Ercan KARAKAŞ – Gerçek Demokrasiyi Kurmak

Demokrasi kavramı antik Yunan’da, Atina’da ortaya çıktı. Yüzyıllardır gündemde olan, konuşulan, genelde savunulan bir kavram, bir yönetim biçimi. Bu durum demokrasinin nihai bir aşamasına ulaşılamadığını, daha doğrusu hiçbir aşamanın nihai olmayacağını gösteriyor. Çünkü demokrasi, demokratik yöntem ve pratikler, toplumlardaki değişime, sosyal ekonomik kültürel gelişmelere bağlı olarak kendisini yenileyebiliyor. Elbette bu yenilenme kendiliğinden olmuyor. Demokratların mücadelesiyle gerçekleşiyor.

Nitekim demokrasi artık önüne bir sıfat gelmeden açıklık kazanamıyor. Günümüzde sıkça kullanılan ve açıklanmaya çalışılan sıfatların başında; çoğulcu, özgürlükçü, katılımcı, müzakereci, çağdaş gibi sıfatlar geliyor. Tabii siyasi ideolojilerin kendilerine göre tanımlamaları da var; liberal demokrasi, sosyal demokrasi, sosyalist demokrasi bunların başlıcaları.

Tarihsel geçmişleri olan siyasi ideolojilerin, demokrasi tanımlarının farklı olması da son derece doğal. Üzerinde anlaşılan husus ise halkın temsilcilerinin serbest ve eşit koşullarda yapılan seçimlerle belirlenmesidir.

Elbette serbest ve eşit seçimler halkın temsilcilerini, parlamento üyelerini seçmeleri demokrasinin ön koşuludur. Ama bunun tek başına yetmediği bir gerçek. Halk adına iktidara gelen partilerin ve milletvekillerinin, “halk bizi seçti, istediğim şeyi yaparım” deme hakları yok. Çünkü seçilmişlerin iktidarlarını sınırlayan insan ve yurttaş haklarının dokunulmazlığı, hukuk devleti ilkeleri ve kuvvetler ayrılığı gibi bağlayıcı hususlar var. Hukuk devleti yalnızca yönetilenlerin değil aynı zamanda yönetenlerin de yargı denetimine tabi olduğu devlettir.

Elbette demokratik devletlerde laiklik ilkesi ve laik bilimsel eğitim de hem demokrasinin ilerlemesi hem de farklı inançların özgürlüğü ve bir arada barış içerisinde yaşam için bir zorunluluktur. Sosyal demokrasi, demokrasinin siyasal alanla sınırlı görülmesini eksik bulmakta ve demokrasinin ekonomik ve sosyal alanda da uygulanmasını savunmaktadır.

Bugün neoliberal ekonomi anlayışının küresel çapta yarattığı büyük eşitsizlikler, doğanın yok edilmesi, çıkar çatışmaları ve kitlesel güçler; siyasal demokrasinin evrensel boyutlara taşınmasının yanı sıra, ekonomik alanı da kapsamasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Dünyada durum

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra neoliberalizm sözcülerinin aceleyle ideolojiler bakımından tarihin sonunun geldiğini ilan etmelerinin ne kadar yanlış ve maksatlı olduğu kısa sürede anlaşıldı. İki kutupluluk son bulunca ileri sürdükleri gibi demokrasinin hızla yayılacağı, çatışmaların son bulacağı, barışın ve işbirliğinin hakim olacağı bir dünyanın kurulacağı tezleri aradan geçen otuz yıla rağmen gerçekleşmedi.

Hem silahlanma hem de savaşlar, vekalet savaşları olarak devam ediyor. Ülkeler arasındaki ve ülkeler içerisindeki gelir adaletsizliği ve sosyal eşitsizlikler büyüyerek devam ediyor.  Doğa ve emek sömürüsü de azalmış değil. Tam aksine artarak devam ediyor.

“Demokratikleşmenin 3. dalgası” da sorunlu. Sovyetler’in etkisinde olan bazı ülkelerde seçimli demokrasiye geçildi. Ancak Polonya ve Macaristan’da olduğu gibi bazı ülkelerde de otoriter tek insan rejimleri kuruldu, başka birçok ülkede de popülist sağ akımlar güçlenmeye başladı.

Bu gelişmeler özgür ülkelerin işbirliği içinde barışçıl bir dünya hayallerini yok ediyor. BM ve benzer uluslararası kuruluşlar işleyiş ve yapılarıyla kendilerini demokratik ve katılımcı hale getiremedikleri için, küresel barış ve küresel adalet, iklim değişikliğini önleme vb. konularda ciddi adımlar atamıyor.

Özet olarak, demokrasi eksikliği ve var olanın da ekonomik-sosyal alanı kapsamaması, bu alanları küresel liberalizmin ve büyük sermaye gruplarının yönlendirmesi küresel barışı ve eşitsizliklerin giderilmesini engelliyor.

Ülkemizde durum

Ülkemizdeki duruma gelince; Türkiye 18 yıldır AKP tarafından yönetiliyor. “İleri demokrasi” propagandası yaparak iktidara gelen AKP iktidarı ülkemizin ve halkın hiçbir sorununa çözüm getirmedi. Dahası geçmişin tecrübeleriyle ilerletilmesi gereken parlamenter demokratik rejime son vererek yerine, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adıyla otoriter tek adam rejimini getirdi. Gerekçe olarak da hızlı karar alınmasına imkan verecek bu rejimle Türkiye’nin “uçacağını” öne sürdü. Dünyada eşi benzeri olmayan bu ucube rejim ile, var olan ekonomik, sosyal, kültürel, dış politika sorunları daha da arttı. Şu anda ekonomi büyük kriz içerisinde. İşsizlik, yoksulluk dayanılmaz boyutlara ulaştı. Gençlerin çoğu yurtdışına gitmek istiyor. Çünkü üniversiteyi bitirenler dahi iş bulamıyorlar.

Eğitim ve sağlık alanındaki sınırsız ve kuralsız özelleştirmeler ikili sistemler yarattı. Eğitimde bilimsel yeterlilik ve laiklik ilkesi yok sayıldı. İfade, basın, örgütlenme ve gösteri hakları kullanılmaz hale getirildi. Eleştirel basın ve medya yok edildi. Var olanlar sürekli olarak hukuksuz biçimde para ve kapatma cezalarıyla karşı karşıya bırakılıyor.

Yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı yok edildi. Halkın temsilcilerinden oluşan, demokrasinin, egemenliğin kalbi olan TBMM işlevsiz hale getirildi. Her alanda kayırmacılık kural haline geldi. AKP 2019 yerel seçimlerinde kaybettiği belediyelerin halka hizmet etmesini engellemek için sürekli baskı yapıyor. Engeller çıkarıyor. Dahası HDP’li belediye başkanlarının çoğunu görevden alıp, yerlerine kayyum atadı. Şimdi de HDP’nin demokrasi cephesinde yer almasını engellemek ve millet ittifakını zayıflatmak için altı yıl önce kapanmış olan dava yeniden başlatılarak 82 HDP’li yönetici gözaltına alındı. 

Özet olarak, halkı “benden olanlar” ve “düşman olanlar” diye ikiye ayıran AKP rejimi bugüne kadar görülmeyen bir kutuplaşma yarattı. Bununla halkın farklılık içerisinde bir arada yaşama kültürüne büyük bir darbe vuruldu. Tüm bunlar eriyen oyları durdurmaya yönelik tehlikeli uygulamalar.

AKP rejimi, “seçildim, her şeyi yaparım” anlayışını sürdürüyor. Seçilenleri, iktidarları sınırlayan hukuk kurallarını, temel insan hak ve özgürlüklerini yok sayıyor. Bu hukuk ve demokrasi dışı uygulamalar sonucunda ülkemiz 2012 yılı demokrasi endeksinde “melez demokrasi” sınıfında iken, hızla özgür/demokratik olmayan ülkeler sınıfına düşmüş durumda. Hal böyle iken, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’deki demokrasinin ABD ve AB ülkelerinden daha ileri olduğunu söyledi. İnanılmaz, ama bu açıklama yapıldı. Gerçeklerden ve toplumun yaşadığı sorunlardan bu derece kopmuş olan bir iktidarla artık gidilecek bir yol yoktur.

Ne yapmalı?

Peki, ne yapmalı? Önce teşhiste birleşmeli. Mevcut hükümet bir “otoriter tek adam rejimidir” ve dolayısıyla demokrasi dışıdır. Uluslararası tüm demokrasi ölçümlerinin ortaya koyduğu gibi Türkiye özgür olmayan bir ülkedir.

O nedenle bu teşhiste birleşen, onun yerine eksiksiz bir parlamenter demokratik rejimden yana olan herkes bir araya gelmelidir.

Millet İttifakı bir araya gelmek bakımından başarılı bir örnek oldu. Resmen ittifak içinde olmamasına rağmen başta HDP seçmenlerini ve tüm demokrasi yanlısı seçmenleri harekete geçirdi. Sonuçta tüm baskı ve zorlamalara, Yüksek Seçim Kurulu’nun kural dışı kararlarına rağmen AKP belediye seçimlerini kaybetti. Başta 25 yıldır AKP’li belediye başkanları tarafından yönetilen İstanbul ve Ankara olmak üzere önemli kentlerin CHP adayları ile kazanılması, toplumda heyecan ve umut yarattı. Ne denmişti: “İstanbul’u alan, Türkiye’yi de alır”.  Öyle de olacak.

Seçimler zamanında da olabilir, erkene de alınabilir. O halde yapılması gereken şey çalışmalara hemen başlamaktır. Öncelikle Millet İttifakı’nın artık aslında bir Demokrasi İttifakı olduğu gerçeğinden hareketle, ülkemizin partiler dışında olan tüm meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve sendikalarla, aydınlarla, bilim insanlarıyla, sanatçılarla iletişimi ve görüş alışverişini sıklaştıracak bir yapılanmaya gidilmelidir. Bu çalışmaları koordine edecek ve halkla paylaşacak bir koordinasyon kurulu oluşturulmalıdır.

Önce bir manifesto ile halka gelecek seçimlerin önemi hatırlatılmalı. Ve bugünkü otoriter tek adam rejimi yerine getirilecek güçlendirilmiş parlamenter rejimin esasları hakkında bilgi verilmeli ve katkı istenmelidir.

Daha sonra parti temsilcilerinden, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden, uzmanlardan oluşan kişilerle kapsamlı bir demokrasi projesi taslağı hazırlanmalı ve halka sunulmalıdır.

Güçlendirilmiş parlamenter rejimin ilke ve kurumlarının esasları anayasa ile belirleneceği için uzmanlarla bir Anayasa Komisyonu kurulmalıdır.

Tüm bu çalışmalar halka açık, herkesin öneri yapabileceği bir şekilde yürütülmelidir. Çünkü gerçekte demokrasi, siyaset için değil yurttaşların daha iyi yaşaması içindir.

Son söz olarak şunu ifade etmeliyim: Planlı, programlı, şeffaf ve kararlı bir çalışma başarı için zorunludur. Sorumluluk, başta siyasi partiler olmak üzere herkesindir. Demokrasi için cesur olunmalıdır.  

*SODEV Onursal Başkanı
ercan.karakas@hotmail.com