kk--demirtas--20110201

Ercan Karakaş – Seçmen Tavrını Demokrasiden Yana Koydu

ercan karakas as 7 Haziran seçimi bir devri sona erdiren bir seçim oldu. Seçmenler 13 yıllık AKP iktidarına oylarıyla son verdi. AKP’nin 2011 seçimlerindeki %49,9 olan oyunu %40,8’e düşürdü. Muhalefet partilerinin toplam oyu ise %60’ı buldu.

Oysa çok değil 2011 seçimlerinden sonra kimi analistler AKP’nin daha uzun süre, en az iki hatta üç dönem daha iktidarda kalacağını öngörmekteydi. Örneğin değerli analist Ersin Kalaycıoğlu 2011 seçimlerinden sonra basına verdiği söyleşide, “‘’Eğer çok büyük bir ekonomik ya da siyasi kriz yaşanmazsa dördüncü, hatta beşinci kez seçimleri muhtemelen AKP alacak ve Türkiye’de ‘hakim parti sistemi’ne geçmiş olacağız. Tıpkı bir dönem Hindistan’da, Japonya’da ve İsveç’te olduğu gibi… Ama bu süreçte Türkiye demokratik bir rejim içinde mi kalır, yoksa daha otoriter bir sisteme mi geçer, onu bilemem!” demişti.

Halk AKP’ye “üç dönem yeter” dedi. Çünkü seçmenler, AKP iktidarının baskılarından; tek adama dayalı otoriter başkanlık sistemi dayatmasından, toplumu kutuplaştırmasından, özgürlüklerin, hukuk devletinin ortadan kaldırılmasından ve yolsuzluklardan hoşnut değildi. Aynı şekilde, Recep Tayyip Erdoğan’ın; -parti başkanlığı devam ediyormuşçasına- anayasa dışına çıkarak seçim kampanyasına, hem de kamunun kaynakları ve olanaklarıyla katılmasından rahatsız oldu.

Sonuçta seçmen bu kritik dönemde AKP Hükümeti’ne -hem de Cumhurbaşkanı’nın yoğun propagandasına rağmen- son verdi ve başkanlık sistemini reddetti. Tercihini parlamenter demokrasiden yana kullandı.

Muhalefetin durumu ve sorumluluğu

CHP, bu seçim kampanyasında, sosyo-ekonomik alandaki sorunlara kapsamlı çözüm önerileri sundu. Milyonlarca emekçinin ve emeklinin insanca yaşaması yönünde uygulanabilir projeler geliştirdi. Özgürlük, demokrasi ve yolsuzluklarla etkin mücadele vaat etti. İçeride ve dışarıda barışın tesis edilmesine yönelik politikalar önerdi. Büyük ölçüde önseçim yaparak diğer partilerden farkını ortaya koydu.

Kampanya boyunca AKP ve Cumhurbaşkanı ile polemiğe girmedi; projelerini anlatmaya öncelik verdi. Ancak maalesef bunların karşılığını alamadı. Oylar 2011 seçimine göre %1e kadar düştü. Oysa hedeflenen oy oranı %35 olarak dile getirilmişti.

Hiç kuşkusuz bu sonuç CHP için tatmin edici değil. CHP’nin bu sonucu tüm yönleriyle irdelemesi ve eksiklikleri cesurca ortaya koyması gerekir. Başlayacak parti içi seçim süreci bunun için bir fırsattır. Kongrelerde sorunlar, eksikler, yanlışlar, politikalar özgür bir ortamda ele alınmalı ve tartışılmalıdır. Bu tartışmalar ışığında partinin yenilenme süreci (ideolojik, programatik, örgütsel konularda ve çalışanlar ve toplumla iletişim alanlarında) hızlandırılmalıdır. (Bu husustaki önerilerimi derginin gelecek sayısında paylaşacağım.)

Seçimlerden oylarını arttırarak çıkan iki muhalefet partisi, MHP ve HDP oldu. HDP’nin; “AKP’yi geriletmek, barajı yıkmak için HDP’ye bir oy ver” çağrısı ve “Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız” vaadi seçmenin belli bir kesiminde karşılık buldu. HDP %10 barajını rahatlıkla aştı ve %13 oy alarak 80 milletvekili çıkardı. Antidemokratik seçim barajı bu kez onu ısrarla savunan AKP’yi vurdu. HDP’nin barajı aşması, halkın TBMM’de temsil oranını makul düzeye çıkartmış oldu.

AKP’ye 258 milletvekili ile iktidar olanağı tanımayan seçmen, üç muhalefet partisine toplamda 292 milletvekili vererek sorumluluk yükledi; “tek başınıza hükümet kuramayacağınıza göre birlikte koalisyon hükümeti oluşturun ve AKP’nin her alandaki tahribatını onarın” dedi. Ancak MHPnin, güçler ayrılığının yaşama geçmesi ve TBMM’nin işlevini yerine getirmesi açısndan ve psikolojik bakımdan yaşamsal öneme sahip olan TBMM başkanlık seçimindeki tutumu toplumda düş kırıklığı yarattı. MHP bu tutumu ile TBMM başkanlığını AKP’ye armağan etti. Bu olay ideolojik ve tabanları açısından birbirlerine yakın olan AKP ve MHP’nin koalisyon oluşturacakları yönünde yorumlandı. Muhalefet partisi yetkililerinin TBMM başkan adaylığı için seçimden hemen sonra bir araya gelerek ortak aday konusunu müzakere etmemiş olmaları da bir eksiklik olarak kaydedilmelidir.
Koalisyon arayışları

Demokrasilerde farklı siyasi çizgideki partilerin gerektiğinde koalisyon hükümeti oluşturmaları doğaldır. Birbirlerini -düşman değil- rakip gören partiler gerektiğinde müzakereler sonucunda ortak bir programda uzlaşabilmektedirler. Partiler arasındaki uygar ilişkiler ve diyalog, kısacası demokratik siyasi kültür, koalisyonları kolaylaştırmaktadır. Nitekim bugün Avrupa’nın birçok ülkesi koalisyon hükümetleri tarafından yönetilmektedir.

Esasen bu ülkelerin çoğunda parlamentolarında uzun süredir 4 ya da 5 parti temsil edilmektedir. Dolayısıyla koalisyon aynı zamanda bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. “Büyük koalisyonlar” ise, başka koalisyon olanağı kalmaması durumunda ya da büyük hedefler için kurulmaktadır. Normalde büyük partiler daha çok küçük partiler ile koalisyon oluşturmaktadırlar.

Avrupa’da koalisyon oluşturmak, partiler arasında temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti, güçler ayrılığı, sekülerizm, kısacası demokrasi konusunda zaten uzun yıllardır bir mutabakat bulunduğu için kolay olmaktadır. Sosyo-ekonomik, dış politika, çevre sorunları vb. konularda karşılıklı tavizlerle ortak bir programda buluşmak mümkün olmaktadır.

Ülkemize koalisyon oluşturmanın önündeki en büyük engel ise özgürlükler, hukuk devleti, güçler ayrılığı, kısaca demokrasi konusunda mutabakat olmamasıdır. Her parti kendine göre bir demokrasi anlayışı ileri sürebilmektedir. Oysa demokrasi ölçülebilen bir sistemdir. Ölçüm işini çok iyi yapan uluslararası kuruluşlar olduğu biliniyor. Bu kuruluşların ölçümleri demokrasi standartları bakımından Türkiye’yi “hibrit demokrasi” olarak sınıflandırmaktadır. AKP Hükümeti ise Türkiye’nin “ileri demokrasiye” sahip olduğunun propagandasını yapmaktadır. Bu, aşılması bir de anlayışının sağ partilerce de benimsenmesine bağlı olan büyük bir sorundur. Bu kez Cumhurbaşkanı koalisyon oluşumunun önünde engeldir. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın, erken seçim kararında olduğu, göstermelik koalisyon girişimlerinin başarısız kalması yönünde hareket ettiği, edeceği bilinen bir gerçektir.

CHP’nin tutumu ve Davutoğlu’nun ziyareti

Bu yazı kaleme alındığı gün Cumhurbaşkanı gecikmeli olarak Davutoğlu’nu hükümeti kurmakla görevlendirdi. CHP, ilke olarak koalisyon için kapısını çalacak olan Davutoğlu’yla ya da kim görevlendirilecekse onunla konuşacaktır. Öneriyi dinleyecektir; kendi görüşlerini aktaracaktır. Bu demokrasinin gereğidir. CHP baştan beri koalisyon kurma görevinin % 60’a düştüğünü, en azından bir biçimde denenmesi gerektiği görüşündeydi. MHP’nin tutumu buna engel olmaktadır. Yine de gelişmeleri iyi gözlemek gerekir.

CHP Davutoğlu ile görüşmeyi kamuoyu ile paylaştığı 14 ilke ekseninde yapacaktır. Bu ilkenin özü insan haklarına, özgürlüklere ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi, temiz siyaset, yolsuzluklarla etkin mücadele, Cumhurbaşkanı’nın anayasal sınırlarına çekilmesinin sağlanması, barış eksenli dış politika, TRT ve RTÜK gibi kurumların bağımsızlığı ve de asgari ücretin iyileştirilmesi, emekliye iki maaş ikramiye verilmesi gibi hususlardır.

Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümü ancak evrensel standartlarda bir demokrasinin yerleşmesiyle kolaylaşacaktır. O nedenle, AKP’nin öncelikle açık biçimde “ileri demokrasi” adı altında empoze ettiği özgürlükleri kısıtlayan, yasakçı ve otoriter sistemden vazgeçmesi gerekir. Bu yapılmadan CHP’nin AKP ile uzlaşması olanaklı değildir. Bu durumda sorumluluk, seçim sonrası özeleştiriden uzak duran, demokrasiyi önemsemeyen ve Cumhurbaşkanı’nın anayasal çerçevede kalması yönünde çabası olmayan AKP’nin olacaktır. Davutoğlu MHP ile de anlaşamazsa hükümet kurma görevini CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’na geçecektir. Bu durumda belki bir şekilde % 60’a dayalı bir çözüm olanağı yeniden canlanabilir. Tüm bu girişimlerden bir sonuç alınamazsa elbette o zaman gündeme erken seçim gelir. Erken seçim de demokrasinin bir parçasıdır.

*Ercan Karakaş,
CHP Genel Başkan Yardımcısı
ercan.karakas@hotmail.com