Bu soruyu sormak, bu soru çerçevesinde tartışmak ve öneriler geliştirmek önemli. Yalnız, bunu akıl vermekle karıştırmamak lazım. Çünkü özellikle bizim sol siyasetimizde akıl vermekte yarışırız ama söylediklerimizi neden kendimiz uygulayamayız? İşte bunun cevabını kolay veremeyiz. O nedenle, akıl verir gibi üst perdeden söylemleri bir kenara bırakıp nasıl bir araya geleceğimiz, birlikte nasıl öneriler geliştirebileceğimiz konusuna odaklanmalıyız.
Türkiye bir tarihi eşikten geçmektedir. Ülke, yönetilemez duruma getirilmiş; bir yangın yerine dönüştürülmüştür. Muhtemelen kullanabilmek amacıyla projelendirilip ülke yönetimiyle görevlendirilenler, belki görevlerini yerine getirdiler. Ancak bunlar, gelinen noktada kontrol edilemez kişilikleri ile -ülkeyi felakete sürüklemelerinin yanı sıra- kendilerini görevlendirenlere de zarar vermeye başladılar. Şüphesiz proje sahipleri, kendi çıkarları doğrultusunda gündemi değerlendirme çabasındadırlar. Ama önemli olan, bu ülkenin gerçek sahiplerinin, kadınlı-erkekli bütün yurtseverlerinin, demokratlarının, emekçilerinin bu olumsuz gelişmelere nasıl müdahale edeceğinin belirlenmesidir.
Toplumu kutuplaştırıp bunu iktidarlarının sürdürülmesi amacıyla kullananların karşısında demokrasi ve özgürlük isteyen tüm muhaliflerin bir cephede toplanması zorunludur. Ülkeyi soyanlar ve bunun için baskıcı bir yönetim oluşturup hukuk devletini yok edenler bir yanda, “demokrasi ve özgürlük” diyen ve bir hukuk devleti talep eden karşıtları diğer yanda olmak üzere yeni bir kutuplaşmada yarar vardır. İktidarın kutuplaştırma siyasetinin panzehiri böyle bir “kontra” kutuplaşmadır.
Bu çerçevede, hiçbir farklılık öne çıkarılmamalı; en geniş yelpazenin iş ve güç birliği hedeflenmelidir. Bu, ertelenemez ve savsaklanamaz bir görevdir. Bu birlikteliği tehlikeye sokabilecek ve geçmişten bu yana sıkça tekrarlanmış hatalardan artık vazgeçilmelidir. Demokrasi güçlerinin bir arada olmalarını zorunlu kılan o kadar çok neden var ki, bu çalışmalardan salt kendi grubumuz için çıkar sağlamaya çalışmak sadece bencillik ve akılsızlıktır. Bu konudaki en yakın örnek Barış Bloku’dur. Barış çalışmasını bir siyasi hareketin peşine takma çabası bu hareketi öldürmüştür. Demek ki, bu tür ortak çalışmalarda kendi siyasetimizi merkeze almak yerine ortaklaşa verilmesi gereken mücadeleleri öne çıkarmak akılcı ve doğrudur.
Yine bu süreçte edindiğimiz bir başka ders de, bu tür çalışmalarda siyasi partilerin ortaklaşa önderliğini aramanın yanlış olduğudur. Yapılması gereken, sivil toplum hareketinin çoğulcu bir yapıyı temsil ettiği gerçeğinden yola çıkarak, sivil toplum beraberliğine önem vermek ve gerektiğinde de siyasi partilerin desteğine başvurmaktır. Siyasi partiler farklı programlar çerçevesinde birlikteliği ifade ettiğinden, farklı partiler de doğal olarak birleştirici değil ayrıştırıcı fonksiyon üstlenmektedirler.
Şimdi en acil görev, anayasasızlaştırmayı veya bir diktatörlük anayasasını hedefleyen girişimleri engelleyecek, hukuksuzluklara karşı çıkarak demokrasiyi ve özgürlükleri koruyacak bir demokrasi cephesi oluşturmaktır. Sorumluluklarının bilincinde olan her sendika, meslek kuruluşu ve sivil toplum kuruluşu -sonradan pişman olmamak için- taşın altına elini sokmalı, işlevleri belli bir ortak çalışma için bir araya gelmelidir.
Bilinmektedir ki, 14 yıllık AKP iktidarı süresince gelinen noktada ülkenin hiçbir sorunu çözülemediği gibi, aksine yeni bazı sorunlar üretilmiş ve mevcut olanlar da kronik hale getirilmiştir. Ülke, demokratikleşme sürecini geliştiremediği gibi, doğal olarak iç barışını sağlayıcı adımlar da atamamıştır. Bu arada yolsuzlukların toplumsal yapıda ahlaki bir çürüme yaratması engellenememiştir. İktidar sahiplerinin hesap vermekten kaçınmaları ve iktidarlarını her ne pahasına olursa olsun ayakta tutma çabaları antidemokratik, baskıcı ve hukuk dışı uygulamalara yol açmıştır. Ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik problemleri bir yana, dış politikada yapılan vahim hatalar ülkeyi yalnızlaştırarak diplomatik açıdan bir çıkmaza sokmuştur. Savaş tehlikesi ve devasa mülteci sorunu yeni tehlikelerin de habercisidir.
AKP iktidarının yarattığı bu tehlikeleri göğüslemek amacıyla oluşturulması gereken demokrasi cephesi, aynı zamanda bu korku ikliminde önemli bir dayanışmayı da oluşturacaktır.
Bu birliktelik, siyasi partilerin veya sivil toplum kuruluşlarının görev sahasına giren işlere müdahale etmemelidir. Şu aşamada Türkiye’nin ihtiyacı olan, çok hızla akmaktaki gündemi aynı hızla değerlendirecek ve sağduyunun sesi olacak bir çıkıştır. Bu sağduyu sürecinin işlevi
– İktidarın baskıcı politikalarına karşı çıkmak;
– Baskıcı uygulamaların başarılabilirse geriletilebilmesini sağlamak için bu konuda kamuoyu oluşturmak;
– Muhalefet güçlerinin ortak bir paydada bir araya gelebilmesini kolaylaştıracak çalışmalar yapmak, kamuoyu yaratmak, bu konuda her kurum ile iletişim kurmak ve baskı oluşturmak;
– Ulusal ve uluslararası dayanışmanın yükseltilmesine çabalamak;
– Diktatörlük anayasasına hayır denmesi için düzenlenecek kampanyalara malzeme üretmek, destek olmak;
– Siyasetler üstü davranarak, iktidar veya muhalefet veya bunlara yakın her kurum üzerinde saygın bir konuma sahip olmak, muhatap kabul edilmek;
– Konularına göre oluşturulacak komisyonlar aracılığıyla, demokratik ve özgürlükçü bir düzenin oluşmasına katkı vermek, yeni çağdaş bir anayasanın yapılmasını kolaylaştırmak;
olarak tanımlanmalıdır.
Kısacası, diktatörlüğe karşı olan güçlerin, en geniş iş ve güç birliğini kurabilmek için çaba sarfetmeleri, en geniş yelpazeyi bir arada tutmayı becermeleri gerekiyor. Bu birlikteliği oluşturmak için çaba göstermek gerekirken, bilerek veya bilmeyerek bozmak için uğraşmak, açıktan Tayyip Erdoğan’la işbirliği masasına oturmaktan farksızdır.
*Erol KIZILELMA
SODEV Başkanı
ekizilelma@gmail.com