Çok uzun zamandır kötü yönetilen ülkemiz, son 20 yılda da siyasal İslamcı diye adlandırılan bir siyaset uygulayıcıları eliyle iyice pisliğin içine sokuldu. Görünen o ki, temiz toplum iddiasında bulunmak büyük bir cesaret göstermeyi gerektiriyor ama bu cesaret de gösterilemezse bu ülkenin iç bulandırıcı bir pisliğin içinde boğulacağı ayan beyan ortada.
Son 20 yılda, ülkemiz, tarihinin en büyük soygununu yaşarken, kirli ilişkilere katılan veya bilinçli olarak ortak edilenlerin giderek ne kadar geniş bir kesime yayıldığını da ürpererek izliyoruz. Her gün ihale yolsuzluğuna, mafya ilişkilerine, uyuşturucu, mala çökme, fuhuş, şantaj işlerine bulaşanların sayısı çoğalarak bir karabasan gibi ülkenin üzerine çöküyor. Bu kirli ilişkilerde adı geçen siyasetçi, bürokrat, yargı mensubu, emniyet görevlisi, gazeteci, iş adamı sayısı ve kimliği, adeta devleti ele geçirmiş olan bu devasa kirli çete ile mücadelenin hayati önemde olduğunu ortaya koymaktadır. Öyle ki, kıyısından köşesinden tedaviye kalkışılması bile ülkeyi çöküşe gitmekten alıkoyamayacaktır. Bu kokuşmuş düzen kökünden, bütünüyle ve mutlaka değiştirilmelidir.
Şimdi bu ülkenin solcuları, ilericileri, demokratları, yurtseverleri büyük bir sınavdan geçiyor. Ya bu deveyi güdeceğiz ya bu diyarı terk etmek zorunda kalacağız; bu ülkeyi yitireceğiz. Son kapışmaya giderken, bu düzen mutlaka değişmeli iddiasında bulunabilmek çok değerli… Yoksa organize suç örgütü lideri olmakla itham edilen kişilerin attığı adımların ve gösterdiği cesareti gösterememenin ezikliği içinde yaşayacağız.
Bu ülkeyi kuran büyük devrimcilerin karşılaştığı zorlukların yanında, 3-5 soyguncuyla, mafya artığıyla ve ortamdan fırsat bulup yeniden başkaldıran gerici unsurlarla baş edebilmenin lafı bile olmamalı…
Önce sorunu doğru saptamak lazım. Zaten bütün dünyada neoliberal soygun düzeninin daha çok sömürmek olduğu, toplumların daha çok yoksullaşmasına sebep olduğu yaşayarak görüldü. Ülkemizde 1980’lerden bu yana sürdürülen bu soygun düzeninde, bu yetmezmiş gibi bir de adi hırsızların bu soygundan pay almak amacıyla etkili konuma gelmesi üstüne tuz biber ekti.
Son 20 yılda, soygun düzeni siyasi İslamcı bir politika kisvesi altında sürdürülmek istendi. Bu durum, soyguncuların kendilerine yeni ortaklar bulma ihtiyacı hissetmesinden kaynaklandı. Cumhuriyet’in kuruluşunda bastırılmış, sindirilmiş gerici unsurlar yönetime ortak edildi. Bu da kaçınılmaz olarak ekonomik alandaki çöküşün yanı sıra demokraside ve kurumsal anlamda Cumhuriyet’te büyük, altından kalkılması zor bir tahribat yarattı. Yani şimdi iki cephede mücadele verme gerekliliği doğdu. Hem halkı yoksullaştıran bozuk ekonomik soygun düzeniyle, hem de kendi hedefleri doğrultusunda bu soygun düzenine destek veren ve iktidara çöreklenen gerici unsurlarla kavga kaçınılmaz.
İktidarın demokratik yolla değişip değişemeyeceği bir diğer konu; ama, bu yazımızda dikkat çekmek istediğimiz konu, seçim ile iktidarın değişmesi durumunda seçim sonrası yaşanması olası gelişmelerdir. İktidarın demokratik yolla değişiminin bizzat iktidar tarafından engellenmesi durumunda, iktidardan düşme ve hesap verme korkusuyla gitmemekte diretenlerin ödeyeceğinden öte, toplumun ödeyeceği fatura da çok ağır olacaktır.
Soygun önlenmeli ve hesap sorulmalı
İktidar el değiştirdiğinde belki en kolay çözülebilecek sorun, soygunun hızla durdurulması ve ekonomik problemlerin giderilmesinin bir takvime bağlanmasıdır. Ancak bu yola girilebilmesinde niyet önemli; soygunun önlenmesinde kararlılık gösterilmeli. İktidarın yeni sahipleri veya ortakları içinde bu soygunun önlenmesi doğrultusundaki kararlılığın güçlü şekilde inşa edilmesi becerilemezse; eski tas eski hamam, sadece bu düzeni sürdürmek isteyenler yer değiştirirse başarılı olma olasılığı yitirilir. Biliyoruz ki, ekonominin bütün enstrümanları kanunsuz ve adaletsiz olarak Saray mensupları ve yandaşlarının zenginleştirilmesi doğrultusunda işletilmiştir. Belirleyici amaç bu olmuştur. Devlet kurumlarının ele geçirilmesi anlayışından, ihalelerin şekillendirilmesine, özelleştirmelerden borçlanma politikalarına kadar temel anlayış olarak, kaynakların usulsüz olarak halktan esirgenip belli çevrelere aktarımının sağlanmasında çok cüretkar davranılmıştır. Türkiye’ye, tarihinin açık ara en büyük soygununu yaşatıyorlar derken hiç abartılı davranmıyoruz.
Ekonomiyi rayına sokarken atılacak teknik adımların yanı sıra öncelikle yapılması gereken, bu soygun düzeninde en fazla mağdur edilenlere acilen hayat öpücüğü anlamında kaynak aktarımı olmalıdır. Çalışanların, işsizlerin, emeklilerin örgütlü şekilde hak arayışında bulunabilmelerinin önü açılmalı, sosyal haklarında iyileştirme sağlanmalıdır. Üretimin arttırılması anlayışı hakim kılınmalı, kasıtlı olarak yok edilen tarım ve hayvancılıkta yeni ulusal bir planlama gerçekleştirilmelidir.
Öte yandan elbette soygunda parmağı olanların hepsinden, halkın yoksullaşmasına neden olan yolsuzlukların hesabı sorulmalı, haksız kazançlara el konulmalıdır.
Gelelim asıl tahribata
Ülkeye yaşatılan bu karabasandan çıkışta oluşturulan “altılı masa”, öncelikle moral açısından olumlu bir adım olmuştur. Seçime kadar bu ittifakın titizlikle korunmasında büyük yarar var. Bu masanın, iktidar cenahında ve masanın solunda, geleceğe yönelik yapacağı etkilerin, ülke demokrasisinin geliştirilmesi açısından önemli değişikliklere yol açacağı görülmektedir. Ama daha önemlisi, altılı masa ittifakının iktidarı aldığı varsayıldığında, seçim sonrasının şimdiden adım adım planlanmasıdır.
Sosyal demokratlarla farklı renklerde muhafazakar yapıların oluşturduğu böyle bir ittifakta, yapılan tahribatı giderme yolunda gerici-tutucu oluşumların tasfiyesi konusunda özlemlerin farklılaşacağı ve çatışacağı açıktır. Bir oy tabanına ve mali güce sahip olduğu sanılan tarikat ve cemaatlerin arkasında, tutuculuğu bilinen siyasi, toplumsal ve ekonomik çevrelerin bulunması ve bunlarla çatışmak gerekliliği akıldan çıkarılmamalıdır.
Çalışanlardan yana olup soygun düzenine son verme iddiasındaki sosyal demokrasinin, iktidarın alınmasından sonra karşılaşacağı sıkıntıları aşabilmesi için, halkın örgütlü kesimlerini arkasına alması; onlardan güç alması gerekir. Bu nedenle sosyal demokrasinin, hiç zaman kaybetmeksizin bugünden başlayarak çalışanların, işsizlerin, emeklilerin, kadınların ve handikaplı tüm grupların örgütlülüğünün sağlanması ve geliştirilmesi konusunda özel bir çalışma programı oluşturması, mevcut örgütlülüklerle ilişkisini düzenli bir yapıya büründürmesi zorunludur. Bunun için yoğun bir çaba harcanmalıdır.
Ülkemizde işsizlik ve yoksulluk gibi ekonomik sorunların yanında, yine bu soygun düzeninin bir aparatı, bir ortağı fonksiyonunu üstlenen gerici ve dinci örgütlenmelerle mücadelede de örgütlü halk kesimlerinin katılımı zorunludur.
Cumhuriyet gericiliğin kaynaklarını tam olarak kurutamadı maalesef. Geçmişte feodal yapılardan güç alan gericilik, şimdilerde yoksulluğu kendisi için uygun bir ortam olarak kabul ediyor. Bu nedenle, gericiliğin kaynaklarının kurutulmasının yolu, bir aydınlanma seferberliğine girilmesi kadar yoksullukla da mücadeleden geçiyor.
Laiklik ilkesi tam uygulanmadıkça, demokrasinin geliştirilmesi ve yoksullukla mücadele ilerletilemeyecektir. Öncelikle yapılması gereken, demokrasi ve Cumhuriyet karşıtı güçlerin, başta Diyanet kurumu olmak üzere, üzerine gidilmesi, bunların aydınlanmanın ve toplumun gelişmesinin önünde engel olmalarının önlenmesidir.
Soygun düzeninin ortağı ve destekçisi olan gericilik yuvası tarikat ve cemaatlerin kapatılmasına konjonktürel olarak güç yetmiyorsa bile, en azından demokratik bir işleyişe geçmeye zorlanmaları ve mali açıdan da denetlenmelerinin hukuksal kurallara bağlanması sağlanmalıdır.
Demokratik Cumhuriyet
Kurucu değer ve ilkeleri ağır şekilde tahrip edilen Cumhuriyet’in yeniden güçlü kılınması ve demokratik kimliğinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bunun için aydınlanma ateşinin mutlaka güçlü şekilde yakılması ve toplumda demokrasi kültürünün gelişmesinin yolunun açılması ilk adım olmalıdır.
Bu yolda ittifak ilişkilerinin engel olmaması için, önce de belirttiğimiz gibi, halk kesimlerinin en geniş örgütlülüğünün desteğinin alınması şarttır. Soygun düzeninin yıkılmasından sonra yapılacak en önemli işlerden biri de, milli eğitimin ve üniversitelerin Cumhuriyet karşıtı gerici unsurlardan temizlenmesi; üniversitelerin mali, idari ve bilimsel özerkliğe kavuşmalarının sağlanmasıdır. Soygun düzeninin, biat eden, sorgulamayan, bilimsellikten uzak, dindar gençlik hedefi doğrultusunda aldığı mesafe küçümsenemez. En önemli yıkımlardan birisi, biat eden dindar gençlik yetiştirilmesi amacıyla eğitimde yapılan tahribattır. Gençler bu kara taassuptan korunmalı; sorgulayan, eleştiren, özgür gençler yetiştirilmesi hedeflenmelidir.
Demokratik Cumhuriyet hedefi doğrultusunda ittifak bünyesinde bir mutabakat sağlanabilir. İktidarın alınmasından sonra yapılacak işler konusunda, başta yargı, emniyet güçleri ve medya özgürlüğü olmak üzere, iktidarın tahrip ettiği kurumlarda hızlı bir rehabilitasyon çalışması şimdiden bir programa bağlanabilir. Hızlı hareket edilmesi, soygun düzeni yandaşları ve demokrasi karşıtı güçlerin iktidarı yıpratılması yönünde propaganda çalışmalarına girişmesinin önünü keser.
Demokratik Cumhuriyet’in kurulması yolunda en büyük beklenti, elbette gelecek iktidarı yönlendirecek en büyük güç olan sosyal demokratların iktidar dışı sol güçler ve sivil toplum örgütlülüğü ile dirsek temasında bulunmaları, gerektiğinde işbirliği yapmaları ve gelecekte kurulabilecek bir sol ittifakın yol taşlarının örülmesidir.