İstanbul tüm dünyanın bildiği, köklü bir tarihi geçmişi olan önemli bir kentimiz. 2700 yıllık bir tarihi olduğu biliniyordu. Marmaray kazısında ortaya çıkan bulgular ise aslında İstanbul’un 8500 yıl öncesine kadar gittiğini gösteriyor. Bu konudaki bilimsel çalışmalar sonuçlandığında durum netliğe kavuşacak.
BM verilerine göre M.Ö. 900’lü yıllarda dünyanın en büyük beş kenti arasında bulunan İstanbul, 17. yüzyıla gelindiğinde ise yeryüzünün en büyük kenti oluyor. Bugünkü 13 milyonluk nüfusu ile (kimi uzmanlara göre 15 milyon) dünyanın 36 metropolü arasında bulunuyor.
1945 yılında ülke nüfusunun %5 kadarını oluşturan İstanbul, bugün ülke nüfusunun yaklaşık %20’sini barındırıyor. Ülke gelirinin yaklaşık %50’sini sağlayan İstanbul’un nüfusu artmaya devam ediyor.
Ülkemizin bölgeleri arasında var olan ekonomik ve sosyal uçurumu azaltacak politikalar geliştirilmediği için, İstanbul’daki nüfus artışının iç barış sağlanamadığı sürece bir dengeye kavuşması da mümkün değil. Nitekim uzmanlar, böyle giderse Cumhuriyet’in 100. yılında İstanbul’un nüfusunun 20 milyonu aşacağını tahmin etmektedirler.
Bu durum, İstanbul’un çözüm bekleyen sorunlarının daha da derinleşmesine ve esasen oldukça düşen-düşmüş bulunan yaşam kalitesinin daha da düşmesine neden olacaktır. Aynı zamanda şehrin tarihi dokusunu, kültürel mirasını korumak daha da zorlaşacaktır.
O nedenle İstanbul için yeni bir vizyon ve yönetim modeli gereklidir. Aksi takdirde İstanbul’da yaşam daha da çekilmez hale gelecek ve bu tarihi kent dünyadaki önemini ve yerini de kaybedecektir.
İstanbul’un temel sorunlarının başında, plansız ve programsız çarpık kentleşme; ranta dayalı imar konuları; demokratik-katılımcılıktan ve saydamlıktan uzak yönetim anlayışı; uzman kuruluşların, halkın yönetimden ve kararlardan uzak tutulması; deprem riski için gereken hazırlıkların yapılmaması; ormanların, yeşil alanların, su havzalarının yok edilmesi; tarihi dokunun ve kültürel mirasın gerektiği şekilde korunmaması; kültüre ve sanat alanına gereken önemin verilmemesi; bütünlükçü bir ulaşım planı geliştirilmemesi; kent yönetiminin saydamlıktan ve hesap vermekten uzak durması; yerinden yönetime merkezden gelişigüzel müdahale edilmesi; yolsuzluklar ve kayırmacılık vb. gelmektedir.
“İstanbul örnek bir dünya kenti olacak” diyerek 1994’de İstanbul yönetimine gelen AKP anlayışı, bırakın İstanbul’u dünya metropolleri düzeyine çıkartmayı daha da yaşanmaz bir kente dönüştürdü.
AKP döneminde İstanbul’da alt gelir gruplarıyla üst gelir grupları arasındaki gelir uçurumu -ülke genelinde de olduğu gibi- daha arttı. AKP, sosyal devlet gibi sosyal belediyeciliği de benimsemediği için, kent yoksulları kaderleriyle baş başa bırakılıyor. Düzensiz ve kayırmacı bir şekilde yapılan gıda, yakacak vb. “yardımlar” kent yoksullarının yoksulluğuna çare olmuyor.
Esasen, AKP, yerel yönetimleri adeta kar amaçlı birer işletme / şirket olarak görmektedir. Oysa belediyeler birer işletme olmayıp kamu görevi yapan, halkın yaşam kalitesini yükseltmekle görevli kurumlardır.
AKP anlayışında belediyeler, kent yönetimleri daha çok bir rant dağıtma ve yandaşları zenginleştirme aracı haline dönüşmüş bulunmaktadır. Kentlilerin, kentlerdeki meslek kuruluşlarının, üniversitelerin, uzmanların, sivil toplum örgütlerinin kentle ilgili kararların oluşum süreçlerinden uzak tutulması; dahası, belediye meclislerinin bile işletilmemesi sonucunda, rant ve yağma düzeni adeta kurumsallaşmaktadır.
Oysa yerel yönetimler, katılımcı demokrasinin en iyi uygulanabileceği yerlerdir. Yerelde olmayan demokrasi genelde de gelişemez. O nedenle bugünkü buyurgan, denetimsiz, katılıma kapalı kent yönetim anlayışı yerine, demokratik, saydam, hesap verebilen bir anlayışı yerleştirmek yaşamsal öneme sahiptir.
Solun, CHP’nin bu yönetim anlayışını yönetiminde olduğu belediyelerde yaşama geçirirken, diğer yandan da yasal altyapının yenilenmesi çalışmalarını ayrıntılı hale getirip toplumla paylaşması gerekmektedir. Aynı şekilde CHP’nin, programında yer alan “Dünya Kenti İstanbul İçin Yerel Yönetim Modeli” (tam metni ekte) önerisini ayrıntılı hale getirerek bir yasa teklifi haline dönüştürmesi, toplumla paylaşması ve sürekli gündemde tutması yerinde olacaktır.
İstanbul’daki çok yönlü tahribatın önlenmesi için harekete geçme zamanıdır.
Dünya Kenti İstanbul İçin Yeni Yerel Yönetim Modeli
(CHP Programı sayfa 97-99)İstanbul Metropolitan Bölgesi için en rasyonel çözüm Trakya’nın tamamını da içerecek şekilde GAP İdaresi benzeri bir Kuzey Marmara Metropolitan Bölge Planı hazırlamak ve bu Planı uygulayacak güçlü bir yasal çerçeve, kurumsal altyapı ve finansman modeli oluşturmaktır. Diğer bir bölge Planı ise Çanakkale, Balıkesir ve Bursa-Yalova hattı için Güney Marmara Bölgesel Gelişme Planı olarak hazırlanacaktır. Bu planda Çanakkale yeni bir cazibe merkezi olarak kurgulanacaktır. Böylece başta İstanbul ve çevresinde yer alan kentler ile, bu hattaki Bursa’nın üzerine binen aşırı yük, altyapısı güçlendirilen Çanakkale’ye yönlendirilerek hafifletecektir.
Trakya, Çanakkale ve Saroz Körfezi çevresinde çağdaş, modern yeni kentsel yerleşim alanları geliştirmek amacıyla bölge yeniden planlanacaktır.
Bu çalışmalar yapılırken deniz ve demir yolu taşımacılığına önem verilecek, bölgenin doğal ve tarihi görünümünü korumasına özen gösterilecektir.
İstanbul’a özgü bir yönetim modeli oluşturulması ulusal bir sorumluluktur. İstanbul yönetiminin alacağı tüm kararlar, ulusal kalkınma planı ve yıllık programlarla uyumlu olacaktır.
İstanbul’un mevcut il sınırlarını aşan bölgesel etki alanını dikkate alan bir megapol kent modeli oluşturulacaktır. Yeni yönetim modeline uygun mali kaynaklar yaratılacaktır.
İstanbul Megapol Yönetiminin temel görevi; temsil, stratejik planlama, mega ölçekte kentsel planlama, metropol alandaki il ve ilçe belediyeleri arasında kent planlaması sürecinde eşgüdümün sağlanması, büyük projeleri izleme, gerçekleştirme ve denetleme, güvenlik ve trafik düzeninin sağlanması olacaktır. Megapol yönetimine bağlı alt yönetim birimleri kurularak hizmetin daha etkin hale getirilmesi sağlanacaktır.
Ercan KARAKAŞ
SODEV Onursal Başkanı
ercan.karakas@hotmail.com