Salgının ikinci yılını geride bıraktık. Bu yazının kaleme alındığı günlerde kademeli bir normalleşme süreci yaşanan Türkiye’de kimi sektörler ve bu sektörlerin çalışanları için tünelin sonunda cılız da olsa bir ışık belirdi. Özellikle tam kapanma olarak isimlendirilen dönemin ardından yavaş yavaş faaliyetlerine izin verilen sektörler salgının açtığı yaraları iyileştirmek için kolları sıvadı; hizmet sektöründe küçük de olsa bir hareketlenme oldu; esnaf kepenk açtı, kafe, restoran, çay bahçeleri ve sinemalar açıldı; aşılama hızında nispi bir artış oldu. Ancak hala karanlıkta kalan, hatta hiç aydınlığa çıkamamış olanlar var: kültür sektörü emekçileri, genç işsizler ve eğreti ya da eviçinde ve karşılıksız çalışan kadınlar…
Salgın öncesinde de tünelin sonundaki ışığı ya hiç göremeyen ya belli belli belirsiz seçen ya da bir ışık olduğuna dair tüm umutlarını yitirmiş olan bu kesim için Covid-19 salgını bir turnusol vazifesi üstlendi adeta. Hali hazırda dezavantajlı olan durumlarını daha da derinleştirdi salgın bu kesimin. Üstüne bir de çalışma biçimlerindeki değişimin olumsuz etkileri de eklenince kadınlar, genç işsizler ve kültür sektörü emekçileri için yaşamak bir hayli zor hale geldi. Peki salgın bu kesimleri niçin daha derinden etkiledi? Elbette her grup için pek çok faktör sıralayabiliriz, bu nedenle her bir grubu ayrı ayrı mercek altına almak daha yararlı olacak gibi görünüyor.
Genç işsizler, yeşeremeden salgınla solan umutlar
Sosyal Politikalar Araştırma Merkezi (SPM)’nin raporuna göre Türkiye’de genç işsizlik 2021 yılının ilk çeyreği için %25,3 olarak açıklandı. Bu oran 2020 yılının ilk çeyreğine kıyasla genç işsizliğinin 1,4 puan yükseldiğini gösteriyor.[1] Durumun giderek daha da kötüleştiği pek çok araştırmayla da destekleniyor. Peki genç işsizliğin bu denli yüksek olmasının ardında yatan nedenler neler?
İlk bakışta en bariz neden elbette istihdam olanaklarının yetersizliği. Pek çok genç işgücü piyasasına atılmadan önce üniversite eğitimi alıyor, ancak ne yazık ki aldıkları eğitim işgücü piyasasına giriş yaparken yeterince avantaj sağlamıyor. Salgın Türkiye ekonomisinde oldukça ön planda olan hizmet sektörünü de durma noktasına getirdi. Hal böyle olunca iş bulmakta zorlanan gençlerin umutları salgının da etkisiyle henüz yeşeremeden soldu ne yazık ki.
Salgının hangi aşamasında olduğumuzu kestirebilmek mümkün değil. Ancak salgın döneminde ve sonrasında genç işsizlik sorunu ülke gündeminde yer almaya devam edecek gibi görünüyor. Bu sorunu çözmek için alınabilecek önemler mevcut elbette. İstihdamı artıran yatırımların teşvik edilmesi, eğitim sisteminin gençlerin niteliklerini artma konusundaki eksikliklerinin giderilmesi, gençlerin girişimcilik konusunda bilinçlendirilmesi ve kendi işlerini kurmaları konusunda daha fazla teşvik edilmesi çözüme ilişkin birkaç öneri olarak değerlendirilebilir. Ancak bu önerilerin hayata geçirilebilmesi için öncelikle ekonomide hali hazırda mevcut olan yapısal sorunlarla mücadele edilmesi gerekiyor.
Bir ihtimal daha var, kültür sektörü emekçileri
Salgından en büyük darbeyi alan kesimlerden biri de kültür sektörü. Tam kapanma dönemi öncesi, tam kapanma döneminde ve şu an içinde bulunduğumuz kademeli normalleşme döneminde kültür sektörü çalışanları işlerine devam edebilme olanağı bulamadılar. Bunun temelde iki nedeni olduğunu söyleyebiliriz.
İlk neden, kültür sektörünün salgın öncesindeki eğreti yapısı. Salgın öncesinde bu sektör çalışanları esnek, güvencesiz, proje bazlı, atipik ve -istikrarlı olsa da- geçici çalışma biçimlerine tabi olarak çalıştıkları için hayatlarını idame ettirirken çoğunlukla gündelik gelirler elde etmekteydiler. Bu atipik çalışma biçimi sektör çalışanlarının sosyal güvenceden yoksun olarak istihdam edilmelerine sebep olurken bir yandan da geleceğe ilişkin belirsizlik doğurmaktaydı kuşkusuz. Salgın bu belirsizliği imkansızlığa dönüştürerek kültür sektörü çalışanlarının doğrudan gündelik bir kazanç elde edebilmelerini engelledi. Salgın öncesinde kültür sektörü ürünlerinin -özelde ise sanat ürünlerinin- kimi durumda kar amacı güderek ancak oldukça yüksek fiyatlarla erişilebilir durumda olması bu sektörün toplum nezdinde de kriz durumunda ilk gözden çıkarılacak sektör olarak görülmesine yol açtı. Bu nedenle salgın, hali hazırda eğreti olan kültür sektörünü derinden etkiledi ve belki de bu sektörde sarılamayacak yaralar açılmasına neden oldu.
İkinci neden ise kültür sektörüne dahil olan kimi alt sektörler için uzaktan ya da evden çalışma imkanının bulunamaması. Özellikle etkileşim gerektiren alt sektörlerde sunulan ürünlerin sanal ortamlarda ya da farklı iletişim kanallarıyla sunulması durumunda aynı etkiyi yaratamaması ya da ürünü üretenin etkileşim kitlesinin yüz yüze etkileşim durumunda, rastlantısal bir biçimde dahi olsa, yüksek olabilirken, üretim sanal ortamlara taşındığında üreten kişinin oldukça geniş bir kitleye hitap etme zorunluluğu- dolayısıyla tanınır olması zorunluluğu- da özellikle küçük ölçekli üretim yapan kültür sektörü emekçilerini derinden etkiledi. Salgın öncesinde de özellikle sektörün iç hiyerarşisi göz önüne alındığında sektörü domine eden kimi isim ve kurumlar tanınırlıklarını bir avantaj olarak kullanıp tekelleşerek aynı sektör içinde daha az tanınan ya da hiç tanınmayan kültür emekçilerine yaşam alanı bırakmadıkları için, sektörü domine eden söz konusu isim ve kurumlar salgın döneminde de faaliyette bulunmamalarına rağmen ayakta kalabilirken, daha küçük ölçekli üretim yapan sektör emekçileri için tünelin sonundaki ışığı görmek bir türlü mümkün olamadı. Hal böyle olunca umutsuzluğun hasıl olması belki de kaçınılmazdı. Bir ihtimal daha var diyenlerin sayısı da ne yazık ki gün geçtikçe arttı.
Geldiğimiz noktada o ihtimalin peşinden giden kültür emekçileri için artık çok geç. Ancak hala en azından umutları yeşertmek için yapılabilecek pek çok şey var. Örneğin bu sektöre kamu tarafından sağlanan destekler artırılabilir, teşvikler küçük ölçekli üretimi de kapsayacak biçimde genişletilebilir ve böylece salgın sonrasında sektörün kayıpları belki de bir ölçüde telafi edilebilir. Çünkü bir kültür emekçisi için en büyük umut kaynağı zaten sanatın yok edilemeyeceğidir.
Malum olanı gelin bir kez daha ilan edelim, görünmeyeni gösterelim, kadınlar, salgınlar, savaşlar, başı sonu belli olmayan hikayeler…
Kadınların karşılıksız, görünmeyen, eviçi emeği savaşlar, kıtlıklar, salgınlar gibi hem toplumsal hem de iktisadi hayatı olumsuz etkileyen dış şoklar durumunda bariz bir biçimde ekstra sömürüye uğruyor. Daha kötüsü ise toplumsal olarak bunun doğal karşılanması. Beklenmedik bir durum değil kadının emeğinin sömürülmesi ya da sömürünün derinleşmesi. Dış şok değişiyor sadece. Savaş olmuyor da bu kez de salgın oluyor. Aslında özne de değişmiyor, görünen bilinen neden değişiyor sadece. Özne aynı: patriarkal düzen ve toplumsal cinsiyet ilişkileri.
Bu nedenle hep malumu ilan etmek kalıyor bizlere. Kadının eviçi emeği -ya da başka bir isimle görünmeyen/ karşılıksız emeği- piyasada belli bir ücret karşılığı değişime tabi olmadığı için değersiz olarak görülüyor. Çünkü değerin ne olursa olsun ölçülmesi gerekiyor, hem de nicel olarak. Eğer ölçemiyorsan görmezsin de ya da görünmez addedersin olur biter. İşte geleneksel iktisat anlayışları da tam da bunu yapıyor, görünmez addediyor hem kadını hem de kadının eviçi emeğini[2].
Ancak işte bir dış şok peyda oluyor, savaş, kıtlık, salgın… Bir turnusol gibi saklı, gömülü olanı aşikâr ediyor. İşte salgın bugün bunu yaptı. Görünmeyeni su yüzüne çıkardı. Hem de dünyanın dört bir köşesinde. Çünkü farklı pratiklere sahip olsalar da dünyanın her yerinde salgının yükü en çok kadınların omuzlarına bindi:
- İşgücü piyasasında ilk gözden çıkarılan kadınlardı, istatistiklere pek yansımadı bu durum çünkü pek çoğu zaten kayıt dışı çalışmaktaydı.
- Evden çalışma ile mesai ile boş zaman ayrımı ortadan kalktı. Günün her saati mesai saatine dönüştü. Erkekler ofiste çalışır gibi evden de çalışabildiler ancak kadınlar evin bakımı, çocukların bakımı, hijyen, eşlerin bakımı gibi işleri içeren birinci (!) mesailerini de aksatmamak zorunda oldukları için çalışma pratikleri erkeklerle aynı olmadı.[3]
- Piyasada ücretli bir işte çalışan anneler en büyük destekçileri büyükannelere erişim sağlayamadılar salgın döneminde. Hem riske atmamak için hem de evde kal tedbirlerine uymak için. Hal böyle olunca küçük çocuğu olan anneler ya piyasadaki işlerini bırakmak zorunda kaldılar ya da evden çalışma yükünün altına girip mesailerini üçe katladılar.
- Salgın nedeniyle hijyene verilen önem de arttı. Evde bu tip işler de kadınların sorumluluğunda görüldüğü için kadınları eviçi yükü bir de evin hijyenine normal duruma kıyasla iki kat daha fazla dikkat etmek zorunda oldukları için bir kat daha arttı.
- Okulların kapalı olması annelere aynı zamanda öğretmen rolünü de kendiliğinden atamış oldu.
- Hizmet sektöründe pek çok iş kolu faaliyetine ara verdiği için kadınların eviçi işler için dışarıdan aldıkları ek hizmetlere erişim de ortadan kalktı.
Daha da pek çok sonuç sıralamak mümkün elbette. Kısaca salgın kadın ve erkeleri farklı etkiledi. Hali hazırda var olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirdi. Pek çoğu tünelin sonundaki ışıktan haberdar dahi olmayan kadınları zifiri bir karanlıkta bıraktı.
Bir taraftan da başında da söylediğimiz gibi salgın bir turnusol vazifesi de gördü. Zaten var olan bu eşitsizliği daha derinden deneyimleyen kadınlar daha çok seslerini yükseltmeye başladılar. Özellikle genç kadınlar daha önce deneyimlemedikleri bir sömürü biçimi ile karşı karşıya kalarak otomatik bir farkındalık geliştirdiler.
Bundan sonra da öyle umuyorum ki özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda toplumsal bir farkında sürecine girilecek. Çünkü ancak toplumun tüm kurumlarıyla toplumsal cinsiyet farkındalığına erişebilmesi durumunda görünmeyen emeğin görünür kılınması mümkün olabilecek.
*Ebru IŞIK
Dr., Feminist İktisat
ebruisik@anadolu.edu.tr
[1] Kaynak, P. ve İngenç, A. (Mayıs, 2021). İşgücü Piyasalarında Genç Nüfusun Görünümü, Sosyal Politikalar Uygulama ve Araştırma Merkezi, TOBB ETÜ. http://spm.etu.edu.tr/tr/publish/2021_05_19-Genc_Nufusun_Gorunumu.html (erişim: 15.06.2021).
[2] Bu konuda ki detaylı tartışmalar için birkaç kaynak önermekte fayda var: Acar-Savran, G.(2008). G. Acar-Savran, N.Tura-Demiryontan (Ed), Kadının Görünmeyen Emeği. İstanbul: Yordam Kitap; Işık E. (2020). Kadın Emeği (Farklı Feminizm ve Feminist İktisat Anlayışları Temelinde Bilgi Kuramsal Bir İrdeleme), Yetkin Yayınevi; Memiş,E., Özay,Ö.(2011). Eviçi Uğraşlardan İktisatta Karşılıksız Emeğe: Türkiye Üzerine Yapılan Çalışmalara ilişkin Bir Değerlendirme. S.Sancar (ed), Birkaç Arpa Boyu…: 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar, İstanbul:Koç Üniversitesi Yayınları; Özateş, Ö.S.(2015). Malumun İlanı: Kadın Emeğinin Saklı Yüzü: Ev İçi Bakım Emeği. Ankara: Notabene Yayınları.
[3] Işık, E . (2020). Covid (19) Salgını ve Kadın Emeği: Türkiye’den Kadın Deneyimleri . Politik Ekonomik Kuram , 4 (2) , 219-241.