Yaşadığımız süreçte solun, sosyal demokrasinin bunalım içerisinde olduğu bir gerçek. Bunalımın nedenlerine ve çıkış yollarına ilişkin tartışmalar ve arayışlar da artarak devam ediyor.
Bu tartışmalar giderek uluslararası bir boyut kazanmış durumda. Çünkü sorun, bir ülkeyle ya da Avrupa ile sınırlı değil. Kapitalist küreselleşmenin tüm ülkelerin ekonomileri üzerindeki etkileri, arayışın uluslararası boyut kazanmasının en önemli nedenlerinden birisi. Kuşkusuz yalnız Avrupa değil, Latin Amerika, Güney Doğu Asya, Güney Afrika’daki sol hareket ve partiler de kendi deneyimleri ışığında çıkış yollarını tartışıyorlar. Liberal küreselleşme süreci, ulus devletlerin düzenleyici kimi mekanizmalarını da etkisiz kılarak, tüm ülkelerde gelir ve servet eşitsizliklerini daha da büyütmektedir. 2008 finansal ve ekonomik krizinin tahribatı devam etmekte; Türkiye dahil birçok ülkede emekçi kesimler daha da yoksullaşırken, sermaye kesimi daha da zenginleşmekte ve dolayısıyla eşitsizlikler artmaktadır. Bu durumda, çoğulcu demokrasiler de güven kaybetmektedir. Dolayısıyla ekonomik ve sosyal krizle birlikte demokrasi krizi de yaşanmaktadır. Birçok ülkede yabancı ve göçmen düşmanı, ırkçı partilerin parlamentolarda temsil edilecek güce ulaşmaları endişe yaratmaktadır.
Avrupa’daki ırkçı uç sağ, göçmenleri ve sığınmacıları tehdit edip Avrupa Birliği gibi kurumları da hedefe koyarak popülist sloganlarla kitle desteği sağlamaktalar. Bu gidişata son verilmesi için sol, sosyal demokrat ve çevreci partilerin, sendikaların ve demokrasi yanlısı örgütlenmelerin hem kendi tutumlarını gözden geçirmeleri ve kendilerini yenilemeleri hem de büyük bir dayanışma ağı oluşturmaları gerekir. Ortak hedef gerçek anlamda özgürlükçü, eşitlikçi ve katılımcı bir demokrasinin inşası, emeği ile geçinen insanları piyasanın “görünmez eline” terk etmemek ve başıboş küreselleşmeyi denetim altına almak olmalıdır.
Sosyal demokrat partilerin sorumluluğu
Elbette burada en önemli görev ve sorumluluk sol, sosyal demokrat partilere aittir. Her şeyden önce sol ve sosyal demokrat partilerin yaşadıkları seçim yenilgilerini ciddi biçimde ele almaları ve kendilerini ideolojik, politik ve programatik olarak köklü biçimde yenilemeleri gerekir. Çünkü sol ve sosyal demokrat partiler, son yıllarda birçok ülkede yapılan seçimlerde büyük düşüş yaşamaktalar. Örneğin Fransa, Hollanda, Yunanistan ve Çekya’da sol partilerin son seçimlerdeki oyları tek haneli rakamlara düşmüş durumda; Almanya, Avusturya ve birçok başka ülkede sol partilerin oyları eskiye göre azalarak % 20 bandına sıkışmış durumda. İskandinav ülkelerinde de benzer düşüşler yaşanmaktadır. Bizde de benzer bir durum yaşanıyor. CHP de %20-25 bandına sıkışmış durumda. Elbette; 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’ndeki gelecek için yeniden büyük umut yaratan sonuç; özgürlükler, hukuk devleti, adalet ve demokrasi hedefiyle yapılan işbirliğinin geleceği açısından ayrıca değerlendirilmelidir. Bu gereklilik, CHP’nin ideolojik, siyasi, programatik, örgütsel, halkla bütünleşme konuları ve benzeri alanlardaki yenileşme ihtiyacını ertelemeye neden olmamalıdır.
Sosyal demokrat gerilemeye ilişkin tezler
Sol partilerin yeniden canlanması için ilk olarak atılması gereken adım, mevcut düşüşün nedenlerini açıklıkça tartışmak ve bunları ortaya koymak olmalıdır. Son yıllarda birçok parti ve sosyal demokrat kuruluş bu konuda kayda değer çalışmalar yaptı. SODEV de bu çalışmaların içinde yer aldı. Şimdi de Sosyal Demokrat Dergi, “Sosyal Demokrat Forum” başlığı altında sosyal demokrasinin bugünü ve geleceğini tartışmaya açtı. Özellikle Avrupa’daki sosyal demokrat çevrelerde bugüne kadar yapılan tartışmalarda sosyal demokrat solun güç ve oy kaybetmesinin nedenleri olarak aşağıdaki yedi tez ortaya konuldu.
- Dahrendorf tezi: Sosyal demokrasi, sanayi çağının sona ermesi ile misyonunu yerine getirmiş ve artık gereksiz hale gelmiştir. Ezilen sanayi işçi sınıfı seçim tabanı artık mevcut değildir.
- Daralma tezi: Sosyal demokrat partilerin partiler yelpazesindeki politik konumlanma alanı daralmıştır. Çünkü muhafazakar partiler -soldan esinlenerek- sosyal politikalarını geliştirmiş ve şu anda merkez politikasını işgal etmekte; popülist partiler ise, toplumun hoşnutsuz kesimlerinin oyunu çekmektedir.
- Söylemsel hegemonya tezi: Sosyal demokrat partiler, en önemli sosyal konulardaki söylemsel hegemonyalarını kaybetmişlerdir. Şu anda bir çeşit muhafazakar-liberal ana akım egemen konumdadır.
- Güvenilirlik kaybı/performans sicili tezi: Sosyal demokrat partiler, artık sosyal adaletin gerçekleştirilmesinin garantörü olarak görülmemekteler. Diğer partiler bu konuda onlarla rekabet halindedir. Sosyal demokrat partiler tarafından son yıllarda gerçekleştirilen reformlar, sosyal olarak adaletsiz ve temel sosyal demokrat değerlerle çelişkili olarak görülmektedir.
- Yabancılaşma tezi: Sosyal demokrat partiler, işçi sınıfı içindeki özgün temellerine yabancılaşmışlardır. Sendikalar ve sosyal hareketlerle var olan özgül bağları son yıllarda ya yok olmuş ya da son derece zedelenmiştir.
- Seçmen tabanının bölünmesi tezi: Sosyal Demokratların seçmen tabanı, küreselleşme savunucuları ve karşıtları olarak bölünmüş durumdadır. Avrupa bilgi toplumu bir yana, küreselleşen dünyada kaybeden konumunda olan seçmenler ya da küreselleşme nedeniyle toplumsal statülerini tehdit altında hissedenler, artık sosyal demokrasi tarafından yeterince temsil edilmediklerini ve korunmadıklarını hissetmekteler.
- Değerlerin dönüşümü tezi: Son yıllarda sosyo-kültürel konuların kamu algısındaki önemi artmıştır. Sol elitlerin benimsediği “kozmopolit” ve çokkültürcü düşünceler, sosyal demokrat seçmen tabanının bir kesiminin “toplulukçu/komüniter” özlemleriyle çelişki içine girmiştir (Hillebrand 2009). Yaşanan değişimler, bu kesimin dünyasında kökünden koparılma ve kimlik kaybı şeklinde kendisini gösteren bir altüst oluşu ifade etmektedir. Bunun sonucu olarak eski sosyal demokrat seçmenler, özellikle de işçi sınıfının sıradan üyeleri arasından gelenler, popülist hareketlere yönelerek ya da seçimlere katılmayarak partiyi terk etmekteler.
Bu tezlerin incelenmesi, tartışılması elbette faydalı olur. Ancak, Dahrendorf’un sosyal demokrasinin “misyonuınu tamamladığı” tezi tıpkı Fukuyama’nın “tarihin sonu” gibi temeli olmayan ve reddedilmesi gereken bir görüştür.
Ekonomik ve sosyal eşitsizliğin tüm dünyada giderek arttığı, doğanın –çevrenin- yok edildiği, silahlanmanın ve savaşların sürdüğü, açlığın yok olmadığı; eğitimin, sağlığın, sosyal güvenliğin meta haline dönüştürüldüğü bir dünyada solun ve sosyal demokrasinin işlevini tamamladığından bahsetmek abestir.
Yakın geçmişte sosyal demokrasinin inandırıcılığını zedeleyen ve neredeyse neoliberal sağ partilerle farkını görünmez hale getiren şey sosyal demokrat cenahtaki 3. Yol politikaları oldu. Bu gerçeğin altının çizilmesi gerekir.
Başta İngiltere, Almanya, Hollanda gibi ülkelerin sol partilerinin 3. Yol politikaları, emekçilerin kazanılmış sosyo-ekonomik haklarının bile geriletilmesine neden oldu. “Sosyal Demokrasinin Modernleşmesi” adıyla ileri sürülen 3. Yol politikaları, kamu yerine piyasayı öne çıkararak sosyal demokrat partilerin kimler ve hangi hedefler için mücadele edildiğini tartışmalı hale getirdi. Emekçilerin ve dar gelirli insanların partilerden uzaklaşmasına ve oyların erozyona uğramasına neden oldu. Bugün İngiltere İşçi Partisi, Jeremy Corbyn’in başkan olmasıyla oylarını %40’a yükselterek iktidar olmaya yakın bir hale geldiyse, bunun nedeni, partiyi neoliberal rüzgarın etkisinden çıkartarak sol değerleri öne çıkartmada sergilediği kararlı davranış olmuştur. Sosyal demokrat partilerin bu tecrübeden yararlanmaları gerekir.
Sonuç olarak, rahmetli İsmail Cem’in de vurguladığı gibi, sol ve sosyal demokrasi “özgürlük içerisinde sürekli bir adalet, eşitlik arayışıdır”. O nedenle bu eşitsizlik ve adaletsizlik dünyasında sol ve sosyal demokrasinin bitmesi söz konusu değildir. Zaman, yanlışlardan ders çıkarmak ve temel değerlerden ayrılmadan yenilenerek atılım yapmak zamanıdır.
*Ercan KARAKAŞ
SODEV Onursal Başkanı
ercan.karakas@hotmail.com