758296-1327063976

Emre ÖZDEMİR – Seçimlere Giderken Dış Politika

Emre ÖZDEMİR
Bağımsız Analist
emre@emreozdemir.net

AKP ve Erdoğan için dış politika bir iç siyaset aracıdır.

AKP ve Erdoğan, dış politikayı iç siyaset için kullanacağım derken ülkeyi ve ulusu güç durumda bırakmayı önemsemez.

Geçmiş tecrübeler göstermektedir ki, AKP ve Erdoğan seçim süreçlerinde dış politikayı ve uluslararası siyaseti normal zamanlara göre çok daha fazla ve bilhassa seçmen konsolidasyonu için manipüle ederek kullanır…

Sosyal Demokrat Dergi’nin 141/142. sayısında “Seçimler Yaklaşırken AKP: Neredesin Dış Düşman?” başlıklı yazımızda örnekleriyle açıkladığımız gibi AKP ve Erdoğan, seçimler öncesinde dış politikayı “özenle” kullanma konusunda bizi yanıltmıyor. Bu yazıda, seçimler yaklaşırken Yunanistan’la ilişkilerin iç kamuoyuna oynama amacıyla söylem düzeyinde ve -Yunanistan’da da Temmuz ayında seçimler olacağından- karşılıklı olarak günbegün gerginleşeceğini ifade etmiştik. Öngörümüzde belirttiğimiz gibi, Erdoğan vitesi arttırmaya devam ediyor. Batı karşıtlığının prim yaptığı bu dönemde; İsveç’tekine benzer hadiseler yaşandıkça veya Batı medyası Erdoğan’la ilgili haber dosyaları yayınladıkça, AKP ve Erdoğan’ın dört elle sarılmaktan başka çaresinin kalmadığı “dış düşman” bulunmuş oluveriyor.

Dilerseniz, meşhur ifadeyle “seçim sath-ı maili”nde nasıl bir dış politika gündemiyle karşıya karşıya olduğumuzu kısaca inceleyelim:

Ekonomik darboğazın yönettiği dış politika

Yaklaşan seçimler öncesinde, AKP ve Erdoğan’ın büyüyen ekonomik hasarı en azından seçimlere kadar perdeyebilmek için hızlı finansal kaynağa ihtiyacı olduğundan, bu kaynak ancak dış kaynak olabildiğinden ve bu dış kaynak da ancak totaliter ve otoriter rejimlerden gelebileceğinden, son dönemde genelde ekonomik krizin, özelde “sıcak para”nın gölgesinde bir dış politika yönetimine şahit oluyoruz. Bu kontrolsüz dış finansman arayışı zaten dış politika değer ve ilkelerinden yoksun bir yönetimin uluslararası siyasette kısa olarak tabir edilecek süreler içinde birbiriyle tamamen zıt tutumlar göstermesine de sebebiyet vermektedir.

Suudi Arabistan yönetimi, Cemal Kaşıkçı’yı sokakta “yolda bana çarptı, küfür etti, çektim vurdum” diyecek bir kiralık katille öldürtebilecekken, üst düzey görevlilerinin İstanbul’a gelerek katıldığı organize bir şekilde İstanbul’un ortasındaki başkonsolosluğunda öldürdü. Bu yöntemin bir amacı ve mesajı vardı. Erdoğan bu mesajı aldı, karşılık verdi ama sonra sanki o sözleri kendi söylememiş gibi, bir de Suudi’lerin ayağına giderek, ülkemizin ve ulusumuzun onuru pahasına masaya oturdu.

Suudi Arabistan bununla da yetinmedi, Türkiye’nin Mısır’la ilişkilerini düzeltmesini istedi. Sisi’ye meydanlarda demediğini bırakmayan, Birleşmiş Milletler’deki yemeğe Sisi geldiği için salonu terk eden Erdoğan, Sisi’nin elini sıkarken fotoğraf verebilmek için araya aracılar koyar hale geldi.

Cumhurbaşkanı devlet adamı olmaz, dış politikayı kendi iç siyasi istikbali için kullanırsa ne olacaktı ki?…

Malum olduğu üzere benzer bir sert dönüş, “sıcak para” mecburiyeti ana neden olmak üzere, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile yaşandı. 15 Temmuz’un finansörü olarak gösterilen BAE aleyhinde AKP’ye yakın medya tarafından uzun süre yayınlar yapılmış, Abu Dhabi Prensi Nahyan’ın önde gelen danışmanlarından birisi için “15 Temmuz darbe girişimini finanse etmek ve anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek” suçlamalarıyla kırmızı bülten talebinde bulunulmuştu. Ancak “15 Temmuz’un finansörü BAE”, döviz kurlarını baskılamanın sponsoru oluverdi…

***

Tüm dünya AKP ve Erdoğan’ın ekonomik buhranla birleşen seçim kaybetme korkusunun farkındadır ve O’nun köşeye sıkışmış ve kısa vadeli çözümler peşindeki ruh halinin bilincindedir. Bu da, Türkiye’yi para karşılığı tavizler veren bir ülke konumuna sokmaktadır.

Halbuki onurlu çözümler her zaman mevcuttur. Pandemiyle birlikte Türkiye için yeni fırsatlar doğmuştur. Artan tedarik ve lojistik maliyetleri Avrupa’yı kendi coğrafyasında üretim çözümlerine zorlamaktadır. Ancak bunun için hukukun üstünlüğünün olmasına, demokrasinin asgari koşullarının yerine getirilmesine ihtiyaç vardır. Sadece bu yolla dahi uzun vadeli ve kalıcı yatırımları hayata geçirmek mümkün olur. Ama siz ülkeyi demokrasi, hukuk ve insan haklarında en alt lige indirirseniz, ihtiyacınız olan kısa vadeli nakdi bulmak için bile dış politikanızda devamlı çark eden, tutarsız ve ülke itibarını umursamayan şekilde otoriter rejimlerden kaynak bulma sırasına girersiniz. Tıpkı iflasın eşiğindeki bir şirketin tefecilerin eline düşmesi gibi…

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve sonrası

Seçimler öncesi hem Türk lirasının değer kaybını baskılamak, hem de popülist politikalara kaynak yaratmak için gereken dış finansman ihtiyacı öyle belirleyici bir etken ki, Erdoğan ve AKP’nin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile ilgili başta yürüttüğü dengeli politikanın, finans sağlayıcı lehinde bozulmasına sebebiyet verdi. Dengeli politika ülke çıkarı içindi; bozulan denge, yaklaşan seçimler öncesi şahıs ve parti çıkarı için oldu…

Öte yandan Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Türkiye’nin jeopolitik önemini ve Batı’nın Türkiye’ye olan ihtiyacını bir kez daha ortaya çıkarırken, şahsen Erdoğan’a da “son dakika” fırsatları getirdi. Erdoğan’ın ABD ve Rusya’yı birbirine karşı oynama üzerine kurulu primitif dış politika anlayışı için alan açıldı; bu taktiğin getiri imkanını arttırdı. Batı, “Erdoğan, Rusya ve Ukrayna ile aynı anda konuşabilen ender liderlerden, aman bunu kaybetmeyelim” kolaycılığına kaçarken, Rusya’nın değişen öncelikleriyle -başta Suriye olmak üzere- Türkiye ve Rusya’nın karşı kamplarda yer aldığı ihtilaflarda Erdoğan’ın pazarlık gücü yükseldi.

Bununla birlikte Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusu da, seçimler öncesi Erdoğan’ın Batı’yı baskı altında tutmak için kullandığı ayrı bir unsur olmaya devam ediyor. Bunun yanı sıra bu mesele, yazımızın başında belirttiğimiz üzere, iç kamuoyunun konsolidasyon için de kullanıyor-.

Erdoğan’ın, Meclis’i feshine kısa bir süre kala bu iki ülkenin NATO’ya üyeliğinin Meclis’te onay sürecini -Erdoğan’ın iki ülkeyi ayrıştırma düşüncesi elbette NATO’da ve bu iki ülkede karşılık bulmayacak- hem içeriye “dış güçleri dize getiren güçlü lider”i oynamak, hem de seçim sonrasında onaylama garantisiyle konuyu seçimler sonrasına bırakıp Batı’yı istediği noktada tutmak için kullanma eğiliminde olduğunu görüyoruz.

Suriye…

Henüz Suriye bir iç meselemiz değilken, “Suriye, iç meselemizdir” diyen Erdoğan (Ağustos – 2011), Suriye’yi gerçekten iç mesele yapmayı başarmıştı (!)

Suriyeli sığınmacılar için “Ülkemize sığınan Suriyelileri asla kovmayacağız” (Mayıs – 2022) derken çokça vurguladığı “ensar – muhacirlik” ilişkisini unutmuş olacak ki, -yoksa ekonomik sorunlarla tetiklenen güçlü kamuoyu baskısı bu tutuşmada neden olmamıştır (!)- seçimler öncesi sığınmacıların geri gönderilişi ile ilgili her yolu denemeye başladı. Her alanda keskin çarklarına alışkın olduğumuz Erdoğan’ın Esad’la görüşmeyi ister hale gelmesini de tarih en büyük dönüşlerinden biri olarak hatırlayacaktır.

Bununla birlikte Suriye’nin kuzeyinde konuşlu PYD/YPG unsurlarına yönelik yapılması muhtemel askeri operasyon kararında belirleyici unsur da seçim artimetiği olacaktır.

***

Dış politika halk için, halkın refahı için yapılır, ulusal bir siyaset olarak yürütülür.

İlter Turan Hoca’nın “Dış Siyasete İlişkin Gözlemler” başlıklı makalesinde belirttiği gibi geleneksel olarak Türk dış politikasının belirlenmesinde ve icrasında şu dört aşamadan geçilmektedir: Dış koşulların değerlendirilmesi, ülke elindeki imkanların değerlendirilmesi, ilgili kurumlarca ülkenin güvenliği ve refahına hizmet edecek siyasetin ana hatlarının belirlenmesi, siyasetin partiler arası mutabakatla ulusal bir siyaset olarak yürütülmesi.

Anlatmaya çalıştığımız üzere Türk dış politikasını, dış politika gerçekleri ve yukarıdaki aşama silsilesi değil, ülkenin içinden geçtiği derin ekonomik darboğaz yönetiyor. Son iki yıldır devam eden sözde normalleşme çabalarının nedenini de kanımca böyle okumak gerekir. Salt yurtdışından döviz akışını sağlamaya indirgenmiş bir dış politika zavallılığından kurtulmak, kurtulmamız gereken onca önemli unsurdan sadece birisi…