Ortadoğu’da bir türlü bitmek bilmeyen çatışma ortamı, IŞİD terör örgütünün ortaya çıkmasıyla tepe noktaya ulaştı. IŞİD (Irak Şam İslam Devleti), bugüne kadar gelmiş geçmiş radikal islamcı gruplar arasında en acımasızı olarak son dönemde sahnede yerini aldı. Şimdi herkesin aklındaki soru aynı: Ortadoğu’da bundan sonra ne olacak?
Ortadoğu’da bundan sonra neler olabileceğini öngörmeden önce, mevcut duruma neden olan dinamikleri bir gözden geçirelim isterseniz… Bugün akan kanın nedeni olarak gözüken mezhep savaşları Ortadoğu’nun tek derdi değil. Mezhep çatışması aslında görünmeyen hedeflere ulaşmak için sadece bir araç.
Bölge üzerindeki esas amaçları dört başlıkta toplayabiliriz;
1. Enerji kaynaklarına hakim olma arzusu,
2. Bölge ülkelerinin Ilımlı İslam ve şimdi Modern İslam kavramlarıyla “ehlileştirilerek” piyasa ekonomisine uyumunu sağlamak,
3. Kürdistan için haritada yer açmak,
4. İsrail için güvenli bir alan oluşturmak.
Ortadoğu’daki Şii, Sünni ve Kürt ayrışması aslında yıllar evvelinden Batı tarafından öngörülen ve hatta arzu edilen bir yapı. Siz buna ister “böl-parçala-yönet” deyin, ister Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) deyin; sonuç olarak meselenin özünü, mezheplerin çatışması ve mikro-milliyetçilik üzerinden kapitalizmin bölgeye hakim olma hedefi oluşturmaktadır. Bölgedeki radikal yapıyı “ılımlı ya da modern İslam” yorumuyla çağdaş, evrensel değerlerle uyumlu bir hale getirmek arzusu elbette olumlu bir yaklaşımdır. Ama yapılmak istenen bununla sınırlı değildir.
Irak’ta Saddam döneminin bitmesinden sonra Ortadoğu’da Sünni lider boşluğu oluşmuştu. Şii liderlerin hakimiyeti, Kürtlerin hızla devletleşme yolunda yürümesi, bölgedeki Sünni Araplarda dışlanmışlık hissine yol açtı. Bu his ise, irili ufaklı Sünni radikal örgütlerin kurulmasına neden oldu. Ama Saddam sonrası hala bir liderleri yoktu…
Ortadoğu’nun Sünni lideri kim olacaktı?
Yazının başında vurguladığım gibi Şii, Sünni ve Kürt olarak ayrıştırılmış 3’lü yapı, aslında arzu edilen bir sonuçtu. Sünni lider olarak da akıllarında bir isim vardı elbette: Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan. Şimdi burada bir parantez açıp, Türkiye’nin bölgedeki liderliğinin yıllar önce Batı tarafından nasıl öngörüldüğüne biraz değinmek istiyorum.
Aslında bu tartışmanın kapıları ilk olarak 1993 yılında “Foreign Affairs” adlı dergide, Amerikalı araştırmacı Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması mı?” başlıklı bir makale yayımlamasıyla aralanmıştı. Yayınlandığında ses getiren, fakat 11 Eylül 2001 olaylarından sonra daha çok ilgi gören makalenin ardından Huntington, tezini “Medeniyetlerin Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Yapılması” adıyla kitaplaştırarak genişletilmiş haliyle yeniden yayımladı. Bu kitapta 21. yüzyılın medeniyetler üzerinden şekilleneceği ve kimlik siyasetinin ön plana çıkacağı öngörülüyordu. İslami Diriliş (“Islamic Resurgence”) ifadesine değinen Huntington, İslamın sadece bir din değil bir yaşam tarzı olduğunu ve problemlerin çözümü görevini de üstleneceğini savunuyordu.
Huntington, Türkiye’yi “kararsız ülkeler” arasında saydığı ve öncelikle laiklikten kurtulması gerektiğini vurguladığı çalışmasında, köprü olmakla övünen Türkiye’nin cumhuriyet devrimleri yüzünden(!) ne doğulu ne batılı olabildiğine değiniyor ve ekliyordu; “Türkiye kendini laik bir ülke olarak tanımlamaya devam ettiği sürece de İslam dünyasının lideri olamaz. Ancak Türkiye bir noktada Batıdan üyelik dilenmek gibi hayal kırıklığına uğratıcı ve aşağılayıcı rolü bırakıp, İslam’ın sözcülüğü gibi çok daha etkileyici ve seviyeli olan tarihi rolüne devam etmeyi düşünebilir. Fakat bunu yapabilmek için Türkiye’nin Atatürk’ün mirasını, Rusya’nın Lenin’inkini reddettiğinden dahi daha kapsamlı bir şekilde reddetmesi gerekir.”
Bu önerilerin, iktidara geldiği günden beri AKP’nin yol haritasıyla ne kadar örtüştüğünü görmemek mümkün değil. Böyle düşünen sadece Huntington değil elbette… İngiltere Eski Başbakanı Tony Blair, 2011 Ekim’inde İstanbul’da verdiği konferansta, siyasi ideolojilerin devrinin bittiğini, 21. yüzyılda ihtilafların kültürel ve dini kaynaklı olacağını söylemişti.
İslamın bu coğrafyada belirleyici olmasının küresel güçler tarafından istendiğini anlayan başka bir figür ise Abdullah Öcalan’dı. 21 Mart 2013 tarihindeki Nevruz bayramında okunmak üzere gönderdiği mektupta; “Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle 100 yıldır İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşliğe dayanır” diyerek İslam şemsiyesi altına girmişti. Aslında küresel oyunu görmüş ve oyunun bir parçası olmaya karar vermişti Öcalan. Artık İslam, Ortadoğu’da “sözde” ittifakların ve ihtilafların nedenini oluşturuyordu.
Batı’nın öngörüleri üzerine açtığımız parantezi burada kapatabiliriz. Sonuç olarak Tayyip Erdoğan’ın Sünni liderliği tam bir saman alevine döndü. Davos’taki “one minute” kısa süreli rüzgar estirse de, izlenen yanlış politikalar Türkiye’nin Ortadoğu’daki stratejik derinliğini hızla stratejik yalnızlığa dönüştürdü. Sünni Araplar hala lidersiz bir halde Ortadoğu’da hakimiyet kurmak istiyorlardı. Ve elbette ki bu, sadece görünen nedendi…
IŞİD ve İsrail-ABD İlişkisi
IŞİD Ortadoğu’da Sünni Arapların liderliğine soyundu. Son tahlilde bölgede vahşice ve hızla ilerliyorlar. Görünen o ki Irak’ı da 3’e bölecekler. IŞİD tüm bu saldırıları tek başına mı yapıyor? Elbette hayır. Türkiye’nin de, Suudi Arabistan’ın da, Katar’ın da ve elbette “büyük ağabey” ABD’nin de bu gidişata sessiz kaldığı ve hatta lojistik destek sunduğu bir gerçek.
Cihad diyerek yola çıkan IŞİD’in teorik(!) olarak Siyonistleri hedef alması gerekirken, pratikte Müslümanlara yönelmesi ve özellikle Suriye’yi hedef alması sadece mezhep çatışmasıyla açıklanamayacak kadar karışık…1967’de gerçekleşen 6 gün savaşında Golan’ı Suriye’den alan İsrail’in Filistin’e karşı uyguladığı orantısız güce tüm dünya sessiz kalmaktadır. ABD desteğiyle İsrail’in bölgedeki dokunulmazlığı yadsınamaz bir gerçek. Türkiye, her ne kadar “one minute” ve “Mavi Marmara” ile dolaylı müttefikiyle sorun yaşamış gözükse de, karşılıklı ekonomik ilişkileri son yıllarda 4 milyar dolar hacmini aşmıştır. İsrail başbakanı Netanyahu’nun bağımsız Kürdistan’a destek vermesi ve müttefiki AKP Hükümetinin de Hüseyin Çelik aracılığıyla bu desteğe dahil olması Ortadoğu haritasının yeniden çizildiğini kanıtlar nitelikte…
Ve küresel güç ABD’ye gelirsek… ABD, uzun zamandır Ortadoğu’da kendine yönelik öfkeden oldukça rahatsız. 2001 yılında Afganistan’da başlayan NATO saldırısı, 2003’te ABD’nin Irak’ı işgali, Büyük Ortadoğu projesi, Arap Baharı, ılımlı İslam arzusu ve 11 Eylül olayları Arapların ABD için büyük bir nefret duymalarına yol açmıştı. ABD bu olumsuz imajını değiştirmekte kararlı…Görünen o ki ABD bölgeye kurtarıcı olarak girme hazırlığında…
Sonuç olarak IŞİD kalenin kapısını kırmak için kullanılan “koç başıdır”. Kale kapısı kırılıp Ortadoğu’da mezhep ve mikro milliyetçilik üzerinden çok sayıda ve gücü azaltılmış devletçikler kurulunca yani harita yeniden çizilince, kapitalizm bölgeye rahatlıkla girecek ve bölgeyi kendine “uyumlu” hale getirecektir. IŞID de buradaki “Sünni lider” boşluğuna talip olmak ve yeni çizilecek haritadan payını almak için eylemlerini arttıracaktır.
Beyaz Saray’dan son yayınlanan Başkan Obama fotoğrafı gösteriyor ki, “Büyük Ağabey” şimdilik bir kulağının üzerine yatmış uyuyor. IŞİD ise kontrolsüz bir halde etrafa korku salıyor… Muhtemelen ABD uykusundan uyanınca “gereğini” yapacaktır.
Ortadoğu üzerine planlar 1-2 yıllık yapılmaz; hepsi uzun soluklu planlardır. ABD ve İsrail ne yapacağını çok iyi biliyor. Sorun şu ki, müttefikleri olan AKP iktidarı yarın ne yapacağını bilmiyor. Sahi Türkiye Cumhuriyeti Ortadoğu’da ne yapacak? Bilen var mı?
*Elfin Tataroğlu,
Bahçeşehir Ünv.,
elfintataroglu@gmail.com