31 Mart 2019 yerel seçimlerinde CHP’nin elde ettiği başarı, sosyal demokratların yakın tarihindeki en önemli seçim başarılarını anımsattı: 1973, 1977 ve 1989 seçimleri. Sosyal demokrat belediyeciliğin ilk ve en kapsamlı örnekleriyle tanıştığımız 1970’ler, CHP belediyeciliğinin bir başarı hikayesiyken, 1989 – 1994 arası dönem, “yerel iktidara hazırlıksız yakalanılan dönem” olarak anımsanır. 1994 yerel seçimlerindeki olumsuz sonuçlar ile sonraki seçimlerde 1989 deneyimine verilen negatif referanslar, birer ders olarak dile getirilir. Bu bağlamda, 31 Mart yerel seçimlerinin sonrasına dair sorulacak en temel soru şu olabilir: 31 Mart’ın ardından Türkiye’de sosyal demokratlar tarihin neresinde duruyor? 1973/1977 sonrasında mı, 1989 sonrasında mı?
1973/1977 deneyimi: Sosyal Demokrat belediyeciliğin ilk göstergeleri
CHP’nin kendini ilk kez ortanın solunda tanımladığı tarih, İsmet İnönü’nün 1965 yılında Abdi İpekçi’ye verdiği röportajla başlatılsa da, özellikle 27 Mayıs sonrası süreçte CHP’ye yakın ve sosyal demokrat eğilimler taşıyan genç isimler, partinin sola kayması için çeşitli mecralarda yazılar yazıyordu. 1965’e dek salt entelektüel üretim düzeyinde kalan bu çabalar, İsmet İnönü’nün verdiği “ortanın solundayız” demeciyle reel bir nitelik kazanmıştı. CHP’nin sola kayışının pratikte tezahürüyse, Bülent Ecevit’in 1972’de genel başkanlığa seçilmesi ve partinin sol kanadının parti yönetimine egemen olmasıdır. 1973 yerel seçimlerindeki büyük başarı ise, partinin sol kanadının ilk politik deneyimi olması bağlamında çok önemliydi.
1973 yerel seçimlerine kadar CHP, kemikleşmiş bir tabandan oy alabilen ve büyük kentlerin çoğunda Adalet Partisi’ne ve diğer sağ partilere karşı kaybeden ya da güçlükle kazanan bir parti görüntüsü veriyordu. 1968 yerel seçimlerinde 67 kentin sadece 19’unu kazanbilen CHP, 1973’te ise kazandığı kent sayısını 32’ye çıkartarak büyük bir başarı göstermişti. Aynı başarıyı 1977 yerel seçimlerinde de gösteren CHP, yine 32 kentte belediyeyi kazanarak en fazla belediye kazanan parti olmuştu. Bu anlamda 1973 yerel seçimleri, çok partili siyasal hayata geçişten sonra ilk kez politik rotasını değiştiren CHP’nin, halktan aldığı onayın göstergesiydi.
CHP tarihinde “1973/77 belediyeciliği” olarak tanımlayabileceğimiz dönem, Türkiye’de toplumcu belediyeciliğin ilk örneklerinin görüldüğü ve Türk sosyal demokrasisinin yerel yönetimler pratiğiyle kendini ortaya koyduğu ilk dönemdir. İstanbul’da Ahmet İsvan, İzmir’de İhsan Alyanak ve Ankara’da Vedat Dalokay başta olmak üzere, CHP’li belediye başkanları kentlerin yoksul bölgelerine kentin varlıklı bölgelerindeki hizmeti ve imkanları taşımaya başlamış; tanzim tipi uygulamalarla yoksulların yiyeceğe uygun fiyatlarla erişim imkanı yaratılmış; karar alma süreçlerine üniversiteler, sendikalar ve meslek odaları dahil edilmiş; kentlerin uzun vadeli planlaması yapılarak planlı bir gelişim modeli benimsenmiştir. Bu dönemde CHP’nin seçim kampanyalarında kent yoksulluğunu azaltmak, planlı kent gelişimi ve yaşanabilir kentler vurgusu öne çıkmıştır. 1973 yerel seçimlerinde CHP’li adayların en güçlü olduğu bölgelerin, kentlerin gecekondu mahalleleri olduğunu da not düşmekte fayda var. Bu dönemde, partinin sosyal demokrat söylemiyle ona oy veren seçmen kitlesinin sosyoekonomik dokusunun örtüştüğü bir durum söz konusuydu.
1973 – 1980 arasında ilk toplumcu belediyecilik örneğini sergileyen CHP’li belediyeler sayesinde, Ecevit’in ortaya koyduğu “ortanın solu” perspektifinin reel bir karşılığı olduğu görülmüş; CHP’nin %41,4’e eriştiği 1977 genel seçim başarısına CHP’li belediyelerin 1973 – 77 arasındaki çalışmaları önemli düzeyde etki yapmıştır. CHP’yi “kurucu parti ve 1923 – 1950 arasının tek partisi” olarak kodlayan pek çok insan için parti, genç lider Ecevit’in liderliğinde ilerici, değişimci, sistemin çalışmayan ve adaletsiz çalışan yönlerini onaran bir yapı olarak algılanmıştır. Tam da bu nedenle bugün CHP’nin sosyal demokrat köklerinden bahsedilirken verilen en önemli tarihsel referanslardan biri, toplumcu belediyeciliğin pratiğe döküldüğü 1973/77 belediyeciliğidir. Bu dönemin belediyeciliği salt yerelde toplumdan yana işler yapmakla kalmamış, partinin ideolojik dönüşüm iddiasını desteklemiş ve merkezdeki parti siyasetinin sol damarını beslemiştir.
1989 deneyimi: Beklenmeyen başarının ağır sonuçları
12 Eylül 1980 darbesinden ağır şekilde etkilenen Türkiye solunun kendine geldiği ilk seçim, 1989 yerel seçimleridir. 1983 genel ve 1984 yerel seçimlerinde ciddi bir varlık gösteremeyen ve güçlü ANAP iktidarı karşısında eriyen sosyal demokratlar, siyasal ortamın görece özgürleştiği ve politik örgütlülüğün arttığı; aynı zamanda da yozlaşmış ANAP iktidarının güç kaybettiği bir ortamda ciddi bir alternatif olarak ortaya çıktı. 6’sı büyükşehir olmak üzere, toplam 40 kentte belediye başkanlığını kazanan SHP, 1973 ve 1977 yerel seçimlerine kıyasla daha fazla belediyeyi kazanarak büyük bir başarı elde etmişti.
Sosyal demokratlar, her ne kadar görünürde 1970’lerdekine benzer ve hatta o dönemden daha büyük bir seçim başarısı elde etmiş olsa da, bu dönemin 1970’lerden en önemli farkı yönetim için belli bir hazırlığın ve motivasyonun olmayışıydı. Merkez sağda DYP’nin, solda DSP’nin iddialı bir şekilde ortaya çıktığı ve Erbakan ile Türkeş’in siyaset sahnesine döndüğü bir ortamda SHP, 1989 yerel seçimlerine “partinin oylarını biraz daha arttırmak” temelinde bakarken, büyük bir seçim zaferini beklemekten oldukça uzaktı. Otsa 1989 yerel seçimleri sonucunda SHP, Türkiye’deki kentlerin neredeyse üçte ikisinde belediye başkanlığını kazanmıştı. O kadar ki, ANAP’lı Oltan Sungurlu, SHP’nin zaferini soran gazetecilere, “Üzerimizden silindir gibi geçtiler.”[1] yanıtını vermişti.
1989 deneyiminin iki talihsiz ve esasen genel durumu olumsuz etkileyen alt başlığı, İstanbul ve Ankara olarak gösterilebilir. İstanbul’da Nurettin Sözen özellikle çalışma ekibini kurmak ve projelerini hayata geçirmek bağlamında başlangıçta yapısal zorluklar yaşarken, İSKİ’de patlak veren yolsuzluk ve Ümraniye’deki çöp patlaması, Sözen’in özellikle son 3 yılındaki başarılı performansını gölgede bırakan gelişmeler oldu. Sözen döneminde İstanbul’da toplu taşımada raylı sistemin uygulanması ve geliştirilmesi, kent genelindeki kronik altyapı eksikliklerinin giderilmesi ve kent meydanlarının düzenlenmesi anlamında başarılı işler yapılmasına rağmen, kimi olumsuz gelişmelerin ağırlığı bunları geri plana itmiş, olumsuzluk algısının yayılmasına ve bu algının yer yer bugünlere kadat kalmasına neden olmuştur. Bilhassa Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde Refah Partisi’nin hanesine yazılan pek çok olumlu icraatın, esasen Sözen döneminde başlanmış ama bitirilememiş projeler olması, sosyal demokratların yıllarca topluma anlatamadığı büyük bir eksikliktir.
Ankara’da ise Murat Karayalçın’ın belediye başkanlığından istifa edip bakan olması, Ankaralı seçmende yarı yolda bırakıldığı hissine neden olmuştu. Ankara’da sevilen ve icraatçı niteliğiyle öne çıkan Karayalçın’ın istifası, sosyal demokratlara 1994 yerel seçimlerinde Ankara’yı kaybettiren faktörlerden biri olmuştur.
1989 deneyiminin ilk faturası 1994 yerel seçimlerinde çıkmış ve sosyal demokratlar üçü büyükşehir olmak üzere toplamda sadece 14 kentin belediye başkanlığını kazanabilmişti. Benzeri tablo sonraki yıllarda da sürmüş, bilhassa İstanbul ve Ankara söz konusu olduğunda 1989 deneyimi, Türk sağı tarafından tekrar tekrar anımsatılarak karşı kampanya yürütülmüştür. Sosyal demokratların 1973/77 deneyimi 1970’ler boyunca genel siyasette sosyal demokratların önünü nasıl açtıysa, 1989 deneyimi de 1994 ve sonrasında sosyal demokratların üstünde o kadar ağır bir yük olmuş ve “Yönetemiyorlar, idare edemiyorlar” algısı sağ partiler tarafından hamasi bir popülizmle harmanlanarak tekrar tekrar seçmene sunulmuştur. Bu bağlamda 1989’un, bir başarıdan ziyade ağır bir politik faturanın ilk adımı olduğunu söylemek yerinde olacaktır.
Peki bugün?
CHP’nin 31 Mart yerel seçimlerinde elde ettiği başarının doğurduğu ilk soru, tarihin hangi ayağında olunduğuyla ilgiliydi. Acaba sosyal demokratlar 1970’lerdekine benzer bir deneyim mi yaşayacaktı, yoksa 1989 deneyiminin acı faturasına benzer bir deneyim kapıda mıydı? Bu soruya verilecek yanıtın, sosyal demokratların genel seçim performansıyla da doğrudan ilintili olması, soruyu daha da önemli kılıyor.
Henüz bu soruya net bir yanıt vermek mümkün olmasa da, 31 Mart’ın üzerinden 1 yıldan fazla bir süre geçmesi nedeniyle belediyelerin performansı üzerinden genel bir değerlendirme yapmak mümkün. Bu süreçte en öne çıkan kent, hem gürültülü seçim süreciyle hem de büyüklüğüyle İstanbul. 25 yıl aradan sonra el değiştiren ve sosyal demokratlarca yönetilmeye başlanan İstanbul’da, Ekrem Imamoğlu’nun özellikle alt/alt orta sınıflara ve çocuklara dönük kreş ve günlük süt projeleri sosyal belediyeciliği yeniden anımsatıyor. Kent meydanlarına dair kapsamlı projeler, toplu ulaşımda durdurulmuş inşaatların devam ettirilmesi ve yeni ulaşım projeleri ve genel olarak daha katılımcı ve pozitif bir hizmet dilinin benimsenmesi de sosyal demokratlara artı puan olarak geri dönmektedir.
İstanbul her ne kadar diğer kentlere göre kıyasla daha ön planda olsa da, sözgelimi Ankara’da Mansur Yavaş, İzmir’de Tunç Soyer, Adana’da Zeydan Karalar ve diğer pek çok CHP’li büyükşehir belediye başkanı, yaptıkları çalışmalarla görev onay puanlarını ciddi anlamda arttırmış, 31 Mart’la karşılaştırıldığında halk desteğini arttırmıştır. Özellikle sosyal medyanın varlığı, yapılan çalışmaların daha geniş bir kitleye duyurulması ve salt o kentte yaşayanlarla sınırlı kalmaması anlamında oldukça işlevsel olmuştur. CHP’li belediyeler meslek odalarını, sendikaları, üniversiteleri, diğer siyasi partileri ve en önemlisi kent halkını icraat sürecine katarak, toplumcu belediyecilik pratiğini çoğulcu ve katılımcı bir perspektifle daha da zenginleştirebilmiştir.
Covid-19 pandemisi süreci, CHP’li belediyelerin kriz yönetimi politikalarının görülebilmesi bakımından turnusol kağıdı işlevi görmüştür. Ülkenin her kentinde görülen pandemiye karşı, merkezi hükümet tedbir alma konusunda yavaş kalırken ve sistemli olmaktan uzak bir haldeyken, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere CHP’li belediyelerin bulunduğu kentlerde pandeminin ilk günlerinden itibaren bilim insanlarının çağrılarına yer verilmiş; yurttaşlar, alınması gereken tedbirler konusunda uyarılmış; özellikle meselenin ekonomik boyutuyla ilgili olarak her belediye kendi imkanları içerisinde tedbirler almıştır. Ankara’da Mansur Yavaş’ın yaygın yiyecek dağıtım ağı, İstanbul’da İmamoğlu’nun askıda fatura uygulamasıyla ödenmemiş faturaların ödenmesini sağlaması ve İzmir’de Halkın Bakkalı uygulamasıyla yoksullara yiyecek ulaştırılması, akla gelen ilk projelerdendir.
CHP’li belediyelerin pandemi sürecindeki çözüm odaklı, operasyonel ve pratik tavırları, son 1 yıldır başarılı bir performansa sahip olan ve düzenli olarak halk desteğini arttıran CHP’li belediyelere dair en önemli soruya, “Kriz anlarını yönetebilirler mi?” sorusuna net bir yanıt olmuştur. Ayrıca, sosyal demokratların üstündeki “1989 yükünü” atmasına ciddi bir katkı vermiştir. Uzun bir aradan sonra toplum nezdinde sosyal demokratların yönetemezliği değil, nasıl pratik ve çözüm odaklı projelerle halkın hayatını kolaylaştırdığı konuşulmaktadır.
Önümüzde
uzun bir 4 yıllık dönem var ve tarihin hangi aşamasında olduğumuzu bu süreç
bize söyleyecek. CHP’li belediyeler, 31 Mart yerel seçimlerinden sonra
sergiledikleri performansı önümüzdeki 4 yıla yayabilirse, Türkiyeli sosyal
demokratlar için 1989 deneyiminin yükünü tamamen atmak ve çözüm odaklı, pratik,
toplumsal talepleri yönetime taşıyabilen bir profilin içselleştiğini
kanıtlayabilmek mümkün olacaktır.
[1] Cemal, Hasan, Özal Hikayesi, (İstanbul: Everest Yayınları, 2013), 233
*Emrah ASLAN
Siyaset Bilimci
hr.emrahaslan@gmail.com