Ülkemiz 15 Temmuz’da herkesi şaşırtan, şok eden kanlı bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. 240 insanımızın yaşamını yitirmesine, 2000’e yakın insanımızın yaralanmasına neden olan darbe girişimi başarılı olamadı, bastırıldı.
Bu sonuç halkın, siyasi partilerin ve de darbe karşıtı asker-polis güvenlik güçlerinin kararlı tutumuyla alındı.
15 Temmuz gecesi TBMM bombalanırken mecliste temsil edilen dört siyasi partinin grup yönetimlerinin bir araya gelmeleri ve de ortak bir bildiriyle darbeye karşı çıkmaları da önemsenmesi gererken bir ilkti. Ancak HDP’nin hükümet tarafından sonraki süreçlerden dışlanması son derece yanlış bir tutum olmuştur. Bu halkın iradesini yok saymaktır.
Kanımca dünya görüşleri farklı olan dört partinin bu ortak tavrı, “Yenikapı Mutabakatı” denilen şeyin esasıdır. Yani mutabakat darbelere kimden gelirse gelsin birlikte kararlılıkla karşı çıkmaktır ve bu önemlidir.
Eğer “mutabakat” devam etsin söylemi demokrasiyi eksiksiz hale getirmek amacına yönelik ise, o zaman öncelikle yapılması gereken üç şey vardır. Birincisi; Türkiye’de var olan yarım demokrasiyi, yarım hukuk devletini, evrensel standartlara uygun olarak eksiksiz hale getirecek adımları birlikte saptamak. İkincisi; Gülen Cemaati’nin hangi işbirliği, koruma-kollama ile darbe girişimi yapabilecek düzeye geldiğini, ciddi biçimde araştırmak ve siyasetin özellikle de ülkeyi 15 yıldır yöneten, “ne istediniz de vermedik!” diyen AKP’nin buradaki katkısını açıkça ortaya koymaktır. Üçüncüsü de; darbe girişiminde fiilen yer alanları ve destekçilerini hızla yargı önüne çıkartmanın yanı sıra, darbe girişiminin siyasi ayağının da ortaya çıkarılmasıdır. Bunun üzerinin örtülmemesidir.
AKP hükümeti bu üç konuya evet der mi? Darbe girişiminden bu yana geçen üç aylık süredeki uygulamalar ve yapılan açıklamalar bu konuda umut vermiyor. Çağdaş demokrasilerde ülkeyi yöneten siyasiler sorumlu oldukları olumsuzluklar karşısında, “aldatıldık”, “Rabbimden ve halkımdan özür diliyorum” demekle yetinmezler, (17 Aralık’tan sonra 4 bakanın yaptığı gibi) gereğini yaparlar, yani istifa ederler.
Hem bu yapılmıyor hem de TBMM’de kurulacak bir araştırma komisyonu marifetiyle Gülen Cemaati’nin nasıl “paralel devlet” haline geldiğini ve nasıl darbe girişimi yapacak güce ulaştığının tüm ayrıntılarıyla ortaya konulması engelleniyor. Komisyon çalıştırılmıyor. Oysa bu yanlışlardan ders çıkarmadan darbe heveslilerine karşı etkin önlen alınmaz.
“At izi, iti izi”
Güncelde yaşananlara gelecek olursak. Büyük sorunlar, haksızlıklar yaşanıyor. Yarım olan hukuk devleti, OHAL ilanı ve kanun hükmünde kararnameler ile daha da geriye gitti. Örneğin; yalnız mahkemelerin yetkisinde olan özgürlük kısıtlayıcı kararları idarenin almaya başlaması -yürütmeyi durdurma davası açma yolu da kapandığı için- büyük mağduriyete neden oluyor.
Gerçekten de “at izi, it izine karışmış” durumda, “kurunun yanında yaş da yanıyor”. Binlerce kamu çalışanı imzasız ihbarlarla işinden gücünden oluyor. Hükümet fırsattan istifade kendisine muhalif olan sendikalı çalışanları, aydınları, yazarları, akademisyenleri, gazetecileri gözaltına alarak, tutuklayarak cezalandırıyor, laiklik bildirisi dağıtan insanlar gözaltına alınıyor.
İstisna olması gereken tutuklama uygulaması yeniden kural olmuş durumda. Diğer yandan suç ve cezanın şahsiliği ilkesi yok sayılmakta, eşler, aile üyeleri adeta rehin alınmaktadır. Diğer bir sorun da OHAL kararnamesine dayanılarak 28 belediyeye kayyum atanmasıdır. Demokrasiyi neredeyse yalnız sandığa indirgeyen AKP anlayışının, halkın oylarıyla işbaşına gelen belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine devlet memurlarını atamaktadır. Bu halkın özgür idaresinin yok sayılmasıdır.
Bu değerlendirmeleri yapanları halka şikayet eden AKP’li siyasetçiler, “suç işleyenlerin görevlerine devam etmesini savunuyorlar” diyerek konuyu çarpıtıyor. Elbette suç işlediği iddia edilen herkes gibi seçilmiş belediye başkanları da yargılanır. Suçu sabit görülürse görevinden alınır. Ama ortada böyle bir durum yok. Kamu görevine seçimle gelenin, boşluğunun yine seçimle doldurulması gerekir. OHAL’e dayanılarak hükümet tarafından çıkarılan ve TBMM’nin denetiminden kaçırılan kanun hükmünde kararname ile seçimle gelenin seçimle gitmesi ilkesi ortadan kaldırılıyor. Belediye meclisleri de devre dışı bırakılıyor.
Gazeteci Mehmet Yılmaz’ın köşesinde yazdığı gibi, “15 Temmuz’daki darbe girişimi eğer başarılı olsaydı, aynen bugün yaşananlar yaşanacaktı.”. Yani seçilmiş belediye başkanları yerine, darbeciler kendi çizgilerindeki insanları getireceklerdi. Nitekim darbecilerin bazı büyük kentlere atayacakları isimler de medyaya yansıdı.
Milat meselesi
Cemaat ve iktidar uzun yıllar büyük bir dayanışma içerisinde “aynı menzile” birlikte yürüdüler. Devleti ve toplumu İslami esaslara göre şekillendirmeye çalıştılar. Buna ve tek adama dayalı otoriter yönetim anlayışına karşı çıkan tüm muhalif unsurları baskı altına aldılar. Anayasadaki özgürlükleri bile yok saydılar. Kumpas davaları ile orduyu çökerttiler. İnsanlara büyük acılar yaşattılar.
15 Temmuz’dan sonra bu yaşananların her aşamasının araştırılmasının yolunu açacak yerde Erdoğan ve hükümet 17-25 Aralık’ı milat ilan etmiş durumda. Bununla geçmişe sünger çekilmek isteniyor. “Ne istediniz de vermedik?” sürecini yok saymak, kendilerini soruşturmanın dışında tutmak istiyor. Hükümetin işlenen suçlarla ilgili milat koyma yetkisi yoktur, olamaz. Nitekim Ankara Başsavcılığı Darbe Girişimi Davası ile Balyoz, Ergenekon davalarını birleştirdi. Bu davaları darbeye hazırlık sürecinin başlatılması olarak kabul etti. Yani miladın 17-25 Aralık olmayacağını ilan etti. Bu durumda, elbette kumpas davalarına zemin hazırlayanların, bu davaların “savcısı” olduğunu ilan edenlerin, “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyenlerin de hesap vermesi gerekir. 2004 MGK kararına rağmen Gülen Cemaati ile işbirliğini sürdürerek ordudaki cemaatçi subayları, üst görevlere getirenlerin de hesap vermeleri gerekir.
Kanun Hükmünde Kararnameler
Olağanüstü Hal Rejimi ve olağanüstü KHK’leri konusunda hükümetin anlayışı ile çok sayıda demokrat hukukçunun görüşleri uyuşmuyor. Her şeyden önce OHAL derin kriz dönemlerinde ilan edilebiliyor. Süresi de sınırlı oluyor. Hükümet ise olağanüstü hal bahanesiyle, temel insan haklarını ve hukukun üstünlüğü ilkesini yok sayıyor. Temel insan haklarını çiğneyen tasarruflarda bulunuyor. Anayasanın 148’inci maddesinde böyle bir hüküm olduğunu ileri sürüyor. Oysa hukukçular, KHK hükümleri ile kanunların değiştirilemeyeceği Anayasa’nın temel hükümleri ile çelişen hükümler getirilemeyeceği konusunda hemfikirler. Aynı şekilde OHAL KHK’lerindeki hükümler yalnızca OHAL süresince, yani OHAL devam ederken geçerlidir. Bu hükümler olağanüstü hal son bulduktan sonra geçerliliğini yitirir. Hiçbir şekilde uygulanamaz. KHK’ler de OHAL gibi geçicidir. Oysa hükümetin yaptığı kimi düzenlemeler hem temel insan haklarıyla çelişmekte hem de olağanüstü hal sonrasına ilişkin kimi kurumsal düzenlemeleri içermektedir.
Diğer bir mesele de hükümetin KHK’leri alenen TBMM denetiminden kaçırmasıdır. Anayasaya göre (91 ve 121. Maddeler) çıkarılan KHK’lerin Resmi Gazetede yayımlandığı gün TBMM’ye sunulması ve iç tüzük uyarınca da TBMM’de görüşülüp onaylanması gerekiyor. Hükümet bunu yapmayarak Anayasa’yı bir kez daha alenen çiğnemiş, yok saymıştır. AKP’nin mecliste çoğunluğa sahip olmasına rağmen KHK’leri TBMM’de görüştürmemesinin nedeni, KHK’ler mecliste kanun haline gelmesini, dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesini engellemektir. CHP şimdi gecikmeli de olsa KHK’leri Anayasa Mahkemesi’ne götürmeye başladı. AYM’nin 1991 içtihadına göre KHK’lerin Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenmesinin yolu açıktır. Anayasa Mahkemesi’nin denetimi önemlidir; çünkü suçlarla darbeyle mücadelede ancak hukukun içinde kalınarak başarılı olunabilir.
Diğer yandan cadı avının yarattığı endişe ve kargaşayı ortadan kaldırmak için OHAL uygulamasına son verilmesi ve Parlamento devreye sokulması gerekir. TBMM’deki dört parti darbecilerin adil bir şekilde soruşturulmasını talep ettiğine göre en sağlıklı yol budur.
Hükümet sözcüsü OHAL ilan edildiğinde ikinci bir üç aya ihtiyaç olmadığını 5-6 haftada gerekli tedbirlerin alınacağını söylemişti. Ancak şimdi OHAL’in 3 ay daha uzatılmasına çalışılıyor. Bu cadı avının devam etmesi ve aileleriyle birlikte bir milyon mağdur vatandaşımıza yenilerinin eklenmesi demektir. “At ile it izinin” ayrılması “kurunun yanında yaşın yanmaması” için normal hukuk düzenine dönülmesi, parlamentonun devreye sokulması gerekir. Huzurun, istikrarın tesis edilmesinin yolu budur.
*Ercan KARAKAŞ
SODEV Onursal Başkanı
ercan.karakas@hotmail.com