İstiklal Caddesi’nde 8 Mart’ta yapılan feminist gece yürüyüşlerinin ilki 2003 yılında yapılmıştı. Tam 17 yıldır kadınlar, 8 Mart akşamları İstiklal Caddesi’nde toplanıyor ve taleplerini, dertlerini ortaya koyuyor. 8 Mart yürüyüşleri alışılageldik protesto gösterilerinden epey farklı. 17 yıldır da Türkiye kadın hareketinin önemli bir birliktelik zemini. Örgütlenme modeli, hiyerarşik değil. Bu yürüyüşler, kadınların birikmiş öfkesini sokağa taşıran bir süreç.
Gece yürüyüşünü büyüten o kadar çok güç var ki! Yöneticisine, amirine, rektörüne, başhekimine, başkanına ya da baş bilmem nesine söylenecek sözlerin birikmişliği; gündelik yaşamı boğan eril dil ve şiddetten usanmışlık; yıllarca haykırdıklarımızın duyulmamasına karşı büyüyen isyanın sesi; her gün öldürülen kadınların haberlerini okumaktan ve her gün bedenimize, aklımıza, yaşamımıza, seçimlerimize, değerlerimize, ilkelerimize saldırılmasından duyulan öfke; birlikte mücadele ile kazandığımız haklara ve alanların tahrip edilmesine isyan. Bu nedenle; taşınan pankartlar, atılan sloganlar hem bu biriken, taşan öfkeyi hem de farklı nesillerin, farklı kadın deneyimlerinin sesini içeriyor. Kadınların gece yürüyüşleri sadece İstanbul’da düzenlenmiyor; bunlar, Türkiye’nin pek çok şehrine yayılmış durumda. Örneğin bu yıl Adana, Ankara, Antalya, Bodrum, Çanakkale, Eskişehir, Fethiye, İzmir, Kocaeli, Mersin, Samsun ve Trabzon’da da gece yürüyüşü çağrıları yapıldı. Otoriterleşmenin, muhalefete dönük baskıların doruk noktasına çıktığı son dönemlerde kadınların öfkesine koşut artan bir kalabalık ve isyan var Türkiye’de. Hem nesiller arası nitelikte hem de giderek Anadolu’da görünürlük kazanan bir isyan bu! Her ne kadar Türk medyası görmemekte ısrar etse de bu öfke, geçtiğimiz yıl New York Times’ın manşetindeydi. İstiklal Caddesi’ne sığmayan kadınlar, tüm Türkiye’de yükselen isyanın görünürlük kazanması bakımından çok anlamlı!
Kadınlar birlikte güçlü!
Bir süredir İstanbul’daki yürüyüşün ana örgütlenme sloganı olan “Kadınlar Birlikte Güçlü”, kadın örgütleri arası diyalogun adı haline dönüştü. Bu slogan ilk defa 14 Şubat 2017’de başlatılan bir kampanya çerçevesinde karşımıza çıktı[1]. “Kadınlar Birlikte Güçlü” sloganı, kadınları mevcut saldırılar ve yakıcı sorunlar karşısında bir araya topluyor. Tek tek kadınları kuşatılmışlık, tek başınalık, umarsızlık halinden çıkmaya davet ediyor. Kadınları bir kimlik politikasının değil; somut sorunların politikası ve eyleminin öznesi yapıyor. Dışlayıcılıktan uzak. Tanımlamıyor. Birlikte kurmaya ve tanımlamaya çağırıyor. Bu nedenle de kadın hareketlerinin örgütlenme biçimlerine ve Türkiye’de farklı kadın gruplarının öfkesini bir araya getirme potansiyeline sahip. Güç kavramını bir şey üzerinde güç kullanmak yerine birlikte güç kazanmak olarak düşünmek ise, feminist siyasetin repertuarında öne çıkarılan bir yenilik. Kadın hareketlerinin tarihi, öfkenin birbirini güçlendirici bir enerjiye dönüştürülmesinin örnekleri ile dolu.
Kadınlar birlikte öfkeli!
Öfke kadınlara yakıştırılmayan bir duygu. O, daha çok erkeklere serbest. Kız çocuklarına bağırdıklarında çirkin olduklarının söylenmesi bundan. Öfke, oğlan çocukları için ise sevimli bile bulunan bir duygu. Öyle ya, “paşam bugün çok sinirli!” Üzülmek ve korkmak “kadınsı”; öfkelenmek “erkeksi” bir duygu olarak tanımlanıyor. Oysa kadınlar “öfkelenince çok güzel oluyorlar”. Bu nedenle “öfkelendiğinde bir başka güzel”, 1960’ların kadın hareketine yapılan bir atıf ve 1960’ların sloganlarından çıkan bir tanımlama[2].
Türkiye’de kadınlar çok öfkeli. Bu öfke bir süredir 8 Mart yürüyüşlerine doğrudan yansıyor. Yürüyüşün yine engellenmek istenmesine, caddeye çıkan tüm sokakların girişlerin kapatılmasına rağmen kadınlar yürüyüşlerinden bu yıl da vazgeçmedi. Yapılan açıklamada “Haklarımızın gasp edilmeye çalışıldığını, eşitlik talebimizin susturulmaya çalışıldığını, bize itaatin öğütlendiğini görüyoruz. Her gün çeşitli biçimlerde şiddete uğrarken bize, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde evde oturun deniyor! Soruyoruz: Bu toplumun yarısını oluşturan kadınların haklarından rahatsız olan, kadınların sesini kısmaya çalışan devlet kimin devleti? Bu isyandan, eşitlik talebimizden, daha özgür bir hayat tahayyülümüzden, kahkahamızdan, arzularımızdan, varoluşumuzdan, yılların mücadelesiyle kazandığımız haklardan ve 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşümüz’den vazgeçmeye hiç niyetimiz yok. Haklı olduğumuzu biliyoruz. Hakkımız olduğunu biliyoruz” Bu kararlılık, engellemelere rağmen saatlerce meydanda barikatların açılması için bekleyen kadınların yüzlerine ve sloganlarına yansıyordu. Bu eyleme de son yılların en çok duyduğum sloganlarından biri damgasını vuruyordu: “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz!”
Sesimiz duyulmadıkça öfkemiz daha da güçleniyor. Üstelik kadınlar kimsenin sokağa doğru dürüst adım atamadığı bir dönemde geceleri meydanlara sığmayan bu güzel öfkeyi “çirkin” göstermek için ne yapılırsa yapılsın olmuyor. Yok efendim ezanı protesto ettiler, yok efendim yakışıksız sözler ettiler, “marjinaller”, “Türk kadınını temsil etmiyorlar”, şöyleler, böyleler deseler de o kadar yaygın, o kadar haklı ki bu isyan, 8 Mart’ta gece sokaklarda olanlarla sınırlı değil. Evlerin mutfaklarından, atölyelerin vardiyalarından, uykusuz gecelerden, boğazda düğümlenen sözlerden, yorgun bedenlerden, büyüyen kaygılardan, incinmiş yüreklerden destekleniyor. Afişlere bir bakın, bu sesleri kulağınızda duyacaksınız: Tüm alana damgasını vuran dev E-Ş-İ-T-L-İ-K harfleri, kadınların eşitlik talebinin gözden düşürülme çabalarına bir yanıt niteliğindeydi. “Kuluçka makinası değiliz”, “Ne seninim ne kara toprağın”, “Tek taş değil, huzur istiyoruz”, “Evini de istemiyoruz, direğini de” “Kalbi kırılan bütün kadınların hesabını soracağız”, “Küfürde nesne değil hayatta özne olmak istiyoruz”, “Sevmişim sevişmişim kime ne”, “Emeğimiz bedenimiz cinselliğimiz için feminist mücadele”, “Ev işi de bir iştir bunu kabul etmeyen kalleştir”. Ayrıca barış talebi ve yaşam alanlarının yok edilmesine karşı da yükselen sesleri duyabilirsiniz. Örneğin Karadeniz’de ekolojik yıkıma karşı mücadele eden kadınların “Dereleri de Yayları da Sokakları da Terketmeyeceğiz!” sloganı ekolojik mücadele, mekanı sahiplenme ve özgürlük talebine birlikte sahip çıkma kararlılığını özetliyordu. “Biz kadınlar barış için ısrar ediyoruz” diyerek, eşitlik gibi barış kavramının da içinin boşaltıldığı ve kriminalize edildiği bir dönemde kadınlar barış taleplerine sahip çıkıyorlardı.
Performatif dil ve “bağzı afişler”
Gece yürüyüşü farklı geçmişlerden, farklı kuşaklardan, farklı deneyimlerden gelen kadınların seslerini içeriyor. Son yıllarda özellikle kadınların bedenine yaşam tarzlarına yönelik düşmanca söylemlerin en yetkili ağızlardan teşvik edilmesi ve düşmanlaştırıcı bir anti-feminizm söyleminin AKP’nin kadın politikasının temel eksenlerinden biri haline gelmesi, karşılığını afişler ve sloganlarda da bulmuştur. Özellikle genç kuşakların kadın bedenine ve cinselliğine yönelik pankartları ve kimi sloganlar bu nedenle yalnızca muhafazakar çevrelerce değil, daha eski kuşaklarca da eleştirildi. Oysa taşınan tüm afişler ve atılan tüm sloganlara, kadınların farklı yaralarını sokağa taşıyan performanslar olarak bakmak bana daha doğru geliyor. Ayrıca feminist hareketin yeni kuşaklarının hem eylemsel yeniliklere hem de bireysel özgürlüklerine düşkünlüklerinin de bir bütün olarak kadın hareketine kattığı dinamizm çok önemli. Yaratıcı afişler, esprili sloganlar, hayret ve şaşkınlık uyandıran ifadeler, eğlenceli protesto biçimleri ve sözü esnek kullanım biçimlerine Gezi Parkı direnişinden beri aşinayız. Bu dil ve tarz nicedir kadın hareketi içerisinde ve özellikle 8 Mart gece yürüyüşlerinde belirgin.
Judith Butler’ın, yaralayıcı ifadelerin dilin performatifliği etkisine vurgu yapması bu açıdan önemli. Bu anlamda kadın düşmanlığı ve nefretini körükleyen söylemi, “Butler’ın “yaralayıcı ifade” tanımı çerçevesinde düşünmek mümkün[3]. Butler, bir nefret veya tehdit ifadesine, sahip olduğundan daha büyük bir güç atfetmemenin ve onun tuzağına düşmemenin mümkün olduğunu hatırlatır bize. Buna göre ifadenin farklı şekillerde tekrar edilmesi, “aynı zamanda kendi yaralayıcı güçlerinden koparılması ve yeni bir bağlama sokulması da olanaklı hale gelir”[4]. Bu anlamda “sürtük”, “histerik”, “orospu”, “kancık”, “saçı uzun”, “Kezban” gibi yaralayıcı ifadeler özgürlüğün, bedeni olumlamanın ve güçlenmenin zemini haline gelebilir. Yaralayıcı, düşmanca ifadelerin bu türden ifadelerin tuzağına düşmeden ters yüz edilmesini; savunulacak bir yer, mevzi sağlamasının gücünü göçmen hareketlerinde, siyah harekette de görmek mümkün. Tabii bu her ifadenin bu tür bir güce dönüştürülebileceği anlamına gelmiyor. Yine de bu potansiyel ve dilin performatifliği yaratıcı bir enerji sağlıyor. Bu anlamda örneğin “Kezban eylemde 2019” “Lilith’in sürtükleriyiz”, “Histerik karılar burada”, “Tam iffetli olucam bi gülme geliyor”; “Haftada en az 3 orgazm” gibi afişler aşağılama için kullanılan ifadeleri ters yüz ediyor. Bu anlamda yalnız “iffet, namus”, “en az üç çocuk” gibi kavramlar, salt siyasal söylemlerin değil, gündelik yaşamda karşımıza sıklıkla çıkan düşmanca cinsiyetçi dilin de tuzağına düşülmeden, aşılıyor.
“Yeter artık çıkalım zıvanadan!”
Bu “bağzı afişler” dışında; “Yeter artık çıkalım zıvanadan”, “Canım bi çekilir misin, haklarıma oturuyorsun”, “Kaderimin ağlarını şahsen kendim örerim”, “Ocakta zıkkımın kökü sokakta isyan var” “Kadınlar sükutta değil isyanda güzel” gibi “sözleri” ya da Laz kadınların “Erkekliği söküp yerine lahana dikeceğiz”, “Siçturma adamluğuna” gibi deyişleri yoluyla kadınların öfkesinin nasıl yaratıcı bir güç ve enerjiye dönüştüğünü gözlemek mümkün.
Evet, Türkiye’de kadınlar öfkeli. Özellikle genç kadınlar daha da öfkeli. Bu öfkeyi besleyen derin uçurumlar ve yapısal sorunlar hızla büyüyor. Ekonomik krizin en ağır faturasını kadınlar ödüyor. Son açıklanan işsizlik rakamlarına bakıldığında, Türkiye’de kadın işsizliği %16,5 ile geçen yılın Ocak ayına göre bile %22 oranında artmış durumda. Ayrıca kentli ve üniversite mezunu kadınlar arasında bile işsizlik %17,1’e yükseldi. Üniversite mezunu kadın ve erkekler arasında ücret farklılığı %22 seviyesinde. Hem lise hem de lise altı eğitim seviyesinde kadınların istihdam oranı artıyor; ancak ücret kutuplaşması da yükseliyor ve genel ücret düzeyi düşüyor. Türkiye’de 15-24 yaşındaki kadınların %32,8’i ne istihdamda ne de eğitimde! Yani daha eğitim çağında olan genç kız ve kadınların neredeyse yarısı evde ve ekonomik, duygusal, fiziksel şiddete karşı korumasız durumda. Tüm bu verileri, eğitim alanındaki sorunlar ve artan cinsiyetçilik ile beraber düşündüğümüzde bu öfkenin zeminini anlamak mümkün. İmam Hatiplere yönlendirilen potansiyel işsiz kızlar, önüne çay bekleyen daire müdürleri, ders kitaplarına yeniden giren “namus” kavramı bu öfkeyi olsa olsa büyüten etkenler. Kısacası bu elbise, genç kadınlara uymuyor! Deneyimler, beklentiler, dertler duyulmadıkça da öfke büyümeye devam edecek.
*Ece ÖZTAN
Dr., Siyaset Bilimi
ece.oztan@sodev.org.tr
[1] Sloganın nasıl kadın örgütlenmeleri arasında birliktelik ve iletişim ağının adı haline geldiğini Burcu Arıkan’ın yazısından öğrenmek mümkün. Burcu Arıkan (2018), “ Kadınlar Birlikte Güçlü: Birbirimizi Hatırlamak ve Birlikte Güçlenmek İçin bir Alan”, Sivil Sayfalar, 20 Kasım 2018, http://www.sivilsayfalar.org/2018/11/20/kadinlar-birlikte-guclu-birbirimizi-hatirlamak-ve-birlikte-guclenmek-icin-bir-alan/
[2] “ Öfkelendiğinde Bir Başka Güzel” (She’s Beautiful When She’s Angry), ABD’deki 2. Dalga Kadın Hareketi’ni ve kadınların mücadelesini konu alan yönetmenliğini Mary Dore’un yaptığı 2014 tarihli bir belgeselin de adı aynı zamanda.
[3] Butler, J. (1997). Excitable Speech: A Politics of the Performative (London and New York: Routledge)
[4] Özkazanç A. ve Ö. Agtaş(2018),”Judith Butler’ın Nefret Söylemi Eleştirisi: Dildeki Performatif ve Yaralayıcı Dil”, Fe Dergi, 10(1), 1-12.