Madonna’nın, 1989 yılında piyasaya sürdüğü Like a Prayer albümünde yer alan Express Yourself parçası için çekilen video klip, Fritz Lang’ın 1927 yapımı Metropolis filmine göndermelerle doludur. Madonna, erotik öğelerle bezenen klipte, akılla kol gücü arasında araç olan kalbi temsil eden Maria’dır. Bu klip bir zamanlar endüstriyel üretimin temel unsuru olan kas gücünü, bir başka endüstrinin, eğlence endüstrisinin bir nesnesi haline getirirken, bize dönüşen dünyanın izlerini takip edecek bir yol haritası da çiziyor aslında: Buhar gücüyle çalışan makinelerin makineleşmiş endüstriyi doğurması ve makineleşen endüstrinin bugün dördüncü endüstri devrimi adı verilen 4.0 Dijital Devrim’in temellerini atması. Kabaca makineleşme birinci, seri üretim ikinci, üretimin otomasyonu üçüncü endüstri devrimi olarak ifade edilirken, şu an içinde bulunduğumuz iddia edilen dördüncü endüstri devrimi ile akıllı makineler ve sanayinin dijitalleşmesi kastedilmektedir. Sanayinin dijitalleşmesi dendiğinde, yalnızca bir üretim ya da faaliyet değil, bir şirketin tüm çalışma süreçlerinin dijitalleşmesi düşünülmelidir. Makinelerin insanla etkileşiminin öne çıktığı, dijitalleşme çağı da denen bu yeni dönemde, kendi kendini düzenleyen otonom sistemler mümkün olsa da, bu endüstriyi besleyen ve “şimdilik” onun çalıştırıcı/itici gücü hala insan olmasına rağmen, -bu insan endüstriyel kapitalizmin işçisinden farklı olarak- dördüncü endüstrinin ilerlemesi için fiziksel kuvvetini değil, zihinsel potansiyelini zorlamakta ve bugün yaratıcılık, yaratıcı güç bir meta olarak değer görmektedir.
Bugünün işçilerinin elbette kasları var ve hatta bu kaslar hala ekonomik bir değere karşılık geliyor. Ama bu defa değeri, fabrikalardaki makineleri işletmek ya da inşaattaki çimento çuvallarını taşımaktan ileri gelmiyor; onlar artık görsel kültürün, eğlence endüstrisinin birer ürünü olarak değişim değerine sahipler. Üstelik bu kaslar, emekçinin emeği ya da her gün bilgisayar başında klavyeye geçirilen zamanın bir sonucu olarak değil, gym salonlarında harcanan zaman ve paralar sayesinde oluyor.
İnsan, dünyaya bir tür olarak geldiği günden bu yana, doğayla giriştiği mücadelenin en çetrefilli kısmını makinelerin sayesinde kazanmışa benziyor. Galibi olduğunu söyleyebileceğimiz bu mücadele sonunda, ödediği ve bundan sonra ödeyeceği bedeller, belki de kendi türünü kendi elleriyle yok etmesine yol açacak. Bir yandan dünyanın ekosistemi hiç olmadığı bir hızla bozulurken, diğer yanda yaşam alanları ve kaynakları da gün geçtikçe tükenmekte. İnsan bir yanda yaşam alanlarında soluyacağı temiz havayı dahi yitirirken, diğer yanda, Yuval Noah Harari’nin bir söyleşisinde ifade ettiği gibi, çağlar boyunca üstlendiği fizik gücü gerektiren işlerin neredeyse tümünü makinelere devretmesinin sonucu olarak, kendini tarihinde hiç olmadığı kadar değersiz hissetmekte. İnsan bugün, kendi aklının sonucu olan makinenin karşısında değerini yitirmemek ve olmazsa olmaz kalabilmek adına yeteneklerini ve aklını zorluyor.
Özellikle dördüncü endüstri devrimi adı verilen otomatizasyonun gün geçtikçe büyümesi ve gelişmesinin, yapay zeka kullanımının istihdamda küresel bir etkisi var. Yapılan çalışmalar, 20 yıl içinde işlerin %47’sinin makineler tarafından yapılabileceğini göstermekte. Nesta’nın 2015’te “Yaratıcılık Robotlara Karşı” (Creativity versus Robots) başlıklı çalışmasında, yaratıcı sektörün bu tehdidin süresini uzatabileceğini belirtiyor. Örneğin Amerika’da %86, İngiltere’de %87 yüksek yaratıcılık gerektiren işlerin yerini otomatizasyonun/makineleşmenin alma riski yok ya da çok düşük. İngiltere’nin başarı hikayesinin altında tüm ekonomisinin 1/10’unu karşılayan yaratıcı ekonomi yatıyor. Yaratıcı endüstri, robot devriminin sınırında olan dünyada insanın hayatta kalma aracı olacağa benziyor. Kültür ve yaratıcı endüstri ve her geçen gün büyümeye devam eden yaratıcı ekonomi, insana yeni iş sahaları açarken, onu ekonomik bir değer olarak farklı bir biçimde yeniden konumlandırıyor. Böylece insan şimdilik, en azından kısa vadede robot teknolojisinin ve yapay zekanın ulaşamayacağı bir özelliği, yaratıcılığı ile bir süre daha makinenin karşısında üstünlük sağlamışa benziyor. Teknolojik anlamda herhangi bir aletin “ilkel” dediğimiz formunun çok uzun sürmediği göz önüne alınırsa, bundan onlarca yıl sonra, kendi yarattığımız ve “yapay” dediğimiz akılla rekabetimiz şimdiden başlamışa benziyor. Onun karşısında bizi vazgeçilmez yapacak şey ise yaratıcı aklımız olacak.
Kültür ve yaratıcı endüstriler
Yaratıcı olmanın ekonomik bir değere karşılık geldiği günümüzde devletler, Kültür ve Yaratıcı Endüstri’lere (Culture and Creative Industries-CCI) her geçen gün daha fazla yatırım yapmaktalar. Yazar John Howkins bugün fikri olan bir insanın makineyle çalışan ya da makinesi olan bir insandan daha kuvvetli olduğunu ifade ediyor ve 21. yüzyılda ekonomik büyümenin temelinde yaratıcı ekonomi yattığını söylerken, yaratıcı ekonomiyi bu yüzyılın baskın ekonomik biçimi olarak tanıtıyor.[1]
“Yaratıcı endüstriler” kavramının temelleri 1990’lı yıllarda İngiliz hükümetinin politikalarına dayanmaktadır. Hükümet, “Kültür, Medya ve Spor Bölümü”nü (Department of Culture, Media, and Sport-DCMS) ve bu bölümün merkezi faaliyet alanı olan “Yaratıcı Endüstriler Çalışma Kolu”nu kurar. DCMS’in hazırladığı “Yaratıcı Endüstriler Harita Belgesi”ne (Creative Industries Mapping Document) göre yaratıcı endüstriler, bireysel yaratıcılık gerektiren, beceri ve yetenek üzerine temellenen ve iş istihdamı yaratma potansiyeline sahip faaliyetler olarak tanımlanır.[2] Bundan neredeyse 30 yıl önce İngiliz Devleti, Kültür ve Yaratıcı Endüstrileri 21. yüzyılın temel üretim alanı ve hatta petrolün yerini 21. yüzyılda alacak bir güç olarak görmüş ve o zamanlardan itibaren bu sektöre önem vermeye başlamıştır. Bir iddiaya göre petrol, 20. yüzyılın öncelikli yakıtıyken, yaratıcılık 21. yüzyılın yakıtı olacaktır. Bireysel yaratıcılık ve yeteneğe bağlı bilgi birikimi ile büyük bir ekonomiyi oluşturan ve faaliyetleri kültürel değer, sanatsal ve diğer yaratıcı ifadelere dayalı olan tüm sektörleri içine alan Kültür ve Yaratıcı Endüstriler, bugün yaratıcı ekonominin kalbi konumundalar.[3]
Yapılan bir araştırmada, faaliyetleri kültürel değerlere ve/veya sanatsal ve diğer yaratıcı ifadelere dayalı tüm sektörler anlamına gelen Kültür ve Yaratıcı Endüstri sektörleri, özellikle mimari, arşiv ve kütüphane, sanatsal akımlar, görsel/işitsel iletişim araçları (film, televizyon, video oyunları ve multimedya), kültürel miras, tasarım (moda tasarımı dahil), festivaller, müzik, sahne ve gösteri sanatları, kitap ve yayıncılık ve radyoyu kapsamaktadır. Aynı zamanda reklam, yazılım, moda ve mücevher, saat, aksesuar, deri, parfüm, kozmetik, mobilya ve ev eşyaları, araba, tekne, yemek, otel ve boş zaman gibi en yüksek kalitede endüstriler de (high-end industries) bu endüstri alanına girmektedir.[4] “Yaratıcı endüstriler” kavramı kullanılmaya başlandığı günden bu yana, bir yandan sinema gibi yüz yılı aşkın bir süredir süregelen çok eski kültürel faaliyetleri içerirken, bir yandan da özellikle dijital teknolojinin keşfi ve hızla ilerlemesiyle ortaya çıkan faaliyetleri de kapsamaktadır. Örneğin sinema, tiyatro, dans, müzik, görsel sanatlar, televizyon, radyo, fotoğrafı tanımlamak için “kültür endüstri” kavramı zaten kullanılıyordu. Öncelikle Amerika, kültürün büyük bir endüstri olduğunu bildiği için onu geliştirdi, korudu, besledi, teşvik etti ve böylece örneğin film endüstrisi yalnızca Amerikan ekonomisine katkı sağlamakla kalmadı ama aynı zamanda Amerikan kültürünün tüm dünyayı etkilemesine de neden oldu. Kültürün kitleselleşmesi ve bir meta gibi alınıp satılması akademide öncelikle Frankfurt Okulu üyeleri tarafından eleştirildi. Dijital endüstriler her sektörü etkilediği gibi yaratıcı endüstriyi de etkiledi ve bunun sonucunda örneğin sinema 123 yıllık saltanatını değer olarak oyun endüstrisine kaptırdı.
1994 yılında Avustralya Başbakanı Paul Keating tarafından sunulan bir raporda, yürütülen kültürel politikaların aynı zamanda bir ekonomik politika olduğu söylenirken, kültür endüstrilerinin her yıl 13 milyar dolar ürettiği ve kültürün istihdam ettiği dile getirildi. Yaklaşık 336.000 Avustralya vatandaşının kültürle ilgili bir endüstride çalıştığı dile getirildi.[5] Bugün Kültür ve Yaratıcı Endüstri Sektörleri’nde (CCIs) Avrupa’da yaklaşık 12 milyon insan istihdam edilmektedir. Bu rakam toplam ekonomi içinde istihdam edilen tüm insanların %7,5’ine karşılık gelmekte ve bu oran gün geçtikçe artmaktadır. Birlikte yaratma ve kullanıcı odaklı yenilik, yeni dağıtım kanalları, düşük üretim bütçesi ve yeni iş modelleri gibi yeniliğin yeni formlarını Avrupa desteklemektedir. Örneğin “Yaratıcı Ekonomi” (Creative Economy) başlıklı Avrupa Komisyonu’nun bir çerçeve programının (2014-2020) hedefi, Avrupa’nın kültürel ve ekonomik sektörlerini güçlendirmektir. Avrupa Kültür Bakanlığı tarafından kabul edilen “2015-2018 Kültür için Çalışma Planı”nda, kültür politikası yapımında Avrupa Birliği’nin dört ana önceliğinden biri Kültürel ve Yaratıcı Sektörler, Yaratıcı Ekonomi ve yeniliktir.
2016 yılı “Yaratıcı Eyalet Michigan, Yaratıcı Endüstri Raporu” (Creative State Michigan Creative Industries Report) yaratıcı endüstrilerin Michigan’ın ekonomisindeki yerini gösterir. 2014 yılında yaratıcı endüstriler 88.761 kişiyi 10.706 kuruluşta ödedikleri yaklaşık 5 milyar dolarlık maaşla istihdam etmişlerdir. 2011-14 arasında yaratıcı endüstrideki büyüme %1.49 artmıştır.[6] Tüm bu gelişmeler, yaratıcılığın gün geçtikçe küresel ekonomide değerinin arttığı anlamına gelmektedir. Dünyanın gelişmiş ülkelerindeki hükümetler, Kültür ve Yaratıcı Endüstri Sektörleri’nin yalnızca yüksek ekonomik değer ve öneminin farkında değiller ama aynı zamanda toplumsal ve kültürel gelişmede oynadıkları rolün önemini de biliyorlar. Bu sektörlerin diğer endüstrileri geliştirme, canlandırmadaki etkileriyle tüm ekonomide yaratıcılık için katalizör rolü oynadıkları açık.
Yaratıcı sınıf
Yaratıcı ekonomide üç temel kavramdan söz edilmektedir. Bunlar John Howkins’in “yaratıcı endüstriler”, Richard Florida’nın sanatçılar, araştırmacılar ve profesyonelleri kastettiği “yaratıcı sınıf” ve Charles Landry’nin “yaratıcı şehir” kavramları. Richard Florida dünyada kimi kentlerin diğerleriyle kıyaslandığında daha zengin oluşlarının nedenlerini araştırdığı çalışmasında, bunun bu kentlerde çalışan “yaratıcı sınıf”dan kaynaklandığı sonucuna varır. Florida’nın öne sürdüğü “yaratıcı sınıf” kavramı aynı zamanda endüstriyel üretimden yaratıcı üretime geçişteki dönüşümü de gösterir. Böylece yaratıcılığın ekonomik bir değer ve insan yaratıcılığının da sınırsız bir kaynak olduğunu vurgulayan Florida’nın bu yaklaşımı, ekonominin ana kaynağını da göstermiş olur. Bu insanlar mimardır, sanatçıdır, müzisyendir, reklamcıdır, araştırmacıdır, yazardır, girişimcidir, mühendis ve bilim adamıdır ve her biri ekonomik bir değer yaratan bireydir. Florida, 21. yüzyıl başında bu sınıfın Amerikan işgücünün 1/3’ünü temsil ettiğini ve yaratıcı sektör değerinin ülkenin tüm maaş ve gelirlerinin yaklaşık yarısına karşılık geldiğini söyler.[7]
Yaratıcı endüstrilerin temelinde bireysel yaratıcılık yatmakta ve yetenekli ve yaratıcı bireyler başarılı kentlerin hareket ettirici gücünü oluşturmaktadır. Yeni ekonominin yeni sınıfı yükselişte olan bu ekonomik alanı canlı tutacak insanlardan oluşmaktadır. Bu sınıf, yaratıcı ekonominin ana faktörü ve kent sermayesinin de ana göstergesi konumundadır. Ancak bu sınıfın yaşamayı tercih ettiği kentlerde aradıkları özellikleri Florida kısaca 3T dediği yaklaşımla özetler, 3T (yetenek (talent), tolerans (tolerans) ve teknoloji (technology) ekonomik gelişme için gereklidir. 3T kabaca şöyle özetlenebilir: Yaratıcı sınıfın yaratıcı değer yaratması için yetenek gerekir. Bunun yanı sıra teknoloji yalnızca yaratıcı endüstrilerin değil, yeni ekonomilerin itici gücüdür. Dijital teknolojiler ile birlikte gelecek ekonomilerin tamamının dijitalleşmesinden ve küresel bir dijital kültürden bahsedilmektedir. Ancak, ekonomik bir değer olan yaratıcı insanın yaşayacağı ve böylece değer katacağı kentte aradığı kimi özellikler vardır. Bu özelliklere sahip olmak ve böylece yaratıcı sınıfı, insan sermayesini kendilerine çekmek için kentler kıyasıya rekabet içindedir. Zira kentlerin bu insanlara cazip gelmesi için, onların bulunduğu bölgelerin yoğun ve geniş bir emek pazarına sahip olması, iş hareketliliğinin sağlanması için kafeler ve diğer buluşma alanlarının olması ve farklı fikirler, kültürler ve etnik yapıda çeşitlilik ve tolerans, bölgenin ve mekanın kendi kültürünü taşıması, mekanın otantik olması gerekir.[8]
Son söz olarak, İstanbul’un, 2010 kültür başkenti olduğu dönemden bu yana yürütülen ve bir başka yazının konusu olabilecek politikalarla yaratıcı sınıfın gözünde özellikle otantiklik ve kültürel değer olarak edindiği cazibesini yitirmeye başlamasının, bu sınıfın yaşamak ve üretmek için başka kentleri tercih etmesine yol açtığını iddia edebiliriz. Bunun yanında, yetenekli insanların yaratıcılıklarını besleyecek ve yeteneklerinin karşılığını bulabilecekleri şehirleri, bölgeleri tercih etmeleri, aynı zamanda farklıklara ve çeşitliliğe gösterilen toleransla da doğru orantılıdır. Kültüre, kişisel düşünce ve farklılıklara yaşam hakkı tanınmayan bir İstanbul demek, doğrudan küresel ekonomiye entegre olan New York, Paris, Londra gibi şehirlerle rekabet edebilecek gücü olmayan İstanbul demektir. Bu ise, yeni ekonominin motoru olan yetenekli/yaratıcı insanları kaybetmek ve küresel ekonominin gerisinde kalmak anlamına gelir.
[1] John Howkins, The Creative Economy: How People Make money from ideas, (London: Allen Lane, 2001). aktaran, Steven Jay Tepper, Creative Assets and the Changing Economy, The Journal of Arts Management, Law, and Society, Vol. 32, No.2, s. 160
[2] DCMS. Creative Industries Mapping Document, (London 1998).
[3] https://ec.europa.eu/growth/sectors/fashion_en
[4] https://ec.europa.eu/growth/content/boosting-competitiveness-cultural-and-creative-industries-growth-and-jobs-0_en
[5] apo.org.au/node/29704
[6] https://www.creativemany.org/research/2016-creative-industries-report/
[7] Richard Florida, The Rise of Creative Class and How it is Transforming Work, Leisure, Community, and Everyday Life, (New York Basic Books, 2011), 2012.
[8] Hans Westlund, and Calidoni-Lundberg, Federica, “The Creative Class and Social Capital-CESIS (Electronic Working Paper Series), 2007.
*Dilek ÖZHAN KOÇAK
Doç. Dr., İletişim
dilekkocak77@gmail.com