Emre ÖZDEMİR – Türk Dış Politikası – 2030: Fabrika Ayarları ve Daha Fazlası

“Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinin Avustralyalılar için son derece rencide edici olduğunu ve böylesine hassas bir ortamda sarf edilmesinin pervasızlık olduğunu düşünüyorum… Bu çok üzücü. Bunu bugün Türkiye Büyükelçisi’ne olabilecek en güçlü şekilde bildirdim. Ve görüşmede bana sunulan gerekçeleri de kabul etmiyorum. İlişkilerin gözden geçirilmesi konusunda tüm seçenekleri değerlendireceğiz” Scott Marrison, Avustralya Başbakanı, 20.03.2019 (Kaynak: BBC Türkçe)

“İran’dan Ankara’ya ikinci yalanlama: Ortak operasyon yapılmadı. İran silahlı kuvvetleri sözcüsü Abdülfazıl Şekerci, Türkiye ile sınır yakınlarında PKK’ya yönelik ortak bir operasyon yapılmadığını söyleyerek Türkiye ile operasyona dahil oldukları açıklamalarını ikinci kez yalanladı (…)Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konuyla ilgili, “Uzun zamandır İran-Türkiye sınırında… Bunlara karşı ortak operasyon, ortak eylemi konuştuk. Hamdolsun bu gece yapıldı. Daha önce de yapıldı ama bu daha kapsamlı bir şey oldu. Bunu devam ettirecekler” demişti” (Sputniknews Türkçe, 21.03.2019)

Bu yazının kaleme alındığı hafta yaşanan yukarıdaki iki uluslararası ilişkiler hadisesi bile tek başına, bir ülkenin siyaset yapıcıları için utanç vesilesi olmaya yeterlidir. Zira bu şekilde ülkelerini küçük düşürmekte, ülke iç ve dış politikasının inandırıcılığına ağır zarar vermektedirler. Ancak ülkesini seven ve onun için çalışan siyasetçiler için ağır bir kabahat olan bu durum Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yöneticileri için mühim değildir. Zira %50+1 ile alınacak cumhurbaşkanlığı veya kazanılacak 2-3 belediye, onlar için “ülkemizin ali menfaatleri”nden çok daha önemlidir!

Sosyal Demokrat Dergi’nin 89/90. sayısında “Dış Politikanın Manipülasyonu: AKP İçin Seçim Önceliği” başlıklı yazımızda AKP’nin niçin dış politikayı en önemli seçim aracı olarak kullandığını detaylarıyla aktarmıştık. Buna göre, Konda tarafından AKP seçmenleri nezdinde yürütülen bir kamuoyu araştırması göstermekte ki, AKP seçmenleri Türkiye’nin en önemli iki sorunu olarak gördükleri ekonomi ve güvenlik meselelerinin AKP tarafından çözülebileceğine inanmıyor. Ancak buna rağmen oylarını AKP’ye vermeye devam etmekteler. Buradaki en önemli saikleri ise, güçlü lider/tek başına iktidarda olmaz ise dış güçlerin Türkiye’yi böleceği, bize ağır bedel ödeteceği düşüncesidir.

“Prompter diplomasisi”nin ağır bedeli

Oysa ki en ağır bedel, AKP’nin ihtiyaç duyduğu oyu konsolide etmek için uyguladığı “prompter diplomasisi” sebebiyle zaten ödetilmektedir…

S-400 alımı ve bunun ABD ile ilişkilere yönelik durumunu teknik olarak incelenmesi gereken bir güvenlik meselesi olmaktan çıkarıp prompterdan bağırarak okumak için kullanılacak seçim malzemesi haline getirirseniz, -üstelik muhatabınızın da sağduyu sahibi birisi olmadığı düşünüldüğünde- ülkenize kısa vadede ekonomi; orta ve uzun vadede ise güvenlik açısından bedel ödetmenin yolunu açarsınız. Yani dilinizden düşürmediğiniz ülkenizin bekasını tehlikeye atarsınız…

Veya zaten on yılı aşkın süre önce Ortadoğu’da kaybettiğiniz dengenin onarılması için adım atmak yerine bu durumu derinleştirseniz; İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yakınlaşmasına sebep olur, denge içerisinde yürütülecek bir ilişkide elde edilecek enerji kazanımlarını elde edemez, halkınızın fakirleşmesini hızlandırırsınız. Oysaki bir iktidarın ana amacı ve önceliği, tüm vatandaşlarının refaha ulaşması değil midir? Dış politikanın da bu ana amaca hizmet etme yönünde şekillendirilmesi gerekmez mi?

Diyebilirsiniz ki, üzerine onlarca tez yazılabilecek Davutoğlu enkazı sonrasında Türkiye’nin dış politikasının geldiği noktayı eleştirmek pek de zor değildir. Ancak bizler, Türkiye’de bir kısım uluslararası ilişkilercinin, Türk dış politikasının 2003-2010 arasında başarılı yönetildiği, hataların bu süreçten sonra yapıldığı görüşünün aksine; en başından beri bu dış politika yapma usulunun yanlış ve büyük sorunlara davetiye çıkarır olduğunu o günlerde de ifade ediyorduk. O dönemki bazı açılımların (AB, Kıbrıs, Ermenistan) gerçekten özümsenerek ve ülkemizin geleceği düşünülerek yapılmasını çok arzu ederdik ancak bunların AKP tarafından kendisini meşrulaştırma aracı olarak kullanıldığını defaatle vurguladık. Bu sebeple bugün konuşmaya hakkı olanlar, “Türk dış politikası çok iyi gidiyordu ama ne olduysa 2010’dan sonra oldu” diyen ve o günleri zamanında doğru okuyamamış olanlar değildir. Geleceği şekillendirmede de bu kişilerin rolü olamaz.

Peki ne yapmalı? 2030’un Türk dış politikası için ilkeler

Durumu zamanında doğru değerlendirenler ise, başka bir yönetimle mümkün olacak ve Türkiye’yi 2030’un uluslararası ilişkiler düzenine hazırlayacak değişime fikren ve yapısal planlarla hazır olmalıdır. 2030’ungüçlü dış politikasını kuracak yol planını herhangi spesifik konudan bağımsız, salt ilkeler temelinde şu şekilde ifade etmek mümkün:

. Tüm dünyanın bize düşman olduğu retoriğini değiştirmek ve dış politikayı iç siyaset malzemesi olmaktan çıkarmak: Bu, tamamen yeni siyasetin liderliği ile mümkün olabilir. Zira Hollanda veya Yeni Zelanda’nın bizi bölmek istediği gibi bir suni gündem yaratılmazsa, kamuoyu da bu yönde hareket etmeyecektir.

. Diplomasiyi kullanmak: Dış politika, ulu orta konuşmaya elverecek bir ortam değildir. “Dış politikada bin düşünüp, bir adım atmak gereklidir” ve bu “bin düşünme”, meseleleri uzmanlarıyla tüm boyutları -riskleri, tehditleri ve fırsatları- ile değerlendirip gerekirse senaryo ve alternatifleriyle en doğru yolu belirlemektir. Harekete geçiş tüm bu sürecin sonlanması ile mümkün olmalıdır. Ancak aynı zamanda bu süreçte proaktif olmaya zarar verecek bir hantallığın yeri olmamalıdır.

. İçeride ne iseniz, dışarıda da o’sunuzdur…: Dış politika, iç siyasetin yansımasıdır. Siz içeride demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, düşünce ve basın özgürlüğü gibi kavramların içini boşaltırsanız, dışarıda bununla ilgili yapmak istediğiniz her faaliyette ancak espri konusu olursunuz. O sebeple dış politikada, ancak bu değerleri özümsemiş, içselleştirmiş ve istinasız uygulayan bir yönetim itibarlı bir muhatap olabilir.

. Dış politika, halkın refahını yükseltme ana amacına hizmet eder: Tüm dış politika teori ve pratikleri öncesinde sorulması gereken ilk soru: Bu, “Halkıma hizmet ediyor mu?” olmalıdır. “Halkımın içeride ve dışarıda can ve mal güvenliğine tehdit oluşturuyor mu? Halkıma sosyal ve ekonomik bir fayda sağlıyor mu? Halkımın kısa vadede olmasa bile orta-uzun vadede bu konuda çıkarı nedir?” sorusu sorulmalıdır. Ancak bu tutum kısa vadeli popülist yaklaşımlarla karıştırılmamalıdır. Gerektiğinde orta ve uzun vadedeki kazanımlar için kısa vadedeki kayıplar da halka anlatılabilmelidir.

. Dış politikaya ekonomi çerçevesinden bakmak: Dış politikanın ana görevlerinden birisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yurtdışındaki çıkar ve yatırımlarını korumak olduğu gibi ülkemize de yatırımların gelmesinde aracı olmaktır. Tüm dış politika adımlarının buna hizmet edip etmediğini sorgulamak gerekir. Günümüzden örnek vermek gerekirse, Mısır’daki yönetim aleyhinde takınılacak tavır, ortaokul-lise yıllarında içine girilen siyasi akımın şahsi olarak takipçiliğini yapmak üzere değil, oradaki Türk vatandaşları ve yatırımcılarının bekası düşünülerek yapılmalıdır. Ancak bu şekilde Mısır’da zarar gören Türk yatırımcılarını ve en nihayetinde Türkiye’nin çıkarlarını korumuş olursunuz.

. Bölgesel güç olmak ve yumuşak güç kullanımı: Türkiye, geniş coğrafyası için bir güç ve rol modeldir. Türkiye, bu rol modelliği, laik yapısına ve Cumhuriyet’in ilk yıllarından AKP iktidarına kadar dikkatle yürüttüğü üzere din ve mezhep ayrımcılığı yapmamasına borçludur. Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Kafkasya’da ve akraba toplulukların olduğu her yerde, Türkiye bölge ülkelerinin egemenlik haklarına saygı duymak koşuluyla yumuşak gücünü kullanmalıdır.

. Dışişleri bürokrasisi bir yandan fabrika ayarlarına dönerken, bir yandan 2000 öncesini de aşar şekilde proaktif bir biçimde yukarıda aktarmaya çalıştığımız ilkeli siyasetin düzenli uygulayıcısı olmalı, yeri geldiğinde siyaseti dengeleme cesareti gösterebilmelidir.

Türkiye’yi, uluslararası alanda hak ettiği yere, ancak ilkeleri getirebilir. Mevcut durumun olanca umut kırıcılığına rağmen, bir yandan bu ilkelerden ödün vermeyen dış politika fikirlerini savunmaya devam ederken, günü geldiğinde hızlı rehabilitasyon için de tüm yönleriyle hazır olunmalıdır…

*Emre ÖZDEMİR
Bağımsız Analist
emre@emreozdemir.net