Sosyal Demokrat Dergi’nin 101/102. sayısında “Türk Dış Politikası: 2030 – Fabrika Ayarları ve Daha Fazlası” başlıklı yazımızda AKP dönemi sonrası, “AKP dış politikasının” “Türk dış politikasına” verdiği büyük hasardan kurtuluş için yol planı önerilerimizi sıralamıştık.
Bu yazımızda, bahsettiğimiz yol planı için ilham aldığımız bir dönemi, İsmail Cem’in dışişleri bakanlığı dönemini, bize gelecek için ışık tutmak üzere tecrübe edilmiş somut örnekleriyle ele almaya çalışacağız.
AKP iktidarından önceki (kısa Şükrü Sina Gürel dönemini saymazsak), beş yıl boyunca (1997-2002) üç ayrı hükümette dışişleri bakanlığı yapan İsmail Cem, dış politika için elzem olan kişisel duruş ile kurum kültürünü birleştirmenin en iyi örneklerinden birini vermiştir.
Barışı ve işbirliklerini öncelikleyen, tutarlı dış politika
Bu dönemi somut gelişmeleri ile hatırlayalım:
Türkiye, Aralık-1999 Helsinki Zirvesi’nde Avrupa Birliği (AB)’ne adaylık statüsü kazanmıştır. 1997 Lüksemburg Zirvesi’nde istenen adaylık süreci başlamayınca, iki yıl boyunca diplomasinin araçlarını en iyi şekilde kullanan Türkiye, bir yandan ilişkileri kendi isteği ile donma noktasına getirirken, öte yandan AB’ye ve üye devletlere “Avrupa’nın geleceğine katkı verme potansiyeli yüksek ülke Türkiye vizyonunu“ aktarabilmiştir. Sonuç ise dönemin genişlemeden sorumlu komiseri Gunter Verheugen’in Helsinki Zirvesi’nden bir gün önce Türkiye’yi adaylık için davet etmek üzere Ankara’ya gelmesidir…
Hatırlanacağı üzere Yunanistan’la tarihi yakınlaşma da bu dönemde gerçekleşmiştir. Öcalan’ın, Yunanistan’ın Nairobi Büyükelçiliği’nde yakalanmasının hemen ardından barıştan yana dış politika çizgisini her zaman vurgulayan Cem, yeni göreve gelen mevkidaşı Papandreu’ya bir mektup yazmış ve yakınlaşmanın ilk tohumunu atmıştır. Süreç takibine önem veren Cem, elbette bununla yetinmemiş ve bu tohumun yeşermesini de sağlamıştır…*
Çok boyutlu dış politikaya inanan İsmail Cem yine bu dönemde (1998), Afrika ve Latin Amerika / Karayipler açılımı eylem planı oluşturulmasını sağlamıştır.
Yine ABD ile açık semalar anlaşması yapılarak Türk Hava Yolları’nın uçtuğu nokta sayısının 3‘ten 10’a çıkarılması, 1999’da Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının siyasi altyapısının oluşturulması, İslam Konferansı Örgütü’nde (İKÖ) 1998 sonrasında belirleyici ülke olunması ve AB-İKÖ Medeniyetler Buluşması’nın Türkiye tarafından önerilip İstanbul’da gerçekleştirilmesi gibi gelişmeler gerçekçi – vizyoner dış politikanın ürünlerine örnek gösterilebilir.
Cem’in bakanlık yaptığı bu beş yılın farklı görüşteki siyasi partilerin oluşturduğu koalisyon hükümetleri dönemi olduğu, 17 Ağustos 1999 depremi ve 2000-2001 finansal ve ekonomik krizlerinin son derece olumsuz etkilerinin yaşanıldığı bir süreç olduğu hatırlandığında elde edilen başarıların önemi daha da iyi anlaşılacaktır.
Bu dönem, dış politikanın „bilenleri“tarafından yönetildiğinde, onca soruna rağmen kararlı, tutarlı ve onurlu olabileceğinin kanıtıdır.
“Tarihsel coğrafya”yı öncelikleyen dış politika
Kendisinden korkmayan, dünya güçlerinden çekinmeyen, aksine komşularına, bölgesine ve dünyaya katkı verme potansiyeli olan aktif ve yapıcı dış politika vizyonu güden İsmail Cem, Türkiye’nin geçmişi ve yakın çevresiyle barışık bir dış politika anlayışının sembolü olarak “tarihsel coğrafya” kavramının fikir babası olmuştur. Bu kavramda barış vardır, ilişki ve kamu diplomasisi vardır; ancak daha sonra peyda olan “stratejik derinlik” anlayışının tersine başkasının toprağında gözü yoktur. İsmail Cem, “tarihsel coğrafya” kavramını, “dış politikamız kendi coğrafyamızdan hareketle, bölgesel-küresel dengelerde etkili bir dünya devleti olma iddiasındadır” şeklinde tarif eder.
İsmail Cem, Türk dış politikasının o güne değin ihmal ettiği ancak kendisinin bir entellektüel olarak çok önem verdiği tarih ve kültür boyutlarını dış politikaya kazandırmış, bu çerçevede Balkanlar, Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika’da aktif bir dış politika izlenmiş, Türkiye’nin hem Asyalı hem Avrupalı kimliği vurgulanmıştır.
Kendine güvenen, çok boyutlu ve gerçekçi dış politika
Çok boyutlu dış politikayı doğu-batı denklemi olarak ifade ederken buna “Türkiye, Avrupa, Avrasya” kitabında şöyle açıklık getirmektedir: “Türkiye, kendi doğusunda, Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da, Kafkaslar’da, Orta Asya’da, ne ölçüde başarılı olursa, kendi batısında yani Balkanlar’da, Batı Avrupa’da, AB ve ABD’de o ölçüde etkili ve başarılı olur. Aynı şekilde Batı yönündeki ilişkiler ne kadar gelişirse, Doğu’da aynı oranda ilerlenir. (…) Türkiye’nin Asyalı olmakla Avrupalı olmak arasında bir tercih zorunluluğu da söz konusu değildir. Türkiye, hem Asyalı, hem de Avrupalı olma özelliğine, imtiyazına sahiptir. Bu, bizim gücümüzdür.”
Yine aynı kitabında gerçekçi yaklaşımla Türkiye’nin hedeflerinin maksimize edilmesini şöyle belirtir: “Dış politika, ülke menfaatinin matematik denebilecek bir ifadesidir; matematik bir menfaat denklemidir. Bir hesap işidir. Dış ilişkiler, menfaat ve menfaat hesabının, menfaati şekillendiren etkenlerin sürekli değişim içinde olduğu, diyalektik bir süreçtir”.
Cem’e göre dış politikada, sonraki AKP uygulamalarının aksine, hayal ve beklentilere yer yoktur. Cem, dış politikada başarının gerçekçi değerlendirmelerle mümkün olduğunu savunmaktadır. İsmail Cem, Soğuk Savaş sonrası düzende Türkiye’nin geleneksel dış siyasette kural olmuş bütün soyutlamalardan, kendini aldatma alışkanlığından arınması gerektiğini düşünür. Bunu şu şekilde ifade eder: “Türk dış politikasının 1997-2002 dönemini, geleneksel siyasetten ayıran başlıca bir fark, gerçekçiliktir. “Gerçekçilik”, günümüz karmaşasında bizi doğrulara ulaştıracak tek yaklaşım biçimidir” diye belirtir.
Dış politika için öncelik: Doğru karar alma süreçleri
Yukarıda bahsettiğimiz yazımızda “fabrika ayarlarına dönmek ve daha fazlası” derken, dışişleri bürokrasisinin AKP öncesindeki kusur ve ataletini de aşmayı aktarmıştık. İsmail Cem de görev süresi boyunca bakanlığın zafiyetlerini gidermeye çalışarak ama profesyonelliğin önemini de hiç bir zaman gözardı etmeyerek aktif bir yönetim sergilemiştir.
Meseleleri, yumuşak üslubunu koruyarak, tüm uzmanlarıyla istişare etmiştir. Nihai kararlarını bu istişareler neticesinde sağlamlaştıran İsmail Cem, bu sayede dünya sahnesinde ciddiyeti ve tutarlılığıyla tanınmıştır. Böylelikle hem muhatapları hem de dış politika çevreleri nezdinde iyi ilişkiler kurmuştur.
İsmail Cem’in bugünün tam tersi olan tüm taraflarla istişare anlayışını biraz daha açmak gereklidir. Cem, karar süreçlerinde sadece bakanlık içerisinde aşağıdan yukarıya karar alma sürecini önemsememiş, ilgili diğer tüm bakanlık ve tüm kurumlarla da tam işbirliği içinde olmuştur. Bunu hiçbir zaman bir zayıflık unsuru görmemiş, aksine süreci doğru yönetmenin getirdiği güvenle kararlarını oluşturmuştur.
İsmail Cem örneği, aynı zamanda bir bakanın kişisel geçmiş ve tecrübesinin önemini de göstermiştir. Bir yazar olarak, metinlerin detaylarına önem vermiştir. Gazetecilik ve basın yöneticiliği geçmişi sayesinde basın ve kamuoyunun dış politikadaki önemini bilen bir çizgi izlemiştir. Bu sayede kendi görüşlerini, yapılan çalışmaları ve Türkiye’nin tezlerini geçmişe oranla daha kuvvetli bir şekilde yabancı basın ve kamuoyu ile paylaşmıştır.
İsmail Cem, dış politika ve savunmanın başka hiçbir konuya benzemeyeceğini, buradaki hataların bedelinin katlanarak ödeneceğini çok yerinde müşahade eder. Bunu anlayamamış AKP’nin ödettiği bedelleri düşündüğümüzde, bu makro düşüncenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamış oluruz.
Esasında kendisinin dış politika anlayışını en kapsayıcı şekilde ifade eden düşüncesini 1999 yılındaki bir röportajında şöyle belirtir: “Dış siyaset benim açımdan insanımızın ekmeği, çocuklarımızın geleceğidir. Dış politika bunun için yapılır. Biz onun için yapıyoruz dış politikayı ve son tahlilde budur dış politika. (…) Biz kendimizi güçlendiriyorsak, güçlü bir konuma getiriyorsak, hiç kuşkusuz başkaları bize itibar ediyor, bizimle ilişkilerinde daha dikkatli oluyor ve sonuçta kendi toplumumuza dönük faydamızı ve Türkiye’mizin menfaatini biz Türkiye olarak daha iyi savunuyoruz, daha iyi noktalara ulaştırmaktayız…”
Nasıl ilham almalıyız?
Tüm bu dimağ açacak tecrübelere rağmen maalesef bugün İsmail Cem’in bu farklı dış politika anlayışını aktaracak yayın ve toplantılara pek az rastlamaktayız. Vefatının birinci yıldönümündeki anmada kızı İpek Cem Taha’nın “Türkiye’nin aydınlık geleceği için onun değerleri ve katkılarını yaşatmamıza yardım edin” çağrısının, aradan geçen on üç seneyi aşkın sürede pek karşılık bulamadığını üzülerek belirtmemiz gerekmektedir. Fakat hiçbir şey için geç değildir. “Türk Dış Politikası – 2030”u kurarken İsmail Cem’in dış politika anlayışını toplantı ve yayınlarla irdeleyip ilham almak, bugünkü ve gelecekteki meselelere usul ve esas olarak uyarlamak realist, onurlu, tutarlı, “Doğu – Batı denklemi”ni ve “tarihsel coğrafya”yı doğru özümsemiş dış politikayı kurmak için son derece yararlı olacaktır.
* Konuyla ilgili bir karşılaştırma yapacak olursak, AKP hükümetinin Ermenistan yakınlaşmasında, İsmail Cem’den alacağı çok ders vardı. Bu dersi almış olsalardı, süreç yönetimi beceriksizliği göstermemiş olurlardı.
Not: Bu yazı için çok faydalandığım Dr. Altun Altun’un akademik çalışmasının kitaplaştırılmış hali “İsmail Cem: Hayatı, Eserleri ve Dış Politika Anlayışı” eserini ilgililerine tavsiye ederim. İsmail Cem’in dış politika anlayışını daha iyi kavramak için genç yaşta yazdığı kitabı “Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi”nden başlamak üzere tüm eserlerini özümsemek faydalı olacaktır. Bu minvalde İsmail Cem’in piyasada bulunması güçleşen bazı kitaplarının yaygınlaşmasını sağlamak da gerekmektedir.
*Emre ÖZDEMİR
Bağımsız Analist
emre@emreozdemir.net