edeceğiz öncelikle. Halkın çıkarları, Cumhuriyet ilkeleri ve demokrasinin tavizsiz savunulmasını gerektiriyorsa, artık oy almak için sağa benzeşmeyi politika olarak benimsemeyeceğiz. Bu rezil hataya bir daha düşülmemesi gerekiyor. Halkın %70’i sağcıdır, %30’u solcudur uydurması, bu ülkeye soygun düzenini yerleştirmek isteyenlerce kurulmuş bir tuzaktır. Gelinen noktada neredeyse halkın yüzde 80’i yoksullaştırılmış, sosyal güvencelerden yoksun bırakılmıştır. Bu halk kesimi sol politikaların kendisine yol göstermesini, önderlik etmesine bekliyor. Doğal olarak buna ihtiyacı var. Doğal tabanımız da yoksullaştırılmış, mağdur edilmiş bu %80 halk kesimidir.
Türkiye solu ne durumda
Maalesef Türkiye solu hiç iç açıcı durumda değil. Çok parçaya bölünmüş durumda. Bir araya gelme ihtimali çok zayıf. Çünkü bu ülkede demokrasi kültürünün geliştirilmesine hiç çaba harcanmadı. Ülke genelinde demokrasi anlayışı neyse, solun içinde de o. Farklılıkları demokratik yoldan çözüp bir arada olabilmeyi başaramıyoruz. Bu nedenle soldaki bölünmüşlüğün giderilmesi çok zor. Herkes en doğruyu kendisinin bildiğini sanıyor ve ötekilerle hemen bir karşıtlık oluşturuyor. CHP ise, 1960’lardan bu yana rotasını sola çevirmiş olmasına, sola evrimleşme çabalarına karşın bir türlü sol parti olamadı. Tüzüğünde, programında sosyal demokrat yazmasına rağmen, “ben sosyal demokrat bir partiyim” diyemedi. Utandı mı, korktu mu bilinmez; ama Türkiye’nin sola çok ihtiyaç duyduğu bu zamanda, ülkenin solsuz bırakılmasının en büyük sorumlularından biri CHP’dir. Bunda 12 Eylül rejiminin de etkisi olmuştur ama CHP’yi yönetenler yukarda bahsedilen tuzağa kolayca düşüp, %30 oyu hedefleyen ve ne yazık ki daha çok parti içi iktidarı düşünen politikacılar olmuştur.

Solun güç olamaması, CHP’nin de kendisine belirlenen alanda politika yapmaktaki ısrarı, sivil toplumun örgütlü bir güç olamamasının da nedenlerinden biridir. Demokrasi güçleri 1980’lerden bu yana sürekli güç kaybetmektedir. Bu nedenle Cumhuriyetimizin 100. yılına, demokrasi ve özgürlüklere düşman, yandaşların zenginleşmesi uğruna halkı inim inim ağlatan, yoksullaştıran, bunu gerçekleştirmek için de gerici çağ dışı tarikat ve cemaat örgütleriyle birlikte Cumhuriyet ilkelerini adım adım aşındıran bir iktidarla girmek zorunda kalmıştır.
Bir ümit doğdu
Yazının son bölümünü, CHP Kurultayının getirdiği yeni heyecanla yazıyorum. Statükocu bir anlayışla yönetilen CHP’de değişiklik bir zorunluluktu. Burun kıvıranlar, dudak bükenler olacaktır. Ama partiye kimliğini kazandıracak olan üyeleridir. Eleştirmek, beğenmemek, küsmek oturmak yerine, parti yönetimini zorlayan, taleplerinin takipçisi olan ve sokakta partisini temsil eden bir kitlesel çıkış sergilenmelidir. Korkarak, çekinerek, sadece eleştirerek solcu parti olunmaz. Nitekim gelinen noktada bir soygun düzenine teslim olunmuş durumdadır. Şimdi şikayet etmek yerine önce statükoyu alaşağı edip, yoksullaştırılmış ve mağdur edilmiş kitleleri örgütleyip sokakta onlara önderlik edecek bir partiyi oluşturmak zorundayız. Kurultay delegeleri üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirdiler. Statükonun korunmasına izin vermediler.
Özgür Özel yönetimi için mutlaka yeni bir parantez açılmalıdır. Yönetim kademelerini değiştiren ve gençleştiren, sol söylemi öne çıkaran, sokaktan korkmayacağını ve mücadeleyi sokakta halkla birlikte vereceğini dile getiren Özel yönetimi, değişen muhalefet anlayışı yanında ilk büyük sınavını yaklaşan yerel seçimlerde verecek. Kılıçdaroğlu’nun, özellikle seçim sonrası süreci iyi yönetememesinin halkta yarattığı travmanın çok ağır sonuçları olabilirdi. Yönetimin değişmesi, halkın CHP’ye yeni bir kredi açmasını kolaylaştıracaktır. Yeter ki CHP, toplumun mağdur edilen çok büyük kesiminin sözcüsü olduğuna, toplumun bu kesiminin sorunları giderecek sol politikaları hayata geçireceğine halkı ikna edebilsin.
Toplumların sorunlarını çözme anahtarı kendi ellerindedir. Umudu yeşertecek çabaları göstermek de, Başta CHP olmak üzere, sol partilere, ülkenin aydınlarına, örgütlü güçlerine düşmektedir. Öncelikle yapılması gereken, bu gerici, baskıcı, popülist sağcı-dinci iktidardan kurtulmak, soygun düzenini değiştirecek ve toplumda yeniden bir aydınlanma mücadelesini yükseltecek, yeni karanlık dönemlere girmemek için Cumhuriyeti demokratikleştirecek yeni bir iktidarı kurabilmektir. Yerel yönetim seçimlerinin bunun ilk adımı olmasını dileyelim.
CUMHURİYETİMİZİN 100. YILINI KUTLUYORUM.
Yaşasın Cumhuriyet – Yaşasın Demokrasi