Başta İstanbul olmak üzere birçok ilimizde, yeşilin yok edildiğini ve betonlaşan alanların her geçen gün arttığını görmekteyiz. Şehirlerimizin; çarpık yapılaşmaya izin verilmesi; tahrip edilen doğası, kültürü ve tarihsel dokusuyla yaşanabilir olmaktan uzaklaşmasına tanık oluyoruz. Küresel ısınma ve aşırı betonlaşmalar nedeniyle artan sel ve diğer doğal afetler, hem küresel hem de yerel ölçekte bazı önlemler alınmasını zorunlu kılmaktadır.
8 Kasım “Dünya Şehircilik Günü” yaklaşırken, sanayi devrimi sonrası kırsal alanlardan kentlere oluşan göçler nedeniyle yaşanan ekonomik, kültürel ve sosyolojik sorunlardan, kentleşme ve planlama süreçlerinde uygulanan yanlış politikalardan çok, son yıllarda kentlerin dönüşümü adı altında atılan bazı adımlara ve uygulama süreçlerine ilişkin değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.
6306 sayılı kanunun derin anlamı
Kentsel mekanın yeniden üretilmesi yoluyla, sağlıklı kentleşmenin sağlanmasını umut ettiğimiz, 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” yasalaşarak yürürlüğe girmiştir.
Kentlerin, ekonomik sebepler, sosyal gelişimdeki yetersizlik, aşırı nüfus yığılmaları, yanlış yer seçimi ve doğal afetler gibi nedenlerden dolayı yenileme, dönüşüm, yeniden yerleştirme ve iyileştirmeye yönelik proje ve uygulamalara ihtiyaç duydukları bir gerçektir.
6306 sayılı kanunun çıkış amacı; 1999 depremleri sonrası güvenli yapılaşmanın sağlanması, yapı denetim sisteminin eksiksiz işleyişe kavuşturulması, mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi ve daha sağlıklı yapılar oluşturulması, kısaca afet riski altındaki alanlarda oluşabilecek can kayıpları başta olmak üzere, risklerin mümkün olabildiğince azaltılmasıdır. Kanunun yürürlüğe girmesi sonrası uygulamaları değerlendirdiğimizde bunun böyle olmadığı görülmektedir. Yani bir çok alanda olduğu gibi bu alanda da kanun sadece adıyla kalmış olup uygulama maalesef yine kayırma ve rant odaklı sürmektedir.
Ülkemiz topraklarının %92’sinin deprem kuşağında yer aldığı, nüfusumuzun %95’inin bu bölgelerde yaşadığı, 11 büyük kentimizin ve sanayi tesislerimizin de %75’inin deprem tehlikesi altında bulunduğu gerçeğinin altını çizip bu veriler üzerinden değerlendirme yapmamız daha sağlıklı olacaktır.
Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esasların belirlendiği ve “imar barışı” diye adlandırılarak masum gösterilmeye çalışılan “imar affı” kanunu ülkemizdeki deprem riskiyle ilgili yukarıda saydığımız veriler dikkate alındığında felakete zemin hazırlayan bir kanundur. Bu kanunla; kıyı alanları, tarım arazileri, orman alanları, içme suyu havzaları ve tarihi, doğal, arkeolojik sit alanları üzerine inşa edilen bina ve tesisler dahil olmak üzere, bütün kaçak yapılar yasal hale getirilmektedir. Güneş enerji santralleri kurulan arazilerin de buna dahil edilmesi, ayrıca dikkat çekilmesi gereken bir konudur.
3194 sayılı İmar Kanununun geçici 16. maddesi uyarınca “Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esasları Düzenlemek” olarak gerekçelendirilen kanun; İstanbul başta olmak üzere iskansız, ruhsatsız ve nitelikli mühendislik hizmeti almadan, yapı denetim sürecine dahil olmadan üretilen yapılara af getirilerek, buradan elde edilecek gelirle ekonomiyi düze çıkarma çabasıdır.
Bir diğer adıyla da kaçak ve sağlıksız yapılaşmanın ödüllendirilmesi ve hatta önünün açılmasıdır. Bu af, dürüst olanın da cezalandırılması anlamına gelmektedir. İşini kurallara uygun yapanlar, nasıl olsa af çıkıyor düşüncesiyle işini düzgün yapmama, daha fazla kar etme anlayışıyla hareket ederek kentlerimizin daha da bozulmasına yol açacaktır.
Ekonomiyi sadece betondan ibaret görmek, bugüne kadar yapılan yanlış uygulamaların bir göstergesidir. Bu kanun açısından bakıldığında en sakıncalı olanı, felaketin farkında olunduğu halde özellikle İstanbul için buna zemin hazırlayan bir kanun çıkarılmış olmasıdır..
Ülkemizde 20 milyon yapının neredeyse yarısının güvenli yapı olmadığı, mühendislik hizmeti almadan ruhsatsız ve kaçak olarak inşa edildiği bir gerçektir. İnşaat Mühendisleri Odası bunu sık sık gündeme getirmektedir. Bu oran, İstanbul’da bulunan iki milyon bina için de geçerlidir. Özellikle okul, hastane, yurt, kreş gibi kamu kurumlarına ait binaların da bu riskli alanlar içerisinde öncelikli alanlar olduğu tespiti yapılmıştır. Önemli deprem kuşaklarının üzerinde bulunan ve dünya ölçeğinde deprem riskli kentler sıralamasında ilk 10’da yer alan İstanbul başta olmak üzere ülke nüfusumuzun büyük bölümü risk altındadır.
İmar affı ile ne affediliyor?
İmar affı kaçak, ruhsatsız, güvenlikten uzak binaların affedilmesi, olası depremlerde daha fazla can ve mal kaybı yaşanmasının önünü açmıştır. Sadece beyana dayalı yapılan işlemlerle, deprem güvenliği, mühendislik ve mimarlık mesleği hiçe sayılarak, hangi yapının güvenli hangisinin güvensiz olduğunun tespitinin yapılmadığı ve denetlenmediği için ciddi bir felaketin yaşanması olasılığına yasal izin verilmiştir.
Olası bir depremden etkilenecek olan halkımızın barınma sorunu başta olmak üzere su, elektrik ve doğalgaz altyapısında ciddi boyutlarda hasar meydana geleceği; enkaza ulaşma, enkaz kaldırma, yaralıları hastaneye ulaştırma gibi sorunların yaşanacağı odalarımızca sürekli dile getirilmektedir. Başta İstanbul ilimiz olmak üzere bu hususlarda önlemler geliştirmek yerine böyle bir kanunun çıkarılıyor olması, depremlerinden hiçbir ders çıkarmayarak rant ve oy uğruna halkın can ve mal güvenliğinin tehlikeye atılmasıdır.
Mimar Odalarımızın da dikkat çektiği gibi bu yasa, kentsel dönüşüm yasasıyla çelişmektedir. Bir taraftan, kaçak ve mühendislik hizmeti almayan riskli binaların yıkılıp yeniden yapılması için yasa çıkarılırken, diğer taraftan getirilen imar affı yasasıyla da yıkılacağı söylenen binaların yasal statüye kavuşturulmasıdır.
Ayrıca 2 Mayıs 2018 tarihinde yürürlüğe sokulan “Yapı Ruhsatı Formu Standardı Formundan yapı ruhsatlarında bulunan mühendis imza bölümü kaldırılarak resmen denetimsizliğin önünü açılmıştır. Yapı ruhsatlarının mühendisin bilgisi olmadan hazırlanmasına fırsat tanıyan ve mühendisleri, mimarları süreçte yok sayan düzenleme sahte mühendislerle yeni rantlara yol açılabileceğinin bir göstergesidir.
Sonuç olarak; amacı, bir yönüyle seçim yatırımı ve bir yönüyle de ekonomik krize kaynak sağlamak olan ve aynı zamanda yaşanacak depremlerde felakete ve can kayıplarının artmasına yol açabilecek imar affı uygulamasının yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Mühendislerin ruhsatlar üzerindeki imza yetkisine son veren uygulama iptal edilmelidir. Zaten depremlere hazır olmayan ülkemizde mühendislerin sürece katılımı hayati derecede önemlidir.
Kentsel dönüşüm uygulamalarında şehir yoğunluğunu artıracak, rant odaklı uygulamalardan vazgeçilmeli; gerçekten deprem riski taşıyan alanlar ve riskli yapılar için uygulanmalıdır. İstanbul’un bir an önce depreme hazır hale getirilmesi için bütün paydaşlar bir araya gelerek acil adımların atılması sağlanmalıdır.
Devletler, sırf siyasi rant ve gelir elde etmek için vatandaşlarının can ve mal güvenliklerini tehlikeye atacak kanunlar çıkaramazlar. Tam tersine halkın can ve mal güvenliğini sağlamak devletin anayasal görevidir ve bunun gereği yapılmalıdır. İstanbul da Türkiye de depreme hazır değildir. Bu gerçek bir an önce görülmeli ve daha doğru adımlar atılmalıdır.
*Emine Gülizar EMECAN
27. Dönem İstanbul Milletvekili
eminegulizar.emecan@tbmm.gov.tr