Ercan Karakaş – Sosyal Demokrasinin Sorunları ve Geleceği

Sosyal Demokrasinin kriz içerisinde olduğu bir gerçek. Bu kriz, hem sosyal demokrasinin doğduğu Avrupa ülkelerinde, hem de Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bir kriz.

Yaşanan krizin somut belirtisi ise, sosyal demokrat partilerin -başta Avrupa olmak üzere- birçok ülkede iktidar mücadelesinde geriye düşmüş olmalarıdır.

21.yüzyıl başlarken, o süreçteki 15 Avrupa Birliği (AB) ülkesinin dörtte üçünde sosyal demokratlar iktidardaydı. Bugüne geldiğimizde durum tam tersi görünüyor. Şu an 28 AB ülkesinin yalnızca 5-6’sında sosyal demokrat hükümetler iş başında. Özellikle Almanya, Fransa gibi sosyal demokrasinin uzun yıllar belirleyici olduğu ülkelerde sosyal demokrat partilerin büyük güç kaybetmesi endişe verici boyutta.

Bu iki ülkeye İngiltere’yi de katmamamızın nedeni, İngiltere İşçi Partisi’nin yeni lider Jeremy Corbyn ile 8 Haziran 2017 de yapılan seçimde oyların %40’a yükseltmiş ve böylece iktidarda bulunan muhalefette arasındaki oy farkını %20’den, %2 ye düşürmüş olmasıdır. Corbyn’in bu başarısı, tüm sosyal demokratlarca incelenmesi ve ders alınması gereken bir başarıdır. Bu başarının nedeni, esas olarak 1997’de Tony Blair tarafından ortaya atılan “3. Yol” politikasının tamamen terk edilmesi ve sol değerlerin öne çıkarılmasıyla ilgilidir.

Krizden kaçınmanın yolları

Bilindiği gibi, sosyal demokrat hareket içerisinde İngiltere kaynaklı olarak, “3. Yol” adıyla sosyal demokrat değerleri dikkate almayan “pragmatik” bir program Almanya’da da “Yeni Merkez” tanımlamasıyla aynen yürürlüğe koymuştu.

Bu program Hollanda, İtalya, Norveç vb. ülkelerde de etkili olmuştu. Ancak 3. Yol söylemiyle iktidara gelen sosyal demokrat partilerin iktidarları çok uzun sürmemişti. Çünkü neoliberal dünyadan esinlenen programları, çalışan kesimlerin mevcut sosyal ve ekonomik haklarını tartışma konusu yapan uygulamalar içeriyordu. Sosyal demokrat partileri destekleyen kitleler daha çok eşitlik beklerken,  kazanılmış haklarının yok olmasına, sosyal demokrat partilere oy vermeyerek, sandığa gitmeyerek ve hatta bu partilerden istifa ederek sert tepki göstermişlerdi.

Sosyal demokrat partilerin bugün içerisinde bulunduğu krizin başlangıcı, “3. Yol” politikalarının birçok ülkede yürürlüğe konulmasıyla ortaya çıktı. Bu durumu, Hollanda İşçi Partisi’nin eski lideri Wouter Bos, 25 Ocak 2010’da Amsterdam’da yaptığı bir konuşmada; “3. Yol ilericileri, makul bir şekilde denetlenen bir serbest piyasanın varlığı koşullarında yatağa gittiler; uyandıklarında ise zincirlerinden boşanmış bir canavarla karşılaştılar” diyerek, yapılan yanlışı cesaretle ortaya koymuştu. Bos; “Neoliberaller, uzun süre küreselleşmenin, başımıza nereden geldiği bilinmeyen ve kaçınılmaz bir süreç olduğuna bizleri inandırmaya çalıştılar” diyerek özeleştiriyi derinleştirmişti. Sonuçta, serbest piyasacıların planladıkları gibi, ortama “Gittikçe büyüyen bir Anglosakson ekonomik sistem, gittikçe küçülen bir kamu sektörü ve gittikçe özgürleşen piyasaların hakim olduğuna” vurgu yapmıştı.

Bos’un ve benzerlerinin, neoliberal hegemonyanın sosyal demokrasi üzerindeki yıkıcı etkilerini açık yüreklilikle ortaya koymuş olmaları, sosyal demokrasinin bundan sonra izlemesi gereken yolu da göstermiş oluyor. Bos bunu şöyle ifade ediyor; “Süreç içinde şuna kani oldum ki, bazen kamu yararını piyasalardan korumak, kamu yararına zarar vermemek amacıyla piyasaları evcilleştirmeye teşebbüs etmekten daha kolay ve daha iyidir.” Bos’un bu tespitlerini, diğer sosyal demokrat partilerin sol kanat politikacılarının ve sendikacıların analizlerinde de görmek mümkün.

Bu analizler, ilericilik ve reform kurumlarının çarpıtılarak geniş halk kesimlerinin kazanılmış sosyal ve ekonomik haklarının geriletilmesinin sosyal demokrat partilere büyük zarar verdiği konusunda hemfikirler. Sol partiler, siyaset bilimciler, sosyal demokrat vakıflar son 10-15 yıldır çeşitli forumlarda bir araya gelerek gerilemenin nedenlerini analiz etmeye çalıştılar. Ortaya çeşitli raporlar çıktı. Bu forumlarda “ne yapmalı?” sorusu da tartışıldı.

Bu çalışmalarda üzerinde mutabakat sağlanan görüşleri şöyle özetlemek mümkün: Neoliberallerin ileri sürdükleri gibi SSCB’nin dağılması ile sol-sosyal demokrasi bitmiş değildir. Tam aksine sol politikalara ihtiyaç daha da artmıştır. Çünkü var olan eşitsizlikler, piyasacı küreselleşme denilen süreçte daha da artmaktadır. Sosyal demokrasi, özgürlük içerisinde sürekli bir eşitlik arayışı olduğuna göre onun değerleri ve hedefleri bugün için de geçerlidir.

Nitekim yapılan tüm araştırmalar sosyal demokrasinin; özgürlük, eşitlik, dayanışma, demokrasi, sosyal devlet, barış, emeğin korunması, kadın erkek eşitliği, doğal çevrenin korunması gibi temel değer ve hedeflerinin toplumlar tarafından benimsendiğini gösteriyor. Dolayısıyla sosyal demokrasi, bu temel ilkelere ve hedeflere dayalı siyaset anlayışını korumalı, program ve stratejilerini temel ilkelerinin rehberliğinde yenilemelidir. Yeni meydan okumalara yeni yanıtlar üretmelidir.

Sosyal demokrat öneriler

Bu çerçevede, sol partiler piyasanın “bırakınız yapsınlar” anlayışına kararlılıkla karşı durmalı; toplumun piyasa toplumuna dönüştürülmesine izin vermemelidir. Bu partiler;

  • İnsani değerleri hiçbir şekilde piyasanın kör güdüsüne bırakmamalı; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, kültür hizmetlerinden vazgeçmemeliler. Bu hizmetler bir meta haline getirilmesine karşı mücadele etmeliler.
  • Çocukların, yaşlıların, engellilerin kamu tarafından desteklenmesi sağlamalılar.
  • Programlarından yer alan kadın erkek eşitliğini -başta partide olmak üzere- her alanda sağlamayı görev bilmeliler.
  • Neoliberal küreselleşmenin demokratik denetim altına alınmasını, kurallara bağlanmasını savunmalılar. Ortaya çıkan zenginliklerin adaletli paylaşımına yönelik yeni politikalar geliştirmeliler.
  • Dünya siyasetini uluslararası şirketlerin yönlendirmesine karşı durmalılar. Demokratik siyasetin ve ulusal hükümetlerin belirleyiciliğini savunmalılar.
  • İnsan hakları ihlallerine her yerde aktif olarak karşı çıkmalı ve hukuk devletini güçlendirmek için mücadele etmeliler.
  • Demokrasinin derinleşmesini, katılımcı hale gelmesi için mücadele vermeliler. Demokrasiye geçiş çabasındaki toplumlara destek olmalılar.
  • Yaşamın doğal temeli olan çevreyi korumayı ve onu tahrip eden teknolojik ekonomik olguları önlemeyi görev bilmeliler.
  • Irkçılıkla, yabancı düşmanlığı ile mücadele etmeli; farklı kültürlerin bir arada olmasını zenginlik kabul etmeliler.
  • Herkes iyi iş ilkesini savunmalı, açlık ve yoksulluğu ortadan kaldırmayı daha çok kaynak ayırmalıdır.
  • Koruyucu sosyal devleti geliştirerek devam ettirmeliler.
  • Tek kutuplu bir dünya yaratmak isteyen emperyalist politikalara karşı çıkmalı, eşitlerin adaletli ve barışçı dünyasını savunmalıdırlar.
  • Bu çerçevede; BM, Dünya Bankası, IMF vb. uluslararası kuruluşları demokratik bir yapıya kavuşturmak için mücadele etmeliler.
  • Demokratik işleyişe sahip bölgesel işbirliklerini teşvik etmeliler. AB’nin, yurttaşların Avrupası olmasına; demokratik ve çok kültürlü bir işleyiş edinmesine öncülük etmeliler.
  • Silahsızlanma çabalarına öncülük etmeliler. Vesayet savaşlarına karşı tavır almalılar. Barıştan ve uluslararası dayanışmadan yana olmalılar.
  • Siyasetin demokratikleşmesine, yurttaşların katılımına açılmasına özel önem vermeliler; parti içinde de demokrasiyi ve katılımı esas almalılar. Kadınların eşit katılımına öncülük etmeliler.
  • Sosyal demokrat partiler arasındaki iş ve güç birliğini geliştirmeliler. Evrensel sorunların çözümüne birlikte katkıda bulunacak mekanizmaları oluşturmalılar. Bu çerçevede Sosyalist Enternasyonal’i daha etkili olacak biçimde yeniden yapılandırmalılar.

Yukarıdaki saptamalar ve öneriler elbette Türkiye sosyal demokrat hareketini de kapsamaktadır. Tabii Türkiye siyasi kültüründen dolayı bize özgü sorunların da dikkate alınması gerekir. Buna ilişkin görüşleri sosyal demokrat derginin gelecek sayısında okuyucularla paylaşmayı planlıyoruz.

*Ercan KARAKAŞ
SODEV Onursal Başkanı
ercan.karakas@hotmail.com 

Bir cevap yazın