Temiz bir başlangıç yapmak mümkün müdür; nasıl olur?
Hayatta işler yolunda gitmediğinde her şeyi kaybetme noktasına geldiğimizde ya da battığımızda düşeriz ve çok zorlanırız. Yeniden başlamaya çalışmak çok zordur. Öncelikli olarak kendimizi, sonra bize destek olacak olan çevremizi ikna etmemiz lazım; ancak bir kez o yola girmişsek, başarmak için ilk önce bizi o batma noktasına getiren geçmişteki hatalarımıza bakmak ve onlardan ders çıkararak taze bir başlangıç yapmak zorunda olduğumuzu bilmek gerekir.
İşte içinde bulunduğumuz dönem de, her şeyi kaybetme noktasına geldiğimiz böyle bir dönem. İçinden geçtiğimiz karanlık dönemin aydınlığa çıkabilmesi için çokça umut ve inanç lazım. Tarihi seçim dönemindeyiz. Hem mevcut iktidarın varlık yokluk seçimi, hem geleceğin aydınlanma ya da tamamen karanlığa gömülme seçimi. Bu açıdan önemli olan seçimin, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılına denk geliyor olması da sürece ayrı bir anlam katıyor.
Tüm bunları düşünmek, alınan sorumluluğun ne kadar büyük olduğunu gösteriyor bize. Bu sorumluluğun doğurduğu görevleri yerine getirirken yeni bir Türkiye’ye duyulan özlemi iyi anlamak/anlatmak ve seçim sonrası yeniyi iyi inşa etmek gerekiyor. Bunun için de temiz bir başlangıç yapmak lazım. Geçmişte atılması gereken doğru adımlar atılsa, yapılması gereken doğru işler yapılsaydı bugün varlık yokluk seçimi gibi seçim yaşamak zorunda kalmayacaktık. Öyleyse dün ne yaptıysak yapmamak, gelecekte ne yapmadıysak onları yapmak gerek.
Dün
Bir evi inşa etmeye başladığınızda temeli iyi atmalısınız ki ev her türlü doğal ve doğal olmayan afetlere, saldırılara yıkımlara zamanın olumsuz etkilerine iyi dayansın. Ülkeyi de böyle düşünmek lazım. Kurulurken temelleri sağlam atılırsa başa gelen olumsuzluklar, yıkımlar, ekonomik/sosyal felaketler, savaşlar ve her türlü krizler onu sarsar ama yıkamaz. Ancak bizim dünümüz pek öyle olmadı. Yeni kuruluşlar elbette ki krizler içinden geçebilir, ancak kuruluşundan beri politik, ekonomik, sosyal krizler hiç bitmedi. Öyle ki, kriz hali ülkenin normali oldu. Başa gelen iktidarlar krizlerden beslenerek ömürlerini uzattılar ya da onlardan güç aldılar. Örneğin seçim mi olacak, gündem mi değişecek, bir konunun üstü örtbas mı edilecek; hemen bir kriz çıkarılıp “milletçe birlik ve beraberlik içinde olunmasına çok büyük ihtiyaç olunan günlerden geçilmeye” başlanır.
Farklı birçok kimlik ve inançtan oluşan bir ülke olunmasına ve bir arada yaşama deneyiminin bulunmasına rağmen bir türlü toplumsal mutabakat oluşamadı; aslında oluşturulamadı. Temellerin iyi atılmaması burada devreye giriyor. Her bir halkın, inancın, kadınların temsil düzeyleri, hakları kanunlardan anayasaya, eğitimden sağlığa kadar tüm toplumsal ve kamusal alana yeteri kadar yansıtılmadı, oturtulmadı. Bu da, tüm sistemin çarklarının iyi döndürülmesinin önüne geçti. Türkiye siyasi tarihinin en uzun süre iktidarda kalan partisidir AKP. Tam da bu sebeple nasıl doğduğunu, hangi koşullarda serpildiğini, nasıl iktidara geldiğini, iktidarını nasıl sürdürdüğünü ve bugünlere nasıl gelindiğini iyi irdelemek gerek.
Büyük bir deprem felaketi yaşadık on binlerce insanı kaybettik, on binlercesi yaralandı, yüzbinler evsiz milyonlar umutsuz kaldı. Bu tür büyük felaketlerin olduğu dönemlerde yapılan seçimlerde iktidarlar genel olarak değişir. AKP iktidarı da zaten 1999 depremleri sonrası gelmişti. Süreçler epey benziyor, Susurluk kazası ile devlet-mafya ilişkisi iyice ayyuka çıkmış, bürokrasinin çarkı iyice kirlenmiş, siyasi hesaplar ülkeyi çıkmaza sokmuş, 1999 depremlerinde halkın çaresiz bırakılmasıyla devlete olan inanç sarsılmış üstüne bir de 2002 ekonomik krizi patlak vermiş ve sonra 2002 seçimleri gelmişti. Seçimlerde, MHP, ANAP, DSP, DYP, Fazilet Partisi gibi partiler meclis dışı kalmıştı. Bunlar, Meclis dışı kaldılar kalmasına; ancak evrilip devam ettiler, hatta sistemi şekillendiren kullanılışlı taşları oluşturdular. Örneğin MHP bugün 8 yıldır iktidarı ayakta tutan koalisyon ortağı oldu. DSP ne zaman çağrılsa iktidarın yanında saf tuttu. Bu tür kullanışlı özelliklere sahip oldukları için bir şekilde hep yaşatıldılar/yaşıyorlar. Sistem bu tür koltuk değneklerine ihtiyaç duyuyor
Bugün
Çok yıkım gördük ama böylesine istikrarlı olan bir yıkım görmedik. Daha önceki dönemlerde mevcut iktidarlar zaten uzun süre ayakta kalamıyor yıkılıyor ya da bölünüyor; evrilip başka bir şeye dönüşüyor sonra da ardılları arasında taht kavgası başlıyor ve dağılıyorlardı. Bu iktidarın diğer iktidarlardan temel farkı, istikrarlı bir felaket olmasıdır. Bu felaketi de -halk olarak hafızamız biraz zayıf olduğundan- çok çabuk unutuyoruz ve tam da bugünlerde belki Türkiye tarihinin en önemli seçimlerine yaklaşırken herşeyi tekrar tekrar hatırlamak ve hatırlatmak durumunda kalıyoruz. Tam da zayıf hafızamız yüzünden nasıl geldiklerini, onları getiren koşulların sonra nelere yol açtığını iyi anlayalım.
Hiç bir dönemde ülkede bu kadar uzun süre demokrasiye “ara” verilmemiş, hukuk yok sayılmamış, haklar, özgürlükler bitirilmemiş, doğa bu kadar talan edilmemiş, halk bu kadar yoksullaşmamış, kadınlar bu kadar hedefe alınmamış gençler bu kadar geleceksizleştirilmemişti. Bu saydıklarımın yapıldığı karanlık dönemlerden geçtik; ancak bunların sürekliliği, istikrarı bir süre sonra zayıflamıştı. Ancak bu son karanlık çağımız tam 21 yıldır kesintisiz sürüyor. Bu otoriter tek adamcı sistemi tek başına hiçbir parti ya da hareketin deviremediği net olarak ortaya çıkınca birleşik mücadele yöntemleri doğdu. Hiçbir dönemde sağ/muhafazakarlar, sosyal demokratlar, sol/sosyalist yapılar kendi içlerinde bu kadar çok bir araya gelip ittifaklar kurmamıştı. Her bir ittifakın yeniyi inşa etme yol ve yöntemleri farklı olsa da, şu an için ortak olan amaç, mevcut iktidarın alaşağı edilmesidir. Muhalif kesimler hiçbir konuda anlaşmasa bile en azından bu konuda mutabıklar.
Dünde kalan günlerde demokratik olarak her şey yolunda mıydı veya temel hak ve özgürlükler güvence altında mıydı veya kadınlar daha mı özgürdü; hayır değildi! Yine bir dolu hukuksuzluklar yaşanıyordu. O halde zamanın koalisyon hükümeti olan DSP+MHP+ANAP bu yüzden mi düştü? Kısmen etkisi olsa da asıl sebepler maalesef bunlar değildi. Asıl sebepler, ekonomik olarak gittikçe artan yoksulluk ve devlete duyulan güvenin azalması idi. “Maalesef” diyorum çünkü asıl temel sorunlarımız olan demokratikleşememe, sosyal devlet anlayışının olmayışı, kişi hak ve özgürlüklerinin korunamaması, barınma, sağlık, eğitim gibi temel insani haklarının tam anlamıyla hayata geçirilememesi gibi büyük sorunlar olmalıydı. Oysa iktidarları bu temel hakların eksikliği, otoriterleşmenin artması, savaş halinin olağanlaşması gibi sebepler alaşağı etmeliyken bu ülkede öyle olmuyor. Bugün de iktidarı indirecek olan şey ülkenin bir kısmı için temel olarak demokrasinin eksikliği, diğer kısmı içinse pazarda filelerin dolamıyor oluşu olacak.
Yarın
AKP, ekonomik olarak yoksullaşmanın tavan yapmasıyla büyük bir ivme kaybına uğradı. Demek ki yeni Türkiye’yi kurma iddiasında olanların belki de ilk yerleştirmeleri gereken temel konular demokrasi, adalet, özgürlük, eşitlik, barış gibi konular olmalıdır. Eğer bu kavramları gerçek anlamıyla devlet mekanizmalarına, toplumsal anlayışa, hayatımıza yerleştirebilirsek sosyal süreçlere tekrar güven duyulmaya başlanır. Tüm bu anlayışların eksikliğinin ekonomik ve sosyal açıdan gerilemelere yol açtığını anlatabilmek ve inandırabilmek lazım. Demokratikleşme olmazsa, hem ülke içinde hem ülke dışında izlenen politikaların baskıcı olacağını, militarist harcamalarla yaratılan savaş ekonomisinin halkın bütçesinden çalacağını, savaş halinin sürmesi için sürekli bir çatışma haline ihtiyaç duyulacağını anlamak gerekir. Savaşların ölüm ve yoksullaşma demek olduğunu, iç huzurun olmaması yüzünden sosyal devlet anlayışının yerleşemeyeceğini, ekonomik olarak güven olmayacağı için refah seviyesinin artmayacağını iyi açıklamak gerekir. Adalet olmazsa yolsuzlukların, haksızlıkların artacağını, hukuka saygı ve yargıya güven olmazsa işlerin mafyavari yöntemlerle çözülmeye başlanacağının altının çizilmesi lazım. Liyakat esasının tüm kurum ve kuruluşlarda oturtulması, işlerin tanıdık olduğunda değil ancak hak edildiğinde yolunda gideceğinin ancak adaletli bir sistemin olmasıyla mümkün olacağını iyi anlatmak lazım.
Önümüzde yeniden yapılanacak bir sistem var. Seçimlerden sonra büyük değişim bekleniyor. Ancak bu, değişimi gerçekleştirmesi muhtemel partilerde şimdiden endişe yaratıyor. En büyük başarıları, -eğer yapabilirlerse- demokratikleşme yolunu açmak olacak. Kadınların, gençlerin, tüm halkların, inançların temsil edildiği; dillerini ve kimliklerini özgürce yaşayabildikleri; lgbti+ların taleplerinin yansıtıldığı; çoğulcu bir yönetim anlayışı olmalı. Temel hakları içeren özgürlükçü bir anayasa, barışçıl iç ve dış politika, özgür basın, özgür bir eğitim sistemi, halkçı bir ekonomi, güçlü bir yerel yönetimler olmalı k,i geleceğin temeli sağlam bir şekilde atılabilsin.
Temelleriniz yeterince sağlam olursa başınıza kim gelirse gelsin ya da ne gelirse gelsin süreci iyi götürürsünüz ve her türlü fırtınadan sağ çıkarsınız. Yara alsanız bile çabuk iyileşirsiniz. Biz, şu an fırtınalarda boğulmadan ayakta kalmaya çalışıyoruz, ama gemimiz çok hasar aldı. Üstelik o yineledikleri “aynı gemideyiz” hikayesinde söylemedikleri bir şey var: Biz iki farklı gemideyiz. Bizim gemimiz bir taka misali, onlarınki ise transatlantik. Gemi görünümlü takamız ağır hasar aldı; ancak biz içindekileri fırtınadan sağ çıkarıp limana ulaştıracak gibi görünüyoruz. Sonrasını sağlam bir şekilde örmek ise bize bağlı olacak.