Ece Öztan – Toplumcu ve Akıllı Belediyecilik

Mekan; etnikleşmiş, sınıflanmış ve cinsiyetlenmiş öznelliklerin, asimetrik güç ilişkilerinin ve sosyal hafızanın üretilmesinde önemli bir haznedir. Bu nedenle kentsel mekanlar sosyal politikaların yerelleşmesi bakımından da karşı hegemonya zeminidir. Toplumcu belediyecilik; kentsel mekandaki asimetrik güç ilişkileri ile siyasi ve mekansal dışlama pratiklerini dönüştürmek, sosyal devleti gündelik yaşamlarda somutlaştırmak ve müşteri ya da kullanıcı değil de yurttaş olduğumuzu hatırlamak bakımından kritik bir önemdedir. Bugün içinde bulunduğumuz konjonktürde kentsel yoksullar, dezavantajlı gruplar, yaşlılar, kadınlar, işsiz gençler, göçmenler, engelliler ve kent hayatına adil bir şekilde dahil olamayan tüm kesimlerin yurttaşlık hakları tehdit altında. Yaşam biçimlerimiz, gelirimiz, bedensel güçsüzlüklerimiz, yaşımız, cinsiyetimiz, sağlık sorunlarımız kentsel mekandaki asimetrik güç ilişkileri ile bizi yurttaşlıktan dışlıyor. Yeşil alan, temiz hava, güvenli ve erişilebilir konut, seküler ve nitelikli bir eğitim, kendimizi gerçekleştirme fırsatları, bağımsızlık, kentin farklı mekanlarına erişim için büyük paralar harcamak zorundayız. Kentsel haklar ve toplumcu belediyecilik hizmetlerinin hemen hemen tümü giderek pahalı hale gelmekte ve kentsel piyasalar içerisinde hemen her şey hızla metalaşmakta.

Dünyanın pek çok yerinde “desentralizasyon” politikaları yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluk alanlarını genişletirken bir yandan da “refah belediyesi”, “yerel refah devleti” gibi tanımların ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Günümüzde kentsel müşterekler üzerine zengin bir tartışma ve uygulama alanı mevcut. Özellikle dijital teknolojilerin kentsel piyasa ilişkileri alanında oynadığı rol, önemli bir mücadele alanı. Bu nedenle bu yazıda akıllı şehir, kentsel veri üretimi ve dijital teknolojiler alanının toplumcu belediyecilik açısından taşıdığı imkanları ve açabileceği yeni rotaları tartışmak istiyorum. Toplumcu ve kamucu bir akıllı kent politikalarının hayata geçirilmesi yalnız kentsel gündelik hayatta değil, Türkiye’de toplumsal ve siyasal iktidar alanında eşitlikçi, adil ve özgürlükçü dönüşümler yaratmak için hayati bir önemdedir.

Akıllı kentin aklı nereden gelir?

Akıllı kent çok fazla teknokratik bir içerikle ve çok fazla piyasa odaklı tartışılıyor. Çünkü çok büyük bir pazar. Akıllı kentlerin 2018 yılı itibariyle sahip oldukları 308 milyar dolarlık pazar hacminin yıllık ortalama %18,4’lük bir büyüme ile 2023 yılında 717,2 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor[1]. Akıllı kent platformlarının 2018 itibariyle 104,6 milyar dolar olan pazar hacminin ise 2023’te %16,4’lük bir artışla 223,3 milyar dolara ulaşılacağı öngörülüyor.[2] Gerek akıllı kent platformları gerekse bir bütün olarak akıllı kent pazarı içerisinde az sayıda dev şirket yer alıyor. 5G teknolojisinin hayata geçmesi ile nesnelerin interneti (Internet of Things- IoT) alanındaki dönüşümlerin muazzam bir şekilde hızlanacağı biliniyor. Bu gelişmelerin özellikle sağlık, eğitim, güvenlik, ulaşım gibi alanlarda çok önemli değişimler yaratacağını kestirmek zor değil.

Her yıl üretilen veri, bir önceki yıla kadar insanlık tarihi boyunca üretilen verinin boyutuna ulaşmakta. Yani 2018’da üretilen veri, 2017’e kadar tüm zamanlarda üretilen veri kadar! Her saniye “Google” ve “facebook”ta yüzlerce bin veri girişi ve araması yapılıyor. Algoritmalar, artık el yazısını tanıyabiliyor, aksanlı konuşmayı çözebiliyor; fotoğraf ve video görüntülerinin içeriklerini betimleyebiliyor, tanımlayabiliyor. Günümüzde finansal işlemlerin %70’i algoritmalar üzerinden gerçekleştiriliyor. Haber içerikleri otomatik olarak ortaya çıkarılabiliyor. Bu sürecin önümüzdeki 20 yıl içerisinde radikal ekonomik sonuçları olacak: İnsan eliyle yapılan işlerin yarısı algoritmaların işi haline gelecek. 

Oysa ana akım tartışmalarda akıllı kent; kullanıcıların zihinsel dönüşüm süreçlerinden, kentte üretilen ortak verilerimiz üzerindeki haklarımızdan, adil ve eşitlikçi kentsel dönüşüm süreçlerinden bağımsız olarak ele alınmakta. Bu nedenle kentin “aklı” bir anlamda piyasa ilişkilerinin tekeline girmektedir. Oysa kente ait nicel ve nitel olarak biriken, ölçülebilen, sınıflandırılabilen ve sıralanan verinin kendisi önemli bir meta. Bu veri üzerinde söz sahibi olmadığımız gibi, giderek piyasa ilişkilerinin istilası altında.

Teknofobi ile teknofütürist iyimserlik arasında teknolojiyi politikleştirmek

Yapay zeka ve bilişim teknolojileri alanındaki gelişmelerin yaşam alanlarımızı farklı şekillerde dönüştürdüğü kesin. Ancak bu dönüşüme yön veren, sadece bilimsel çalışmalar değil. Bir yanda teknolojik dönüşümlerin sosyal alanda yaratacağı değişimler, yeni eşitsizlik biçimleri, insan emeğine duyulacak ihtiyacın azalması ile artan işsizlik, makine öğrenmesi ve yapay zeka teknolojisi ile işleyen sitemlerin kontrolünde insan sonrası distopik tahayyüllere zemin hazırlıyor. Diğer yanda ise teknolojiyi başlı başına eşitlik, özgürleşme ve insanın biyolojik, maddi ve fiziksel sınırlarını aşması ile ilişkilendirerek orantısız bir teknofütürist iyimserlik ile selamlayanlar var. Aslında meseleye teknofobi ve teknoiyimserliği bir kenara bırakarak yaklaşmak gerekiyor.

Çin’de “yurttaşlık puanlaması” (Citizen Score) projesinin yurttaşların işe girişi, kredi çekmesi, tatile çıkması ya da vize almasında belirleyici bir sisteme doğru evrileceği belirtiliyor. Bu tarz bir kişisel gözlemleme, kişilerin internet gezintilerinden, sosyal bağlantılarının analizine kadar pek çok kişisel veri sınıflamasının yolunu açabilir.

Kenya’da cep telefonları üzerinden kullanılabilen M-Pesa adlı elektronik ödeme sistemi aracılığıyla yapılan finansal işlemlerin hacmi Kenya’nın GSMH’sinin neredeyse yarısı tutarında. Akıllı bir “fintek” -finansal teknoloji- uygulaması olan M-Pesa, bankacılık sistemi ve finansal erişimin kısıtlı olduğu Afrika’da devasa bir pazar oluşturmuş durumda. Her 10 Kenya yurttaşından 9’u sisteme kayıtlı ve bu kullanıcıların% 60’ından fazlası aktif kullanıcı.[3] Düşük tutarlarda kredi ile harcama limiti veren bu sistem, tüm Kenya halkının gelecekteki emeğini dahi ipotek altına almış durumda. Günlük düşük limitlerle alışveriş olanağı ile satın alınan mallar da bu piyasaya uyum sağlamış: Tek kullanımlık çamaşır deterjanı satın alabiliyor Kenya’lı yoksullar. Ne özgürlük! Bu sıradışı borçluluk örüntüsü, kişisel verinin kullanılması ve pazarlanması ile Kenya büyük bir borçluluk krizi yaşıyor. Mobil borçlanma; artan şiddet ve intiharlar gibi büyük sosyal problemlere yol açıyor.

Dijital platformlar hem kişisel verilerimizi hem de kentin müşterek verisini kullanarak inanılmaz karlar elde ediyorlar. Oysa akıllı kent kavramı içerdiği akıllı ekonomi, akıllı insan, akıllı yönetişim, akıllı çevre ve akıllı yaşam yaklaşımı ile yalnızca kentlerin akıllı etiketi ile markalaşmasının ötesinde anlamlara sahip olmalı. Akıllı kentin, müşterek verinin ve dolayısıyla “aklın” dev şirketlere teslim edilmesi ve marka projelerle değil; insan ve toplum merkezli bir “akıllanma” ile ele alınması gerekli. Akıllı insan, çevre, yaşam ve yönetişim için ise paylaşım ekonomisine, kooperatiflere, kentsel katılıma dayanan modelleri hayata geçirmek gerekiyor. Böyle bir kentsel veri yönetimi ve kamucu amaçlarla kullanımı için hayata geçirilebilecek o kadar çok alan var ki! Gıda toplulukları ve yerel üretici ağları ile yürütülecek bir akıllı belediyecilik örneğin. Kentin adını ve markasını bir rekabet öznesi olarak düşünmek yerine, akıllı kentdaşlar ve akıllı yaşamlar örgütleyebilen bir belediyecilik çok da mümkün.

Belediyelerin dijital olarak güçlendirilmesi

Avrupa’da 50 kent, Barselona belediyesinin başını çektiği bir girişimle,  geçtiğimiz yıl “paylaşan kentler bildirgesini” oluşturdu[4]. Bildirgede işbirliği ve paylaşım prensiplerine göre örgütlenen dijital platformlar ile bu şekilde örgütlenmeyenler arasında bir ayrıma gidilmesi öngörülüyor. Kamucu ve paylaşımcı amaçlarla kurulanların desteklenmesi ve tüm platformların işleyişinde şeffaflığın sağlanması hedefleniyor. Bunun dışında işgücü, kapsayıcılık, çevresel sürdürülebilirlik, veri güvenliği ve yurttaşların dijital hakları gibi konularda da paylaşımcı ilkeler belirleniyor. Platform ekonomilerinin yıkıcı etkilerini önlemeyi ve dijital platform ve ortak veriyi kamucu amaçlarla kullanımını hedefleyen çok sayıda girişim var. Avrupa çapında bir araya gelen farklı STK’lar ve yerel yönetimler kentlerin dijital olarak güçlendirilmesi için neler yapılabileceğini tartışıyor ve somut çözümler üretiyor.  Örneğin Barcelona belediyesinde uygulanan DeCode projesi böyle bir girişim. DECODE (DEcentralised Citizen-owned Data Ecosystems) yani “Yerelleştirilmiş Yurttaş-sahipliğinde Veri Ekosistemleri Projesi” kentte yaşayan bireylerin kişisel verileri üzerinde egemenliklerini tesis ederek, bireylerin kişisel verilerini saklama ya da kamusal yarar amaçlı olarak paylaşma imkanı sağlıyor. Barselona, Amsterdam gibi şehirlerde pilot olarak uygulanmaya başlayan bu proje ile veri merkezli dijital ekonomiyi, kamucu amaçlarla kullanılmasına yönelik bir ekosistem oluşturmaya çalışılıyor. Kentlilerin gündelik yaşamları ve kentsel hizmetleri kullanırken ürettiği veriler, nesnelerin interneti ve sensör ağları aracılığıyla kamucu amaçlarla müşterek kullanıma açılıyor. Proje kapsamında Barselona’da dijital demokrasi ve müşterek veri temelinde Decidim.org platformu hem yurttaşlara kararlara katılma imkanı hem de ortak veri üzerinde kontrol imkanı tanınmaktadır. Veri güvenliği ve ortak veri politikası kapsamında yapılan sözleşme uyarınca Vodafone, her ay topladığı makine tarafından okunabilen veriyi belediye meclisine sunmak zorunda. Böylece kentin verisi, kapalı bir şekilde şirketlerin kontrolünden kentin ortak çıkarları üzerinden kamuya iade edilmeye başlamış. Bunlar sadece birkaç örnek.

Yerel yönetimlerin toplumcu belediyecilik ilkeleri ile dijital alanda güçlendirilmesi için telekomünikasyon ağlarının tarafsız kullanımı, özgür yazılım, ortak veri politikası, teknolojinin demokratikleştirilmesi, elektronik donanım tedariki, döngüsel ekonominin desteklenmesi, platform ekonomilerinin kamucu veri politikasıyla işleyişi ve denetimi gibi alanlarda projeler üretmesi gerekmektedir. Trafik ışıklarının zamanlamasından belediye bütçesine kadar yeniden kullanılabilir formatlarda kamusal veri ve ücretsiz yazılım hizmetleri hem şeffaflığı hem de katılımı hayata geçirmek için büyük imkanlar taşımaktadır. Bu amaçla İspanya’da yerel yönetimlere yönelik 47 dijital güçlenme önlemi belirlenmiştir.[5] Bu öneriler arasında herkes için erişilebilir telekomünikasyon altyapısı, ortak veri, ücretsiz yazılım, kamucu platform ekonomilerine yönelik önlem önerilerinin yanı sıra, kentte yaşayanların bilgiye ve dijital teknolojilere erişimlerini arttıracak yöntemler de önerilmektedir. Akıllı yurttaşlık, dijital yurttaşlığın geliştirilebilmesi için dijital teknolojilere erişimleri sınırlı tüm grupları kapsayacak programlar geliştirilmesi de teknoloji-toplumcu belediyecilik ittifakının olmazsa olmazlarındandır. Sonuç olarak ne teknoloji tek başına sihirli bir değnek; ne de akıllı kent yalnızca bir markadır. Dijital teknolojiler ancak kamucu bir siyaset ile birlikte eşitlikçi dönüşümleri sağlayabilir.


[1] https://www.marketsandmarkets.com/Market-Reports/smart-cities-market-542.html

[2] https://www.marketsandmarkets.com/Market-Reports/smart-city-platforms-market-236996337.html

[3] https://www.rfigroup.com/global-retail-banker/news/kenya-9-10-kenyans-are-financially-included-largely-thanks-m-pesa

[4] http://www.sharingcitiesaction.net/wp-content/uploads/2019/05/Sharing-Cities-Declaration-1.pdf

[5] https://apoderamentdigital.cat/en

*Ece ÖZTAN
Dr., Siyaset Bilimi
ece.oztan@sodev.org.tr