ŞENOL ONAY*
Diyanet işleri deyince duraklıyoruz ve sanki başka din yokmuş gibi İslam’ı ölümsüzleştiriyoruz. Uluhiyet vasfı hakkında üç beş kelam edebilmek için müftülük mertebesine yükselmek şart mıdır? Ağzı olan konuşurken benden susmamı beklerseniz, yıllarca beklersiniz. Ne abdest aldım, ne salavat getirdim; gene de fikir beyan edeceğim. Öncelikle plancılığımıza mim koyayım: Din dersi, 12 Eylül 1980 darbesinden önce seçmeli dersti, bilahare zorunlu müfredata dahil edildi; gidişata bakıyorum da, öncelikli ders ilan edilmesi beni şaşalatmaz.
Miraç meselesi ilkokul günlerimden bu yana kafamı kurcalıyor, çünkü Newton kanununu öğrenmiş, bir şahsın göğe çıkabilmesini akılla, bilimle bağdaştıramamıştım. Elbet bu fikrimi kendime sakladım, kafama taş düşebileceği endişesiyle uzun yıllar yaşadım. Ne ki bir şey çıkmadı; vartayı atlattım sayılır. Miraç neresidir? Atmosferin katlarını biliyoruz, orada mıdır, yoksa atmosferin dışında mıdır? Yerçekimi kuvvetini aşıp da atmosferin dışına gidebilmek için saniyede 11,2 km’lik hızın üstüne ulaşılmalı. Aksi halde gerisin geriye düşersiniz. Bu hıza erişen bir ademoğlu, özel donanımlı uzay kapsülünde değilse, sürtünme katsayısı denilen mefhum dolayısıyla paramparça olur. Ayrıca atmosferin katmanlarında (traposfer, stratosfer vs.) yaşam koşulları uygun değil; hasbelkader oraya ışınlansanız, cızlamı çekmeniz an meselesidir. Dinin bilimle çelişmediğini iddia eden imamlara gülüp geçiyorum. En azından bilimsel bir makalenin yayımlanış esasını incelesinler.
Arabistan Şeyhi Abdülaziz İbn Barj, 1993 yılında yayımladığı fetvayla dünyanın düz olduğunu ilan etmişti; harfiyen katılıyorum ama gülmekten katılıyorum. “İslam’da dinin eleştirilemediğinden” dem vuran Hollandalı parlamenter Madlener yanılıyor. Tanrı hipotezi, dinlerin doğası gereği tartışılamaz; deneylerle ispatlanması, çürütülmesi yasaktır. Boşuna maval okumasın; Hristiyanlığı da biliyorum. Vaktizamanında bir kitapta okumuştum; 16. yüzyılda bir İngiliz, İncil’i İngilizceye çevirmiş, bu cüretinin bedelini yakılarak ödemiş. Papazların yüzyıllar boyunca cadıları günah keçisi yerine koymaları ve zavallı moruklara reva gördükleri işkenceler belleğime kazındı. İncil’de “Cadıları yaşatmak için çabalamayın,” diye hüküm var. Özün sözü, tüm dinler aynıdır.
Galile, “Bilgisizliğin bilime karşı duyduğu kin ve nefretten daha zorlu bir kin ve nefret yoktur,” demiş. Aklıevvel bir filozof, “Din, özgür ve yaratıcı düşüncenin önündeki en büyük handikaptır.” demiş. İlginçtir; bu kanıya varan bilgin ve düşünürlerin sayısı hiç de azımsanamayacak kadar fazla görünüyor. Örneğin tanrısallığı lüpçülüğe indirgeyen Karl Marks, “Din, toplumlara yutturulan bir afyondur.” demiş. Güçlü bir zehir olmakla beraber içinde morfin, kodein benzeri uyuşturucu maddeler bulunan afyonun açıklamasını Afyonkarahisarlılara bırakayım; esrar, eroin ve kokain üzerinde de durmayayım ve sadede geleyim. Allahuteala’ya inanan hafızlar kadar olmasa bile inanmayan dimağlar da var ve pimpiriklik bahsinde hayli başarılılar; hesap kitap işlerine ise beynamaz merkantilistlerin kafaları acayip basıyor. Sivas Madımak Oteli’ni ateşe veren yeşil sarıklı mollaların anatomik ve babatomik yapılarını parça parça yakınlaştırdığımızda, alyuvarlarla akyuvarlarının diyalektik yöntemin müritlerine benzemediğini görebiliyoruz.
Mendel babayla paslaşmayayım, imana geleyim. Tez, antitez ve sentezden oluşan diyalektik fuzuli bir kavgacılıktır; uysallaşalım ve nispeten teferruatsız mutaassıplıklara kafa yoralım. Örneğin sübhanekeyi, ettehüyatüyü ezberlemek daha yaraşır bir şerefliliktir. Allah’ıma şükürler olsun, materyalizm ve örgütçülük safsatalarıyla rehbersiz öğrencilerimizin aklını çelen ve kutuplaşan partizanları birbirleriyle kapıştıran kıpkızıl komünistler yıkık dökük mezarlarında çürüdüler. O çalmış, bu sömürmüş, kartelmiş, artı değermiş, talancılıkmış, kapitalizmmiş, tanrıtanımazlıkmış, modernlikmiş; buna benzer papağanlıklardan bize ne? Alnını secdeye vur, otuz iki rekat namazını kıl; yer yer gaz çıkarırsan yeniden abdest al, içe dönük karakterli dört karıyla evlen, evini halayıkla doldur, durmaksızın padişah macunu ye. Eğer basurun yoksa acı biberden medet um, güçsüzce yatağa uzanan zevcelerini beşer onar kere hamile bırak, kardinalleri telin et, yedi cihana cihat aç ve müminlerin yeryüzünü ele geçirebilmesi için elinden gelen gayreti göster. Olay bundan ibarettir, lakin Mazhar Fuat Özkan grubunun “Mazeretim var, asabiyim ben,” şarkısını dinledikten sonra galeyana gelen bazı psikopat ve sosyopat kardeşlerimiz, din derslerinin zorunlu olmasına da içeriğine de karşı çıkıyorlar. Bacan tütüyorsa, daha ne istersin? İlla zırlayıp çemkirecekler; Allah, monotonluktan sıkılan kaşıntılı sosyalistleri ıslah etsin, âmin!
“Tasavvuf bir bütündür” diyerek diğer dinler, mezhepler ve ateizmin de en az İslam kadar tanıtılması gerektiğini, şeffaf devletin oransız hizmet veremeyeceğini söyleyen zındık kürkçüler, besbelli sırat köprüsünde öbeklenecekler. Sihirlensinler, Gayya kuyusuna düşsünler, beter olsunlar! Âmin! Deccal metafizikçiler sinsileşiyorlar, onları yağlı ipte sallandırmazsanız, elbet pişmiş aşa su katarlar.
Bence, din derslerinin saati artırılsın, ilkokullarda Kur’an-ı Kerim’e hatim indirmeyen sabilere mezuniyet diploması verilmesin, oruç tutmayan kâfirler imsak vaktinde kırbaçlansın, başı açık gezen hatta saçının teli gözüken avratlar falakaya çekilsin, zira din elden gidiyor. Gerçi benim de aklım başımdan gitti ya, salla gitsin!
*Yazar, senolonay@yahoo.com