Türkiye 7 Haziran seçiminden sonra 2015 yılındaki ikinci seçimini 1 Kasım’da yaşayacak. Ülkemizde beş ay arayla iki genel seçim ilk kez yapılıyor. Bu tecrübenin yaşanması siyasi kültürümüze nasıl bir katkı sağlayacak; bunu yaşayarak göreceğiz. Tabii katkının olumlu olabilmesi, her şeyden önce seçimin demokratik ve barışçıl bir ortamda ve de seçime katılan partilerin eşit koşullarda yarışmasıyla mümkün olacaktır.
Davutoğlu’nun oluşturduğu seçim hükümetinde görev verilen bakanların ezici çoğunluğunun AKP çizgisinde oldukları dikkate alındığında bu kolay görülmüyor. İş yine AKP dışındaki partilere ve 7 Haziran’da dürüst ve saydam bir seçim için önemli çalışmalar yapan sivil topluma düşüyor.
Cumhurbaşkanı seçim istedi
1 Kasım seçimi kampanyası esnasında, elbette 7 Haziran sonrasında neden bir koalisyon hükümeti oluşturulamadığı, özellikle de toplam oyları % 60 olan üç muhalefet partisinin (CHP, MHP, HDP) bu konuda neden inisiyatif geliştiremediği konuşulacak. Aynı şekilde AKP’nin CHP ile yaptığı koalisyon görüşmelerindeki zaman kazanma taktiği ve MHP’nin her türlü girişime itiraz etmesi de tartışılacak. 7 Haziran seçiminde % 40 bandına düşmesi, AKP için sonun başlangıcı olarak görülmelidir. Cumhurbaşkanı bunu gördüğü için seçimden hemen sonra, seçimin yenilenmesi gerektiğini söylemiş ve “millet 7 Haziran’da yaptığı hatayı düzeltecek” demişti.
Cumhurbaşkanını bu açıklamalarından sonra AKP’nin ve Davutoğlu’nun farklı bir anlayışı benimsemesi kolay değildi. Sonuçta Cumhurbaşkanı’nın dediği oldu. Oysa Cumhurbaşkanı, Davutoğlu’na görevi vermeden çok önce, görevi önce Davutoğlu’na, o başaramazsa, teamüllerin gereği olarak ana muhalefet partisi genel başkanına, yani Kemal Kılıçdaroğlu’na vereceğini açıklamıştı. Ama Davutoğlu görevi 45 gün dolmadan iade etmesine rağmen, Kemal Kılıçdaroğlu’nu görevlendirmeyerek hukukun ve teamüllerin gereğini yerine getirmedi; seçim hükümeti kurulması kararını açıkladı. Bu arada üzerine vazife olmamasına rağmen seçim tarihini 1 Kasım olarak açıkladı. Oysa yasa, seçimin karardan sonraki 90 günün sonundaki ilk pazar günü yapılmasını öngörmekteydi. YSK, nedense (!) bu açık hükme uymadı.
13 yılda gelinen nokta
AKP’nin Türkiye’yi 13 yılda getirdiği nokta ortada. Özgürlükleri ve demokrasiyi derinleştireceğini; yolsuzluk, yasaklar ve yoksullukla mücadele edeceğini; komşularla sıfır sorun politikasını güdeceğini; AB sürecini ilerleteceğini; Kürt meselesini çözeceğini vaat ederek iktidara gelen AKP bunların tam tersini yapmış durumda.
Bugün Türkiye özgürlüklerden, demokrasiden, hukuk devletinden, saydam yönetimden iyice uzaklaşmış durumda. Cumhurbaşkanı ve AKP açıkça tek adama bağlı otoriter bir sistem oluşturmak istemektedir. Dahası, Cumhurbaşkanı’nın “çözüm sürecini” buzdolabına kaldırmasından sonra Türkiye kan gölüne dönmüş, barışın yerine çatışma ve şiddet hakim olmuştur. Anneler ağlamaya devam etmektedir.
Bunlardan da öte, Cumhurbaşkanı Erdoğan fiilen başkanlık sistemine geçtiğini ilan etmiş, anayasanın ve hukukun buna göre düzenlenmesi gerektiğini söylemiştir. Anayasanın açık hükümlerine rağmen bunun söylenmesi bir anayasa suçudur.
Oysa 7 Haziran seçim sonuçları başkanlık sistemine geçit vermedi. Seçmenin % 60’ı Erdoğan ve AKP tarafından önerilen başkanlık sistemini reddetti. Ancak, muhalefetin % 60 oyuna karşın, MHP’nin tutumundan dolayı TBMM başkanını dahi seçememesinden de yararlanan Cumhurbaşkanı, hızla erken seçimi gündeme sokarak seçim sürecini başlattı. Bu arada Davutoğlu da, il başkanları toplantısında, “koalisyon kurmayalım seçime gidelim diyordunuz işte oldu” diyerek cumhurbaşkanından farklı bir görüşe sahip olmadığını bir kez daha göstermiştir.
Türkiye henüz eksiksiz bir demokrasiyi ve parlamenter sistemi tam olarak oturtamadığı için yapılan her seçim önemlidir ve gerçek bir demokrasiye geçiş için bir umuttur. Ülkemizin içerisinde bulunduğu bu kaotik ortamın ve Cumhurbaşkanı ile AKP’nin tek adama bağlı bir İslami otoriterliğe yönelmesinin halkın çoğunluğu tarafından kabul edilmeyeceğine inanmak gerekir. Nitekim halk, 7 Haziran’da bunu, -bırakalım anayasayı değiştirecek çoğunluğu- AKP’yi tek başına hükümet kuramayacak duruma düşürerek göstermiştir.
Türkiye demokrasi yolundan sapamaz
Türkiye’de halk, cumhuriyet değerlerinin; laikliğin, özgürlüklerin, demokrasinin, sosyal adaletin ve toplumsal barışın yaşamsal önemini yaşayarak görmüştür. Bunlardan vazgeçilmesi, otoriter bir sisteme dönülmesi düşünülemez. Gezi olayı da özünde bir özgürlük ve katılımcı demokrasi hareketiydi. O nedenle, başta genç kuşak olmak üzere, milyonlarca insan tarafından desteklenmişti.
1 Kasım’da Cumhurbaşkanı ve AKP’nin toplumu daha da kutuplaştıracak bir strateji izleyecekleri görülüyor. Demokrasi ve toplumsal barış yanlısı herkesin bu oyunu bozması, birlikte barış içerisinde yaşam için güçlerini birleştirmesi gerekir. Artık AKP hükümetinin insanlara anlatacağı bir hikayesi yoktur. Ama muhalefetin olmalıdır.
Ana muhalefet partisi olarak CHP, Türkiye’nin demokratik bir ülke olması için hazırlıklarını sürdürmektedir. 7 Haziran’da toplumun katkısıyla hazırlanan seçim bildirgesindeki sosyo-ekonomik çözümler halkta büyük ilgi uyandırmıştı. Elbette üreten bir ekonomi, üretilenlerin adil paylaşımı, her türlü farklılığın zenginlik kabul edilmesi, toplumsal barışın sağlanması, kayırmacılığın son bulması, eşit yurttaşlık temelinde dayanışmacı bir toplum oluşması demokrasinin eksiksiz hale getirilmesiyle ve parlamenter sistemin güçlendirilmesiyle mümkün olacaktır.
Türkiye’de bugün bunları gerçekleştirecek olan parti CHP’dir. O nedenle 1 Kasım’da CHP’ye oy vermek demokrasiye, toplumsal barışa ve insanca yaşamaya oy vermek anlamına gelecektir.
*Ercan Karakaş,
CHP Genel Başkan Yardımcısı,
ercan.karakas@hotmail.com