Önümüzdeki seçimler yaklaşırken siyasi partilerin tümünde seçimlerden nasıl bir sonuç çıkacağı sorusu çok merak edilen ve üzerinde en çok tartışılan bir konu. Gerçekten de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin empoze ettiği seçim sisteminin nasıl sonuçlar vereceğini öngörmek oldukça zor. Bunun bir nedeni ittifaklar sistemi ise bir diğeri de yaşanan ekonomik krizin olası etkileri. Her ne kadar Erdoğan’ın karşısında yarışacak muhalefetin adayı henüz belli olmamışsa da toplumun nabzını tutmaya çalışan kamuoyu şirketleri her gün birbirlerinden farklı sonuçları yazıp durmakta.
Seçimin harareti henüz hissedilmiyor
Doğrusu henüz tam formunda olmasa da gazeteler Erdoğan’ın yavaş yavaş seçim hazırlıklarını başlattığını yazıyor. Kimilerine göre oyları Millet İttifakı’nın altına düşmüş görünmekteyse de Cumhur İttifakı’nın henüz gücünü ortaya koymadığını, son kozlarını devleti de yanına alarak daha sonraya sakladığını söylüyorlar. Gerçekten de, AKP’nin MHP ile kurduğu seçim ittifakının bu seçimlerde başarılı olma olasılığını yok saymak mümkün değildir. Değildir; çünkü hem Erdoğan’ın hitabet gücü, hem 20 yıllık iktidarları döneminde zenginleşmiş seçmenleri, hem dini siyasete alet etmekteki pervasızlıkları, hem kendilerinin yönettiği medya kanallarının varlığı ve hem de MHP’nin militan gücü, Cumhur İttifakı’nın bu seçimleri de almasında çok etkili olabilir.
Tabii bu ihtimalin en önemli kaynağının Millet İttifakı muhalefetinin zayıflığı olduğu da ileri sürülebilir. Hala bir aday çıkaramaması veya yanlış bir aday çıkarması gibi bir olasılık, bu durumu daha da pekiştirebilir. Yani önümüzdeki seçimlerde, Cumhur İttifakı’nın yaptıkları ya da yapabilecekleri değil, asıl, muhalefetin, yani Millet İttifakı’nın yapacaklarının ve yapamayacaklarının daha önemli olabilecek olması söz konusudur.
Millet İttifakı’nın bugüne kadar başarısı altı muhalefet partisini bir araya getirmek ve “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” adlı bir çalışmayı ortaklaşmış olmak. Eğer iktidara gelirlerse ülkeyi nasıl yönetecekleri üzerine olan bu çalışma şimdiki sistemin zayıflıklarını giderme amaçlı. Doğrusu gerçekten de şimdiye değin 3 yıldır denenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin demokrasi açısından bir fiyasko olduğu ortada. Bırakalım denge ve denetleme mekanizmalarının olmamasını, -mevcut kültürel kodlarımızı dikkate aldığımızda- bu sistemin neredeyse otomatik olarak bir “tek adam” yönetimine evrileceği çok açıktı. Çünkü biat kültürünün ve devletin varlığı ile ilgili dünya deneyimlerinden kopuk algılar ve anlayışlar, kaçınılmaz olarak bu yolu döşeyecekti ve döşedi.
Onun için bu altı partinin daha demokratik olacağına inandıkları “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” önerisinin ciddi bir önemi ve değeri olduğu açık. Ama açık olmayan, bu önerilen sistemin de bizim bugünkü dertlerimizi çözüp çözmeyeceği. Doğrusu ben bu konuda ciddi kuşkuları olan biriyim. Neden mi?
Şöyle açıklayayım: Parlamenter demokrasi ya da temsili demokrasi, esasında adına genel bir terim olarak “vatandaş” dediğimiz, homojen insanlardan oluşan bir ulus-devletin yönetim tarzı ile ilgili bir terimdir. Yani bir ulus-devlette “vatandaş” adını verdiğimiz bireyler vardır ve bu bireyler, toplumu yönetme haklarını serbest seçimler yoluyla seçtikleri “temsilcileri” aracılığıyla uygularlar.
Toplumların heterojen yapısı
Batı toplumlarının eski var oluş yapıları üzerinden oluşturulmuş bu yönetim sistemi bugün artık hiçbir yerde önceki zamanlara göre çalışmamakta. Bunun temel nedeni, Batı toplumlarının gelen göçlerle artık homojen olma niteliklerini kaybetmiş olmaları. Artık hemen hemen her ulus-devletin heterojen niteliği yani farklı kimliklerden oluşmuş olması “temsilci” konusunu daha karmaşık bir hale getirmiştir. Bir başka ifadeyle, bir ulus-devletin içine gelen ve geldikleri ulus devletin vatandaşlarından farklı olan ve fakat o ulus devletin içinde yaşayan insan topluluklarının varlığı “vatandaş” soyutlamasını anlamsız kılmaktadır. Çünkü artık ulus-devlet içinde farklı kimlikler vardır ve farklı kimliklerin devlet yönetiminden talepleri de farklılaşmıştır. Bu nedenle de aslında Batı toplumlarının en önemli yönetim sorunu, farklı kimliklerden oluşan bir toplumda farklı taleplerin nasıl temsil edileceği, ya da edilip edilemeyeceği sorusudur.
Bu arada bizim gibi Batı toplumlarının hikayelerinden farklı hikayeleri olan, adına yine ulus devlet denmiş olmasına rağmen içinde aslında tek bir ulusun olmadığı farklı halk ve kültürlerden oluşan, bir başka ifadeyle başlangıçtan bu yana heterojen bir topluluk üzerine inşa edilmiş ulus-devletlerin varlığı da bir tür temsili demokrasi sorunları yaşanmasına neden olmaktadır.
Kısacası gerek Batı toplumlarında ve gerekse –Türkiye gibi- “gelişmekte olan” ulus-devletlerinde temsili demokrasiler artık toplumdaki farklılıkları yönetim erkine taşıyabilen yönetim sistemleri olmaktan çıkmışlardır. Bu nedenle de hemen her yerde demokratik yönetim biçiminin iyileştirilmesine yönelik yeni arayışlar görülmektedir.
Bütün bu anlatmaya çalıştığım düşüncelerle söylemek istediğim “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” denilen ve 6’lı Masa’nın tek ortaklaşabildiği konunun da çok tartışmalı bir yere oturduğu gerçeğidir. Bir başka ifadeyle, kimliklere ayrılmış toplumlarda “temsili demokrasiyi” ne kadar güçlendirirseniz güçlendirin, ortaya “sadre şifa” olacak bir yaklaşımın çıkıp çıkmayacağı çok tartışma götürür bir durumdur.
6’lı Masa’nın üzerinde anlaşmış olduğu “güçlendirilmiş” demokrasinin tartışılması tabii ki önemlidir ama bugünün siyasetinde çok da kıymetli bir konu değildir. Değildir; çünkü bu konu “teknik” bir konudur. Bunu önermek siyaset yapmak değildir. Çünkü ülkenin bugün yaşadığı yönetim sorununu aşmak daha radikal bir siyaset üretmekten geçer. Neden mi?
Sorunun özü nerede?
Çünkü bugün 100’cü kuruluş yıldönümüne yaklaşan Cumhuriyetimizin vardığı nokta devletin bildiğimiz anlamıyla yok edilmiş olduğu bir noktadır. Bugün artık klasik anlamda devlet, yani bütün vatandaşlarına eşit mesafede davranan kurumlardan oluşan bir yapı olarak devlet yoktur. Aksine bugün devlet tek parti -hatta tek adam- devleti olmuş durumdadır. Yani devlet yok edilmiştir.
Dolayısıyla da 6’lı Masa’nın, iktidara gelse bile bu yapıyı bir takım reformlarla düzeltmesi mümkün olmayacaktır. Örneğin Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’ne yapılan atamalar tam 12 yıl süreyledir. AKP-MHP’nin yaptığı ve yapacağı atamaların biçimlendirdiği bu yüksek yargı varken 6’lı Masa’nın iktidarı hangi reformu nasıl yaparak “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi” uygulamaya sokacaktır?
Bütün bu nedenlerle bugün toplumun ihtiyacı olan, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” önerisi değildir. Bu, yukarıda da söylediğim gibi, daha çok “teknik” bir konudur. Bugün toplumun ihtiyacı olan, nasıl bir toplum olacağız sorusuna verilen vizyoner bir bakış, vizyoner bir söylemdir. Bir başka ifadeyle, toplumun önemli bir kısmı AKP-MHP yönetiminden rahatsızdır ama asıl sorun muhalefet partilerinin aralarında üzerine ortaklaştıkları böyle bir söylemin olmayışıdır.
Bunun nedeni de şu gerçeğimizde yatmaktadır. Türkiye’de siyaset, daha çok kimlikler üzerinden biçimlenmektedir. Yani farklı siyasi partiler farklı kimlik çevrelerinin taleplerini taşımaktadırlar. O nedenle benzer ekonomik sorunları yaşıyor olsalar da asıl belirleyici olan yine kimlikleri olmaktadır. Yani ekonomik zorlukları göstererek Türkiye’de seçimi kazanmayı ummak doğru bir yaklaşım değildir. Asıl olan kimliklerdir.
Ne var ki AKP iktidarının 20 yıldır sürüyor olması ve bu kimlikler arasındaki farklılıkları kimi zaman tahrik ederek, kimi zaman bunlar arasında uzlaştırıcılık yaparak manipüle ediyor olması siyasette bir bıkkınlığa neden olmuştur. Toplum artık bu kutuplaştırıcı siyasetin doğru bir siyaset olmadığını görmektedir ve bir “biz” duygusu içinde yaşamak ister hale gelmiş durumdadır. Bu nedenle de, bütün kimlikleri kapsayıcı bir dil ve vizyona ihtiyaç vardır.
Bu kapsayıcı siyasetin ise 3 temel öğesi vardır. Birincisi Kürt sorunu, ikincisi Alevi sorunu, üçüncüsü de İslami toplulukların sorunu. Bugün bu üç kimlik alanındaki mağduriyetleri kapsayan demokrat bir siyaset, başarılı olma olasılığı yüksek bir siyaset olur. Yoksa, AKP’nin çizdiği sınırlar içinde ancak teknik sorunları ifade etmek üzere yapılan bir siyaset başarılı olma olasılığı çok düşük bir siyaset olacaktır. Onun için bu üç alanda, kim kızarsa kızar, kim giderse gider ama Cumhuriyetin 2. yüzyılında toplumun gerçek bir helalleşmesi ancak böyle sağlanır diyen bir yerden yapılacak bir siyaset mutlaka başarılı olacaktır.