720310ba-5be4-49ed-b662-876354a3f3c9

Ercan Karakaş – SPD’de Yeni Dönem

Derin bir kriz içerisinde olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) olağan kurultayı 6-8 Kasım 2019 tarihlerinde Berlin’de gerçekleşti. Parti yönetimi, kurultaydan çok önce, partinin eş başkanlık sistemini uygulayacağını ve kurultaya sunulacak eş başkanların üyelerin oylarıyla belirleneceğini duyurdu.

Kurultaydan yaklaşık dört ay kadar önce yarışa girecek eş başkan adayları partiye başvurdular. Başvuran 12 eş başkan adayı için parti genel merkezince 23 bölgede toplantılar düzenlendi. Bu toplantılarda eş genel başkan adayları düşüncelerini üyelerle paylaştılar ve üyelerin sorularını yanıtladılar. Ardından iki tur olarak yapılan seçimleri Saskia Esken ve Norbert Walter-Borjans birinci olarak tamamladılar. Kurultayın onayına sunulan bu ikili kurultay delegelerinin %70’in üzerinde oy alarak eş başkan seçilmiş oldular.

SPD böylece, 156 yıllık tarihinde önemli bir karar alarak, hem eş başkanlık sistemini getirmiş hem de kurultaya sunulacak adayların belirlenmesini üyelere bırakmış oldu. Aslında bu yeni uygulamayı, bir süredir üye partisi niteliğini geliştirmek için yapılan örgüt reformlarının yeni ve katılımcı bir adımı olarak görmek gerekir. SPD, bu uygulamadan önce, CDU/CSU ile oluşturulan Büyük Koalisyon’a katılma kararını da üyelere bırakmıştı.
Kurultayda göreve getirilen eş başkanlar bugüne kadar partinin merkez yönetiminde ve parlamento grubunda görev almış ve öne çıkmış kişiler değil. Uzun yıllardır parti üyesi olan eş başkanlardan Esken, şu an SPD parlamento grubunun üyesi, yani milletvekili. Diğer eş başkan Walter-Borjans, 2000’li yıllarda Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti SPD hükümetinde maliye bakanlığı görevinde bulunmuştu. O nedenle bu sonuç, kamuoyu ve kimi partililerce sürpriz olarak görüldü. Bu çevreler, yıllardır olduğu gibi, Büyük Koalisyon hükümetinde bakanlık görevinde bulunan ya da parti merkez yönetiminde görev yapan adayların seçileceğini tahmin ediyorlardı.
Üyeler ve kurultay delegeleri bu yeni aday belirleme yöntemine destek verdiler. Kurultayda elbette partinin içinde bulunduğu krizden çıkması için neler yapılması gerektiği, Merkel’in şansölyeliğinde devam eden Büyük Koalisyon’un sürdürülüp sürdürülmeyeceği gibi konular da tartışıldı. Seçilen eş başkanlar adaylık kampanyası sırasında yaptıkları konuşmalarda SPD’nin yerinin merkez değil solda olduğunu; Büyük Kolisyon’un sosyal, ekonomik ve ekolojik uygulamalarının yetersiz olmasının SPD’ye zarar verdiğini dile getirdiler. Sonuçta, kurultayda hükümetten çekilmeyi öngören bir karar alınması yerine hükümet sözleşmesinin kimi noktalarda yenilenmesinin müzakere edilmesi uygun görüldü.

Kurultayda ayrıca büyük çoğunluğu parti örgütlerinden gelen iki bin kadar karar tasarısı delegelerin onayına sunuldu.

Kamuoyunda ve medyada, eş genel başkanlığa Esken ve Walter-Borjans’ın seçilmesi, SPD’nin sola dönüşü / yönelmesi olarak yorumlandı. Esasen seçilen eş başkanların SPD’nin sol kanadında olduğu biliniyor. Nitekim partinin gençlik kolu JUSO’lar (Genç Sosyalistler) ve onun karizmatik genel başkanı Kelvin Kühnert adaylık yarışında var güçleriyle Esken ve Walter-Borjans’ın yanında durmuşlardı. 80 bin üyesi olan JUSO’nun bu sonucun alınmasında önemli katkısı olduğu biliniyor. 30 yaşındaki Kühnert bir süredir yaptığı açıklamalarla kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim haline geldi. Konut sıkıntısının aşılması için büyük sanayi kuruluşlarının ve emlak devlerinin elindeki konutların kamulaştırılmasını, kiralarının kontrol altına alınmasını, gelir bölüşümündeki adaletsizliğin önlenmesini ve toplumsal sorunların çözümünün demokratik sosyalizmde olduğunu savunmuştu. Kühnert, 2017 seçiminden sonra mevcut Büyük Kolisyon’a SPD’nin üçüncü kez katılmasına karşı parti üyeleri arasında açık kampanya yürütmüştü.

Kühnert bu görüşlerini etkili ve heyecanlı bir biçimde kurultayda tekrar dile getirdi. JUSO Başkanı kurultayın onayı ile beş genel başkan yardımcısından biri oldu. Onun bu görevi üstlenmesi, partinin sola yönelmesine ve eş başkanlara doğrudan katkı sağlayacağı şeklinde algılandı. SPD’nin bu yeni dönemde partinin sol değerlere bağlı olarak ne ölçüde yenileneceği, koalisyonda devam etmesinin hangi koşullara bağlı olacağı şu anda tam olarak bilinmiyor. Ancak bir şey kesin; SPD’nin ortağı olduğu Büyük Koalisyon’un mevcut tutumuyla bu şekilde devam etmesi mümkün görünmüyor. Çünkü, her şeyin olduğu gibi devam etmesi yeni yönetimi zor durumda bırakır. Ayrıca, kurultay esnasındaki ölçümlerde oyu %14’lerde görülen SPD’nin oyları daha da düşebilir.

Sosyal demokrasinin ve SPD’nin krizi

SPD son yirmi yıldır sürekli kan kaybediyor. Seçmen ve üye sayısı giderek düşüyor. Kendi toplumsal tabanını bir arada tutamıyor. Aslında solun, sosyal demokrasinin krizi SPD ile sınırlı değil. Avrupa’nın diğer ülkelerinde de birçok sosyal demokrat parti benzer şeyleri yaşıyor. Nitekim 21. yüzyılın başında o zaman 15 üyeli AB’nin çoğu ülkesinde sosyal demokrat partiler iktidarda iken, bugün ise 27 üyeli AB’de iktidarda bulunan sosyal demokrat parti sayısı 5-6 ülkeyle sınırlı.

Çünkü sosyal demokrat partiler küreselleşen kapitalizme karşı sosyal demokrat değerlere dayalı alternatif politikalar üretemediler. Bunun yerine, 1990’ların sonuna doğru başta İngiliz İşçi Partisi ve Almanya’da SPD olmak üzere birçok sosyal demokrat parti “3. Yol”, “Yeni Sol”, “Yeni Merkez”, “modernleşme” etiketiyle hakim ideoloji haline gelmiş olan neoliberalizmin rüzgarına kapıldılar. Bu süreçte, piyasa ekonomisi piyasa toplumuna dönüştü. Sağ iktidarlar sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, barınma vb. meta olmaması gereken birçok şeyi meta haline getirdiler. Sonuçta, Avrupa ülkeleri dahil tüm ülkelerde gelir ve servet bölüşümündeki adaletsizlik dayanılmaz boyutlara ulaştı. Seçmenler, bu gidişatı engelleyemeyen sosyal demokrat partileri terk etmeye başladılar. Sosyal demokrasi krizi böyle başladı.

SPD’nin son 20 yılı

SPD, o zamanki sol rüzgarın ve karizmatik parti lider Oskar Lafontaine’in büyük katkısıyla 1998 seçimlerinde oylarını %40,9’a yükselterek birinci parti olmuş ve Yeşillerle bir koalisyon hükümeti oluşturmuştu. Parti içi anlaşma gereği şansölye görevini Schröder üslenmiş, hükümet programının oluşumuna da destek veren Lafontaine de kabinede Maliye Bakanı olmuştu. Ancak Schröder’in, neoliberalizmin etkisiyle merkeze yönelmesi; çalışan kesimlerin sosyal ve ekonomik haklarını geriletmeye yönelik Agenda 2010 gibi sözde reformlara yönelmesi partide büyük huzursuzluk yaratmıştı. Gidişata tepki gösteren parti lideri Lafontaine ve de çok sayıdaki sol kanat siyasetçi, sendikacı SPD’den ayrılmışlar ve sonrasında da Sol Parti oluşumuna katılmışlardı.

Bu gelişmeler sonucunda SPD’nin oyları her seçimde düşüş gösterdi. Özetlemek gerekirse; Schröder, 2005 seçimlerinde Merkel’e yenildi. Bu seçimde SPD’nin oyları %34,2’ye düştü. SPD muhalefete geçecek yerde CDU/CSU ile Büyük Kolisyon kurup Büyük Koalisyon’un küçük ortağı oldu. 4 yıl sonraki 2009 seçimlerinde ise SPD’nin oyları %23’e düştü. Bu, SPD’nin dünya savaşından sonra aldığı en kötü sonuç oldu. Partide büyük şok yaşandı, üyeler merkez yönetimlerine büyük tepki gösterdiler. SPD toparlanmak, yenilenmek hedefiyle 2009 ile 2013 arasında muhalefette kalmayı yeğledi. Ancak gerekli radikal adımlar atılmadığı için SPD’nin nin 2013 seçimlerine göre %2,7 artarak %25,7’ oldu. SPD yönetimi, parti tabanının büyük bölümünün tepkisine rağmen, 2013’de yeniden Büyük Koalisyon’a katıldı. Bu dönemin sonunda, yani 2017 seçimlerinde bu kez oyları %20,2’ye düştü.

Oysa SPD bu seçimlerde AB Parlamentosu Eski Başkanı Martin Schulz’dan çok umutluydu. Schulz, kampanyada ana slogan olarak “daha çok adalet zamanıdır” sloganını kullandı. Schulz, bununla Schröder zamanında çalışanların sosyal ve ekonomik haklarını ve sosyal devleti zayıflatan Agenda 2010 adıyla yapılan düzenlemelerin tamamen kaldırılacağını işaret ediyordu. Schulz’un bu vaatleri ve etkili kampanyası özellikle gençlerden ve işçilerden destek gördü. Sürekli üye kaybeden SPD’ye bu süreçte binlerce genç üye oldu. Kamuoyu yoklamaları, Schulz’un çalışmalarının etkisine bağlı olarak oyların %30’lara çıktığını gösteriyordu.

Bu gelişmeden ve Schulz’un vaatlerinden rahatsız olan büyük işveren kuruluşları, INSM (Yeni Sosyal Piyasa Girişimi) ve Gesamt Metal (Genel Metal) -Ecevit döneminden hatırladığımıza benzer şekilde- gazetelere ilanlar vererek Schulz’un sosyal-ekonomik alandaki vaatlerini eleştirdiler. Büyük işveren örgütlerinin ilanları, aslında meselenin hala emek-sermaye çelişkisi veya gelir-servet eşitsizliği meselesi olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Tüm bu yaşananlara ve Schulz’un yarattığı umuda rağmen 2017 seçiminde de SPD’nin oylarında artış olmadığı gibi hüsran yaratan büyük bir düşüş oldu. Oylar bu kez %20,2’ye düştü.

Özet olarak SPD, son 20 yılın -2009-2013 arası hariç- büyük kesiminde hükümet sorumluluğu içinde oldu. Bu 20 yılın sonunda SPD’ye oy veren seçmen sayısı 20 milyondan 9,5 milyona düştü. Aynı şekilde bir milyona yakın olan üye sayısı 430 bine düştü. Federal Parlamento seçimleri dışındaki eyalet seçimlerinde ve AB Parlamento seçimlerinde düşüş daha da vahim oldu. 2018 AB Parlamento seçimlerinde SPD’nin oyu %15’e düştü.

Bu 20 yıllık sürede SPD’de yedi genel başkan değişti. Bazıları bir yıl kadar görevde kaldılar. Şimdi SPD, düşüşün yaşandığı son 20 yılda sorumluluğu bulunmayan eş başkanlar tarafından yönetilecek; sorumluluk, tabii yeni merkez yönetimiyle birlikte artık onlarda. SPD’nin, tekrar yükselişe geçebilmesi için öncelikle neoliberalizmin etkisinden çıkması, kimleri ve neyi temsil ettiğini açık olarak ortaya koyması gerekmektedir.

*Ercan KARAKAŞ
SODEV Onursal Başkanı
ercan.karakas@hotmail.com