2019 yılının son günlerinde ilk kez Çin’in Hubei Eyaleti’ne bağlı Wuhan şehrinde ortaya çıkan ve Mart 2020 itibariyle de neredeyse bütün dünyaya yayılan Covid 19 salgını, bütün dünyayı sosyal ve ekonomik açıdan derinden etkilemiştir. Salgından ülkemiz de etkilenmiş ve Sağlık Bakanlığı, ilk vakanın 11 Mart 2020 tarihinde görüldüğünü resmen ilan etmiştir. Tüm dünyada olduğu gibi, salgının görülmesini takip eden süreçte hükümet de salgınla bağlantılı olarak işverenleri ve işçileri koruyacak(!) çeşitli önlemler duyurmuştur. Ekonomik istikrar kalkanı adı altında sunulan bu önlemlerin istikrarı sağlamaktan uzak olduğu, önlemler açıklandığında ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda 2019 yılı gelir vergisi beyannamesinin beyan ve ödeme süreleri ertelenmiş; beyanname verme ve ödeme süreleri uzatılmış; konaklama vergisinin yürürlüğe giriş tarihi ertelenmiştir. Anlaşılması en zor olan düzenleme ise hava yolu ile yolcu taşımacılığının seyahat yasakları sebebiyle tamamen durmuş olmasına rağmen, bu hizmete ilişkin KDV oranının %18’den %1 e düşürülmesidir.
Sektör bazında vergi düzenleme ve ertelemeleri
Yapılan vergi düzenlemelerine bakıldığında sadece seçilen sektörlere bazı ödeme ve beyan avantajları sağlandığı; ancak bunun mükelleflerin tamamını kapsamadığı görülmektedir. Tüm sektörler salgından dolayı negatif anlamda etkilenmiş olmasına rağmen hükümet yine bir ayrıştırmaya imza atmış ve bir kısım mükellefi mücbir sebep kapsamında değerlendirip diğerlerini kapsam dışında bırakmıştır.
Ticari, zirai ve mesleki kazanç yönünden gelir vergisi mükellefleri ile alışveriş merkezleri dahil perakende sektöründe; sağlık hizmetleri sektöründe; mobilya imalatı sektöründe; demir çelik ve metal sanayii sektöründe; madencilik ve taş ocakçılığı sektöründe; bina inşaat hizmetleri sektöründe; endüstriyel mutfak imalatı sektöründe; otomotiv imalatı ve ticareti ile otomotiv sanayii için parça ve aksesuar imalatı sektöründe; araç kiralama sektöründe; depolama faaliyetleri dahil lojistik ve ulaşım sektöründe; sinema ve tiyatro gibi sanatsal hizmetler sektöründe; matbaacılık dahil kitap, gazete, dergi ve benzeri basılı ürünlerin yayımcılık faaliyetleri sektöründe; tur operatörleri ve seyahat acenteleri dahil konaklama faaliyetleri sektöründe; lokanta, kıraathane dahil yiyecek ve içecek hizmetleri sektöründe; tekstil ve konfeksiyon imalatı ve ticareti sektöründe; halkla ilişkiler dahil etkinlik ve organizasyon hizmetleri sektöründe faaliyette bulunan mükellefleri mücbir sebep kapsamında değerlendirerek bir kısım vergi ödevlerine erteleme uygulaması sokmuştur. Örneğin bir enerji şirketi veya mimarlık mühendislik gibi hizmet faaliyetlerinde bulunan şirketler bu vergi ötelemelerinden faydalanamamışlardır. Mücbir sebep kapsamına alınan sektörler incelendiğinde genel olarak hükümete yakın sektörlerde faaliyet gösteren mükelleflerin içinde bulunduğu sektör gruplarının mücbir sebep kapsamında değerlendirildiği direkt olarak göze çarpmaktadır.
Buna ek olarak Gelir İdaresi Başkanlığı’nın internet sitesi üzerinden şirketlerin NACE kodu (faaliyet alanlarını belirleyen ve gösteren uluslararası bir tanımlama) ile yapılan sorgulamada mücbir sebep kapsamında olup olmadığı incelendiğinde, NACE kodundan kaynaklı olarak pek çok mükellefin –hakları olmasına rağmen- mücbir sebep kapsamında değerlendirilen sektörler içerisine alınmadığı görülmektedir.
Vergi artışları
Vergi ödevlerini ertelerken ayrım yapan ve çeşitli sektörlere bu desteği sağlayan hükümet; iş, vergi artışlarına geldiğinde ayrım yapmamış ve eşitlikçi bir tavır sergilemiştir! Salgının başlangıcından yazının teslim tarihine kadar geçen süre zarfında, pek çok dolaylı vergi artışına ve özellikle ithal mallara uygulanan gümrük vergilerinde artışa gidilmiştir. Son 18 yıllık süreçte ekonominin çarkları ülkemizde ithalatla dönmeye mahkûm edildiğinden mevcut gümrük vergilerinin artışı direkt olarak üretim maliyetlerine yansımış ve bu da nihai tüketiciye enflasyon olarak yansımıştır. Konuyla bağlantılı olarak Hazine ve Maliye Bakanı, birilerinin bir dönem Türkiye’yi ithalat cenneti yapmaya çalıştığını, ancak bunun eskisi gibi kolay olmayacağını söylemiş; bununla birlikte birilerinin kim olduğunu açıklama zahmetine katlanmamıştır. Sonuç olarak hükümet, kaşık ile verdiği vergi desteklerini kepçe ile geri almış ve bütçe açığını, salgını da bahane ederek, dolaylı vergi artışları ile kapatma yönüne gitmiştir. Lakin bütçe açığımızın ozon tabakasındaki delikten büyük olması sebebiyle, yapılan vergi artışları dahi bu boşluğu kapatmaktan uzak kalmıştır. Bu sebeple önümüzdeki dönemlerde periyodik olarak vergi artışlarının olacağı açıktır.
“Kısa Çalışma Ödeneği” Uygulaması
Vergi düzenlemelerine olarak COVID19 önlemleri çerçevesinde hükümet, sosyal güvenlik düzenlemeleri kapsamında Kısa Çalışma Ödeneği (KÇÖ) uygulamasını devreye almıştır. KÇÖ uygulaması işverene fayda sağlamakla birlikte, işçinin haklarını elinden alan ve işçileri ciddi anlamda zarara sokan bir uygulamadır. Pek çok işveren KÇÖ’ye başvurmuş, ancak başvurular hızlı bir şekilde sonuçlandırılamamıştır. Bu süreçte işçiler normal şartlar altında çalıştıkları işyerlerinden tahsil etmeleri gereken ücretleri alamamışlardır. KÇÖ’nün işverene faydalarına bakıldığında, bu süre zarfında sosyal güvenlik prim borcunun çıkmaması ve prim ödememesi, dolayısıyla işverene sigorta prim borcu tahakkuk etmemesi işveren açısından faydalı olduğu görülmektedir. İkinci bir fayda(!) olarak ise, kapitalist sistemin en büyük hedefi olan işverenin işçiye ücret ödemesinde tasarruf etmesini sağlaması karşımıza çıkmaktadır. İşveren açısından zararlarını incelediğimizde KÇÖ başvurularının uzun sürmesi, başvuru sisteminin çok fazla teknik bilgi istemesi nedeniyle doğru bir hesaplama yapılamaz ise ödenekten yersiz yararlanma olabilme ihtimalinin olduğu anlaşılacaktır. Bu durumda yersiz yararlanılan ödenek tutarını işverenin yasal faiz ile geri ödeme durumu söz konusu olabilecektir. Bununla birlikte, yanlış hesaplamadan dolayı işveren çalışanın sigortasını eksik bildirmeden dolayı idari para cezası ve 6661 desteğinden 1 yıl süreyle yararlanamama riskiyle karşı karşıya kalma ihtimali bulunmaktadır.
KÇÖ’nün işçi açısından fayda ve zararlarına bakacak olursak, işçi tarafında sadece Covid sebebiyle 600 gün işsizlik sigortası primi yatırma şartının 450 güne, 120 gün sigortalılık süresinin ise 60 güne düşürülmesi sebebiyle daha fazla kişinin KÇÖ fonundan faydalanması sağlaması bir yarar olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat bu kısa süreli fayda, uzun dönemde işçiye zarardan başka bir getiri sağlamamaktadır. Her ne kadar ilk etapta KÇÖ’den faydalanmak işçi açısından avantajlı bir durum gibi görünse de düzenlemenin özüne bakıldığında tahsil edilen tutar sigortalının işsizlik sigortası bakiyesinden eksilmesi sebebiyle ilerleyen dönemlerde iş sözleşmesinin feshedilmesi durumunda hak edilecek olan işsizlik ödeneğinin elde edilme süresi kısalmış olacaktır. Aynı zamanda kısa çalışma döneminde uzun vadeli sigorta primi yatırılmadığı için çalışanların emeklilik süreleri KÇÖ’den faydalanılan süre kadar ileriye taşınacaktır. Son olarak günlük kısa çalışma ödeneği; sigortalının son on iki aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının %60’ıdır. Bu şekilde hesaplanan kısa çalışma ödeneği miktarı, aylık asgari ücretin brüt tutarının % 150’ini geçemez hükmü ile KÇÖ de taban (1.765 TL) ve tavan ücret (4.414 TL) belirlemesine gidilmiştir. Bu bağlamda, özellikle aylık net maaşı 4.414 TL’den yüksek olan işçiler ciddi anlamda gelir kaybına uğramışlardır. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) tarafından yapılan araştırmalar neticesinde Nisan ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 2.374 TL yoksulluk sınırının ise 7.732 TL olarak hesaplandığı göz önüne alındığında KÇÖ tutarlarının çalışanların hayatlarını idame ettirmeleri açısından yeterli bir ödenek olmadığı anlaşılacaktır.
Mali yük yine dar gelirli yurttaşa taşıtılıyor
Yukarıdaki resimden de anlaşılabileceği üzere hükümet dolaylı vergi artışı ve gümrük vergisi artışları ile bütçe açığını vatandaşlardan tahsil etme yolunu seçmiştir. İlgili vergi artışlarının kısa vadede üretici ve tüketici fiyatlarında artışa sebep olacağı aşikardır. Bununla birlikte çalışanların faydasına gibi gösterilen KÇÖ ve işten çıkarma yasağı, işçilerin düşük ücret ile hayat mücadelesine girmelerine neden olmuştur. Ülkemizde Covid 19 kapsamında verilen desteklerin, Batılı ülkeler ile kıyaslandığında, yetersiz olduğu aşikardır. Örneğin Almanya’da Kurzarbeit (Kısa Çalışma Ödeneği) işçi ücretlerinin %80’e kadar olan kısmını karşılamaktadır. Türkiye’de ise bu durum asgari ücretin 1,5 katı ile sınırlı tutulmuştur.
Tüm bu süreçte aktif rol alan mali müşavirler negatif anlamda en çok etkilenen çalışan grubu olmuştur. Devlet ve mükellef arasında adeta kamu görevlisi rolünü üstelenmişlerdir. Verginin tahakkuku ve teşviklerden faydalanılması hususunda sınırsız bir sorumluluk duygusuyla adeta salgın hastalıklara da meydan okuyarak çalışmışlardır. Bu süreçte onlarca meslek mensubu rahatsızlanmış, görev şehidi olmuştur. Tüm bu özverili çalışmalar, gerek kamu idareleri gerekse de mesleki örgütler tarafından yetirince takdir görememiş; birkaç sms veya sosyal medya mesajı ile geliştirilmiştir. Sosyal demokrat bir meslek mensubu olarak yazımı Karl Marx’ın “Bütün dünya işçileri birleşin, zincirlerinizden başka kaybedecek hiçbir şeyiniz yok.” sözünden esinlenerek bütün mali müşavirleri birleşmeye davet ederek bitiriyorum.
*Emrah CEBECİOĞLU
SMMM
emrah@cebeci-cpa.com