image-7

Elif BULUT – Coğrafya Kader midir?

class=
Elif BULUT
HEDEP MYK Üyesi
eliff.bulutt@gmail.com

Sosyal Demokrat Dergi’nin bu sayısı için yazı istendi­ğinde konu bizlere bırakıl­mış, herhangi bir konuda yazabileceğimiz belirtilmişti. Bu sayı için politika ya da yakıcı güncel konular dışında bir konu hakkında yazmayı düşünüyordum ki, tüm dünyanın gözü önünde yeni bir şiddet sarmalı yaşanmaya başlandı. Ortadoğu’nun kanayan yarası ve kapanmayan Filistin sorunu yeniden ağır bir savaşla gündeme geldi. Üstelik bu sefer son yılların en acımasız saldırıları­nın yaşandığı çatışmalardan birine

tanıklık etmek zorunda kalıyoruz. Bizim gibi Ortadoğu ile Avrupa’nın kesiştiği bir coğrafyada kalan bir ülkede siyaset yapıyorsanız güzel şeyler yazmak ya da yaşamak ko­nusunda şansınız pek yaver gitmi­yor demektir. Bu durumda hemen akla ilk olarak o meşhur söz geliyor “coğrafya kaderdir”.

Coğrafya, kaderimizin akış yönünü çok belirleyici olsa da gerçekten kader haline gelmiş olan tüm bu süreçleri yaşamak zorunda mıy­dık/mıyız? Coğrafya gerçekten bir kader miydi? Yoksa biz mi bu kaderi seçtik. Belki bu coğrafyada doğmayı seçmedik ama yüzyılla­rın politik yanlışlarını bizden önce­kiler seçti sonuçlarını bizler yaşıyo­ruz. Bizden sonraki nesiller de aynı şeyleri yaşamak zorunda değil! Barışın gelmesi, bir yerde insanlar acı çekiyor zulüm görüyorsa başka bir tarafın da rahat etmemesinden geçer. Ölenin kimliğine, diline, dinine, teninin rengine, ideoloji­sine bakılmıyorsa barışın hayata geçirilmesi tam da buradan baş­lar. Vicdan meselesine insani bir duygu olarak bakılıp devletlerin vicdanı olmaz deniyorsa savaşlar da buradan sürer.

Savaşlar, savaşlar…

Ortadoğu’da otoriter, totaliter re­jimlerin ve kaotik siyasal sistem­lerin yarattığı her buhranlarda her zaman sivil halklar bedel ödüyor. Tüm bunların sonucunda insanlar katlediliyor, çocuklar ölüyor, ço­cuklar kimsesiz kalıyor, kadınlar katlediliyor, kadınların ölü beden­leri teşhir ediliyor, insanlar göçe zorlanıyor; hayatlarını, hayallerini, mal varlıklarını geleceğe dair ne varsa bekledikleri onları bıraka­rak bir bilinmeze ve muhtemel acılara doğru gitmek zorunda kalıyorlar. Gündemimizde şimdi İsrail ve Filistin var, bir süre önce de Ermenistan ve Azerbaycan var­dı, ondan önce Rusya ve Ukrayna savaşı vardı -ki halen sürüyor- ama artık pek fazla gündeme gelmi­yor; alışıyor insanlar. Kuzeydoğu Suriye’de yaşanan yine insanlık dramı var. Ancak o pek gündeme gelmiyor; orası mayınlı bölge; ora­da Kürtler yaşıyor. İşte bu kısımda ideoloji insani duyguların önüne geçiyor. Oysa orada da hastaneler bombalanıyor, yaşam alanları yok oluyor, camiler yıkılıyor, çocuklar ölüyor, insanlar göç etmek zorun­da kalıyor. Acılarda ayrım yapma­mak da barışın bir diğer koşuludur. Savaşlara masa başında oturan er­kekler karar veriyor siviller ölüyor.

Dünyanın en büyük insanlık suç­larını hukuk sistemlerine ve yasal askeri güçlere sahip olan devlet­ler işliyor. Devletlerin çıkarları söz konusuysa insanların yaşamlarının hiçbir önemi olmuyor. Savaşın ki­mi vurduğuna bakmamak gereki­yor. Neden vurduğuna, nelere yol açtığına ve sonucunda neleri nasıl yok ettiğine hayatları nasıl bitirdi­ğine ve insanların öldüğüne bak­mak gerekiyor. Bu yüzyılda artık 1. ve 2. Dünya Savaşı gibi ülkelerin cephelerde karşı karşıya geldiği savaşlar yaşamıyoruz; tam tersine cepheleri az, yaygınlığı çok, hiç bitmeyen savaşlar ve yıkımlar ya­şıyoruz. Zamanı belirsiz, sonucu belirsiz, tarafları belirsiz ama kay­bedenlerin hep aynı olduğu kesin­tisiz ve alanı son derece geniş ve yayılan bir savaş çağındayız. Kimse kendini ne manevi olarak ne maddi olarak güvende hissediyor. Savaşlar artık karşılıklı yaşanmı­yor; aynı cephede göğüs göğüse çarpışılmıyor. Savaş, uzun menzilli havadan saldırılarla ya da ulusla­rarası güçlerin yer altından gizli/ açık destekledikleri silahlı grup­lar aracılığıyla sürüyor. İnsanlar savaşları ya ekranları başında ya da ellerindeki akıllı telefonlarıyla naklen izliyorlar. Çağımız savaşları­nın sonuçları küresel bir etki de yaratıyor. Örneğin Suriye’deki iç savaş milyonlarca insanı mülteci yaptı. Suriye’nin sınır komşuları -başta Türkiye olmak üzere- bu insan akımının sonuçlarıyla uğraşı­yor. Avrupa ülkeleri, mülteci akını kendilerine gelmesin diye milyar­larca avroyu Türkiye’ye rüşvet ola­rak veriyor. Türkiye bu güçle den­geleri alt üst edebilecek siyasetleri çok rahat izleyebiliyor. Türkiye’nin izlediği siyaset ise başka bölgeler­deki barışı tehdit ediyor.

Yaşamak zorunda kaldıklarımız ve itiraz

Bugünlerde insan aklının almak istemediği şeyler yaşıyoruz. Bu akıl almaz işlerin müsebbipleri se­çimlerle öyle ya da böyle seçilerek gelip hükümet oluşturan siyasi mekanizmalar, siyasetin içinden gibi durmayan ama siyasetin yö­nünü belirleyebilen güç odakları, çeteler, mafyalar, büyük serma­yedarlardır. Bu yapıların çıkardığı sorunların, yarattığı siyasi ya da ekonomik krizlerin insanlık lehi­ne çözüldüğü pek görülmemiştir. Öyle ki, “çözdük” dedikleri her so­run üç gün ya yaşar ya yaşamaz. Sonucunda sorunlar mutlaka de­rin dondurucuda tutulmuş gibi bir yerden ortaya çıkıverir ve yeniden önümüze gelir. O yüzden İsrail’in Filistin’de yaptıklarına dünyanın bu kadar şaşırmasına şaşırıyorum. Bu sorun zaten çözülmemişti; sa­dece bir süreliğine sessize alınmış­tı. Filistin halkının yaşadığı sorun­lar gündemde yer tutacak kadar haber değeri taşımıyordu artık ve bu yüzden insanlık görmüyordu. Örneğin Gazze gibi küçük bir böl­gede yüzbinlerce insanın iç içe ağır koşullarda yaşamak zorunda kal­dığını ya da kendi topraklarından sürgüne giden yüzbinlerce insanı, kamplarda yaşamak zorunda ka­lanları bugün Filistin için ağlayan kaç insan hatırlıyordu? Yıkılan ha­yatlar, mahvolan gelecekler, çare­siz ve savunmasız kalan çocuklar, her zaman cinsel sömürüye ma­ruz kalma riski olan kadınlar ve göç yolları. Tüm bu yaşananların sonrasında, sorumlusu olmadığı savaşların sonuçlarını yaşayan hal­kın dramı genelde pek bilinmez. Sorunlar egemenler tarafından gerçekten toplumun rızasının geli­şeceği, sonuçlarını benimseyeceği şekilde çözülmediği için hep bir tarafta durur. Ortadoğu’da sürekli kendini tekrar eden ve birbirine benzeyen sorunların temel sebep­lerinden biri de budur. Çözümsüz yarına bırakılan sorunlar da bir sonraki nesle kötü bir miras olarak kalır. İşte biz bu yüzyıllık çözümsüz bırakılan sorunları devralmanın sonuçlarını yaşıyoruz.

class=

Bu kadar kötümserliğin üzerine iyimserliği ve umudu yine de bir kenara bırakmamak lazım. Aslında yaşanan her kötülüğe sessiz ka­lınması, duyarsız olunması, itiraz gelişmemesi ve hepsinin sonu­cunda bir mücadelenin gelişme­mesi olumsuz ve galiba istenen tam da bu! Otoriter iktidarları en çok korkutan da kendilerine karşı çıkan örgütlü bir halktır. Her ke­simden birçok insan bu süreçte ses çıkardı. Dünya çapında bir itiraz gelişiyor; ancak bu itirazın sürekli hale gelmesi gerekiyor. Barış için mücadele eden birçok yapı, örgüt, grup, siyasi partiler var. Herkesin yapacağı bir şey mutlaka vardır. Uğraşmak gereki­yor. Meşruiyetlerini seçimden alan iktidarları değiştirmek bizlerin e­linde. Bu zor ama imkansız değil, değiştirebiliriz. “Aman kim gelse aynı şey olacak” demeden, umut­suzluğa ve çaresizliğe kapılma­dan yola devam etmek gerekiyor. Bugün güvenli evlerimizde yaşıyor olabiliriz; ama unutmayalım aynı coğrafyada yaşıyoruz ve benzer iktidarlar tarafından yönetiliyoruz. Bu yangın hepimizi sarabilir. Başka bir yerde yıkılmış evlerin duma­nı tüterken bizim rahat etmemiz mümkün değil. Bir yerde yapılan katliamın, yaratılan sorunların ce­zasız kalması başka bir yerlerde birilerine cesaret verebilir. Adolf Hitler, 22 Ağustos 1939 günü, as­keri kurmaylarına Polonya’yı yok etmeyle ilgili kısa vadeli planlarını anlatırken “bugün geçmiş soykı­rımlardan bahseden kim kaldı ki?” diye sorar ve askeri kurmaylarına “korkmadan katledin” talimatını verir. Sonucunu hepimiz biliyoruz; milyonlarca Yahudi acımasız bir şe­kilde öldürüldü. Katiller, diktatör­ler bizden daha cesur olmamalılar. Unutmayalım; cesaret bulaşıcıdır. Barış için herkesin yapabileceği bir şey mutlaka vardır. “Zulüm bizden­se, ben bizden değilim” diyerek 2003 yılında Amerika’dan yola çı­kıp Filistin halkının mücadelesine destek olmak için İsrail’e giden ve Gazze’de Filistinlilerin evini yıkmak isteyen bir buldozeri durdurmak için direnirken can veren Rachel Corrie’nin vicdanını ve cesaretini bir kez daha hatırlayalım ve barış ve özgürlük mücadelesinin evren­sel olduğunu da unutmayalım. . .

Sosyal Demokrat Dergi bundan sonraki yayın hayatına dijital mecrada devam edecek. Güçlü bir yayın çizgisiyle yeni yayınlarda başarılar diliyorum. Orada daha güzel, daha umut dolu günlerde görüşmek üzere…