AKP dış politikasının başat konsantrasyonunun dış politikayı gerektiği gibi yönetmek değil, dış politikayı araçsallaştırarak iç siyaset malzemesi yapmak olduğunu Sosyal Demokrat Dergi’deki önceki yazılarımızda örnekleriyle işlemiştik.
Bu AKP ve Erdoğan için tesadüfi bir yönelim değil, son derece bilinçli bir tercihtir…
Dış politika, oy verme eğilimlerinde direkt olarak ana belirleyici unsur olarak görülmese de dış politikanın iç siyasette kullanılması oy verme eğilimlerini yakından ilgilendirmektedir. Enflasyon, alım gücünde düşüş, işsizlik gibi temel ekonomik sorunlar ile terör, düzensiz göç veya mafyatik düzen gibi iç güvenliği ilgilendiren sorunları çözemeyen ve çözemeyecek olan Erdoğan / AKP / Cumhur İttifakı’nın sarılabileceği tek konu, “güçlü lider, tek parti hükümeti olmazsa dış güçler bizi bölerler” propagandası/retoriğidir. Ve maalesef bu propagandanın kamuoyu nezdinde karşılığı vardır.*
Dilerseniz kısaca bazı seçimler öncesindeki AKP’nin dış düşman bulma çalışmalarını da hatırlayalım: 2017 referandumu öncesinde AKP’li bakanın Hollanda’da toplantı yapmasına izin verilmediğinde Hollanda ve Hollanda üzerinden Batı hemen dış düşman ilan edilmiş ve -buradan da- “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ne geçişin dış düşmanlara karşı “güçlü Türkiye” yaratabilmek için bir beka meselesi olduğu yalanı meşrulaştırılmaya çalışılmıştı.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin fiilen uygulanmaya başladığı 2018 seçimleri öncesinde ise pek çok dış politika cephesinde sorunlar yaşayan AKP Hükümeti, bu tarafların hepsiyle tansiyonu bilhassa arttırma yoluna gitmiş, bu yolla da seçmen kitlesini konsolide etmenin yolunu aramıştır. Zira hem ulusal hem de muteber uluslararası araştırmalar göstermektedir ki, Türk kamuoyunda uluslararası işbirliğine yatkınlık çok düşüktür ve çeşitli dünya güçleriyle ilişki geliştirme isteği oranı diğer aynı sıkletteki ülkelere göre her zaman en dip seviyededir.** Bunu Müşerref Akay’ın seslendirdiği şarkıda yer alan “Türk’e Türk’ten başka yoktur dost millet” sözüyle açıklayabileceksek de, bu sorunun temelini global gelişmeleri ve Türkiye’nin buradaki yerini okuyabilme kapasitesinin kamuoyundaki noksanlığına bağlamak yanlış olmayacaktır.
2019 yerel seçimleri döneminde ise, tekrarlanan İstanbul seçimleri öncesi Erdoğan ilçe ilçe miting yaparken son çareyi Ekrem İmamoğlu’nu Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’ye benzetmekte bulmuş, seçimi “Sisi mi, (Binali) Yıldırım mı? Mesele bu” şeklinde özetlemiştir…
Ekseni olmayanın ekseni kayar mı?
Son dönemde Erdoğan’ın Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi’ne katılımı ile yeniden alevlenen, aslında on yıl öncesine ait “Türkiye’nin ekseni mi kayıyor?” tartışmalarını da, kanımızca yukarıda bahsettiğimiz “fırsatçı” anlayışla yorumlamak gerekir. AKP’nin dış politika ekseni, dış politikayı iç siyasete alet etmektir. Haliyle, eksen bu olunca, yani eksenin nerede durduğu belli olmayınca nereye kayıp kaymadığının da bir önemi yoktur. Bu durumun ülkemizin itibarına getirdiği büyük zarar, zaten dış politika yönetme konusunda yirmi yıl geçmesine rağmen hala önemli teknik ve usul hataları yapan AKP cenahı için önem ifade etmemektedir.
AKP ve Erdoğan için değerler üzerinden siyaset yapmak önemli değildir. Tutarlı olma derdi yoktur. Bu tutumun iç siyasette ve ekonomide yarattığı tahribatla dış siyasette yarattığı hasarın farklı meseleler olduğu ve dış politikadaki hasarın onulmaz yaralar açtığını umursamamışlar, ülke menfaatlerini hiçe saymışlardır. AKP için dış politika, çok kutuplu dünyada Türkiye’ye nasıl bir yer kazandırırız hedefiyle değil kısa vadede ne çıkar elde edebiliriz fırsatçılığı ile yapılmıştır. Türkiye’nin dış politikada bir adım atarken, sonraki adımının ne olacağı düşünülmemekte, bir günün diğerini tutmadığı söylem ve eylemlerde bulunulmaktadır.
Yeni dış düşman arayışı
Bu çerçevede geçtiğimiz sene dış politikada ekonomik nedenlerle mecburen ılımlılaşma emareleri gösteren AKP ve Erdoğan için bir yazımızda şu yorumu yapmıştık:
Bakmayın AKP ve Erdoğan’ın şimdilerde dış politikada ılımlı göründüğüne. Bu durum ekonomik nedenlerle mecburiyettendir. Elindeki her şeyi tüketmesiyle AKP ve Erdoğan 2023 seçimleri sürecinde yine dış düşman bulup ona sarılacaktır… Çünkü bu alan kamuoyunun en az bilgili olduğu ve bu haliyle en kolay manipüle edilir alandır. Ekonomi ile ilgili ne propaganda yapılırsa yapılsın, halk günlük hayatında gelinen noktayı acı şekilde hissetmektedir. Ancak entellektüel birikim gerektiren uluslararası ilişkiler / dış politika, manipülasyonlara çok açıktır. Muhalefet bloku bu konuda dikkatli olmalı, oyunu bu alandan dışarı çıkaracak adımlar atmalı, AKP’nin muhalefeti çekmek istediği popülist dış politika söylem oyununa gelmemelidir…
Çünkü günün sonunda muhalefet dış politikada cesaretli bir söylem oluşturmaz, “bana şucu, bucu” derler çekingenliğiyle inisiyatif almaz ise, kamuoyunda “dış düşmanlar bizi bölecek” söylemi ve “yabancı sevmezlik” körüklendiğinde bu alanı önemseyen kamuoyunun hakim kısmı burada iki taraftan maalesef “yirmi yıldır ülkeyi dış güçlere böldürmeyen, dik duran, tek adam”dan yana olacaktır…
***
Seçim sürecine girdiğimiz bu dönemde öngörümüzün gerçekleştiğini rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Zira her politikasıyla çöken AKP son çare olarak dış düşmanı yaratmış ve ona sarılmıştır. Bu sefer dış düşman için uzağa gitmeye gerek kalmamış, Yunanistan bulunmuştur. Görülecektir ki, seçimlere kadar tansiyon arttırılarak bu konunun gündemde kalması sağlanacak ve bu koz daha da fazla oynanacaktır.
Yunanistan, provokatif eylemleriyle bu duruma zemin hazırlamıştır. Başta başbakanları Miçotakis’in ABD temasları ve Kongre’de yaptığı konuşma olmak üzere, çeşitli hasmane girişimleri Erdoğan ve AKP’nin ekmeğine yağ sürmüş, Erdoğan’ın beklediği fırsatı eline vermiştir. Türkiye, uluslararası ilişkileri ve ulusal güvenliği çerçevesinde gereken adımları muteber bir devlete yakışır şekilde atmalıdır; ancak burada Erdoğan’ın amacı başkadır. Amaç, konuyu devamlı gündemde tutarak buradan oy devşirmektir. Bu durum, en başta ulusal güvenliğimize tehdittir.
Yunanistan tek başına yeterli olmayacağından, aldığı ABD desteği Erdoğan’ın işini daha da kolaylaştırmıştır. Her gün televizyonlarda ABD’nin Türkiye’yi çevrelediği saatlerce süren kıymeti kendinden menkul uzman ve akademisyenlerce değerlendirilmekte ve Türkiye’nin önemli bir dış tehditle karşı karşıya olduğu sonucu çıkarılmaktadır.
Ne yapmalı?
Tüm bunlar olurken, muhalefet bloku karşı taraf ile doğru ilişkileri kurmuş olsa ve tereddüt etmeden “Erdoğan ve AKP’nin son seçim kozunu oynamasına izin vermeyin, bunun için sizi kullanmasına müsaade etmeyin, seçimlere kadar Türkiye kamuoyunun manipüle edilmesinin yolunu açacak adımlar atmayın” dese fena olmaz mıydı?.. Zira özellikle Miçotakis ve yönetimi sanki Erdoğan iktidarı devam edebilsin diye çalışmakta…
Aslında daha önceki yazılarımızda defaatle vurguladığımız gibi kamuoyunun anlayacağı yalın bir şekilde bu gelişmelerin “gerçek Türkiye”yi bırakın bölmeyi, güçsüzleştirmeye bile yetmeyeceği; iktidar devralındığında Türkiye’nin merkeze konarak tüm dünya güçleriyle eşit ve itibarlı ilişkinin kurulabileceği; bunun tutarlı olmaktan geçtiği ve bunu da sağlayacak potansiyele muhalefet blokunun sahip olduğu vurgulansa farklılık yaratmaz mıydı? Böylelikle, çaresizlikten elindeki son koz olan dış düşman kartını oynayan AKP’nin bu konuda boşa çıkmasında mesafe kat edilebilirdi.
Muhalefet bloku, başta ekonomi olmak üzere pek çok konuda başarıyla yürüttüğü gündem belirleme gücünü dış politikada da sağlamalıdır. Zaten dış politika AKP’nin en zayıf alanıdır; AKP bu alanda da artık muhalefet blokunu takip eden olmalıdır.
Bu satırları yazmayı tamamladığım 2 Ekim akşamında gelen Altılı Masa’nın basın açıklamasında, AKP’nin Yunanistan’la ilişkileri manipüle etmesine yapılan vurgu ile Rusya’nın Ukrayna topraklarının bir kısmını ilhak edişinin muhalefet bloku tarafından geçersiz görüldüğünün belirtilmesi yerinde olmuştur. Bu bilgilendirmeler devam etmelidir.
Kamuoyuna, iktidar değişikliğinin sözde dış düşmanların bize saldırmasına sebep olamayacağı; bizi bölmeye kimsenin gücünün yetemeyeceği; zor olan coğrafyamızda dış politika yapmanın bir oraya bir buraya savrularak değil ilke ve değerlerimiz çerçevesinde tutarlı olarak yapılması gerektiği; “güçlü ve gerçek Türkiye”nin ancak bu şekilde ortaya çıkacağı anlatılmaldır. Dış politikada tek gayenin ülkenin ve ulusun istikbali olduğu; dış politikanın belli bir zümrenin ekonomik çıkarları için değil halkın çıkarları için yapılması gerektiği; merkezin sadece ve sadece Türkiye olduğu; iktidar değişikliği ile kendine güvenen, tüm dünya güçleriyle eşit, onurlu bir dış politikanın yürütüleceği kamuoyuna ısrarla aktarılmalıdır.
Dış kamuoyuna da -iç popülizme yenilmeden- cesaretle barışçıl, tutarlı ve işbirliği odaklı yönetim sergileneceğinin mesajları verilmelidir. Muhalefet blokunun seçimler yaklaşırken kanımca açık kalan bu tek alanı da doldurması güzel günlerin habercisi olacaktır…
*İlgi duyanlara Konda’nın kamuoyu araştırması sonuçlarına dayanan “Yeni Türkiye’nin Yurttaşları: 15 Temmuz Darbe Girişimi Sonrası Siyasi Tutumlar, Değerler ve Duygular” başlıklı raporunu yeniden anımsatmak isteriz.
**Bunlardan en günceli için “German Marshall Fund of the US (GMF)’in 2022 Transatlantic Trends” araştırmasının Türkiye ile ilgili kısmı diğer ülkelerle mukayeseli şekilde incelenebilir.