
Dünyada kapitalist pazarın belirlediği üretim tarzı, dolaylı olarak onun motoru olan kapitalistleri, onların tüketim alışkanlıklarını, yaşam tarzlarını ve yaşamlarını sürdürdükleri şehirlerde mesken tuttukları bölgeleri de belirler. Dördüncü endüstri devrimi adı verilen 4.0 Dijital Devrim ve onun yol açtığı yeni pazar olanakları sayesinde doğan ya da daha doğru bir deyişle dönüşen üst ve orta sınıf, önüne “yeni” sıfatı eklenerek “yeniden” tanımlanıyor ve bu “yeni orta sınıf” ve “yeni üst sınıf”ın temsilcileri günümüzün baskın ekonomi ve kültürünün de belirleyicisi olarak karşımıza çıkıyor. Herkese girişimci olabilme olanağı sunan ve girişimciliğe soyunan herkesin ürettiği ürünleri global bir pazarda satışa çıkarabilme olanağı yaratan dijital platform ve alanlar, kimilerinin “yeni küçük burjuvazi”ye[i] benzettiği, kimilerinin “yaratıcı sınıf”[ii], kimilerinin “yeni üst sınıf”a karşılık gelen “Bobo” (burjuva bohem) veya “yeni bohem”[iii], kimilerinin ise “kültürel girişimciler”[iv] dedikleri bir sınıfı, gündelik dilde kullanımıyla son trend ve modaları takip eden yenilikçi anlamına gelen hipster’ları haber veriyor. Aslına bakılırsa hipster’lara, şehirlerde çoğunluğun yaşadığı yerlerde rastlamak pek mümkün değil. Bu, onların zevklerinin, başta yeme-içme alışkanlıkları, giyim kuşam olmak üzere tüm yaşam tarzlarının ortalama ile benzeşmemesinden ileri geliyor. Onlar da bir “üst sınıf” alışkanlığı olan biricikliğin, yalnızca tüketici olarak değil ama aynı zamanda üretici olarak da dünyada eşi benzeri olmayan tatların, kıyafetlerin, mobilyaların, yemeklerin, yerlerin peşindeler. Şehirlerde yaşamlarını sürdürdükleri mekanları kendi ihtiyaç, tarz ve zevklerine uygun olarak yeniden düzenliyorlar.
Şehirlerin yeni soylulaştırıcıları
Onlar aynı zamanda şehirlerin yeni soylulaştırıcıları. Kimimize, şehrin belirli mahallerindeki kafelerde bilgisayarlarıyla zaman öldüren, kimi zaman farklı, bazen de tuhaf giyim ve yeme içme alışkanlıklarıyla göze çarpan, “bu çocuklar yaşamak için parayı nereden kazanıyorlar” dedirten yirmili, otuzlu yaşlardaki bu gençler, ister inanın ister inanmayın, yeni bir üst sınıfın temsilcileri. Bildiğimiz araç, yol ve yöntemlerle üretim yapmıyorlar, iyi okullardan mezun olup, lisans üstü eğitim almalarına ve birkaç dili çok iyi konuşmalarına rağmen örneğin bir iletişim operatör şirketinde veya endüstriyel ürünler geliştiren uluslararası bir firmada, iyi bir pozisyona yerleşip çalışmak yerine, küçük bir kurabiye dükkanı veya yan sokakta ikinci el giysi mağazası açıp, mekanın içine attıkları birkaç masa ve sandalyeyle kahve ve kurabiye satarak, ya da döneminin modası olmuş eski giysiler alıp satarak geçinebiliyorlar. Yaşamlarında bağımsızlık ve özgürlük onlar için öncelikli bir yere sahip ve kendi işlerini yaparak öncelikle bunu mümkün kılıyorlar. Onları tercih edecek potansiyel müşterilerine, “o” mekanda yiyip içtikleri kurabiye ile kahvenin, satın alınan bir “retro” gözlüğün ya da 1970 kışından çıkıp gelmiş bir kazağın dünyada eşi benzeri olmadığını vaat ediyorlar. Onlar, post-endüstriyel çağın üreticilik ve tüketicilik açısından itici motorları ve aynı zamanda şehirlerin soylulaştırılmış mekanlarının yeni sahipleri. O zaman onlara biraz daha yakından bakalım.
Sınıfsal ve mekansal dönüşümler
Ekonomik gelişmenin bildiğimiz yönünü yeniden biçimlendiren, doğal kaynakların, zenginlik yaratma ve ekonomik büyümenin kaynağı olarak fiziksel emeğin, verimliliğinin yerini bilgi ve yaratıcılığın aldığı bu yeni dönemde, yaratıcı ekonominin ve bölgesel gelişimin motoru olan insan sermayesini bir araya getirmesi açısından şehirler her geçen gün artarak önem kazanıyor.[v] Şehirler günümüzde insan sermayesi ya da başka bir ifadeyle yetenek üretiminin kilit unsuru konumundalar. İyi eğitim almış olanlar, şehrin onları besleyen çeşitliliği sayesinde enerjilerini ve fikirlerini yeniliğe dönüştürüp şehrin gelişimine de katkı sağlamış oluyorlar.[vi] Ekonomik gelişmede teknolojiden sonra temel rol oynayan yetenek, insan sermayesi ya da yaratıcı sınıfın ekonomik üretimde kilit unsur olması, bilim adamları, mühendisler, akademisyenler, şairler ve yazarlar, sanatçılar, oyuncular, tasarımcılar, mimarlar gibi meslek sahiplerini ayrıcalıklı bir sınıf olarak konumlandırıyor. Fakat günümüze gelmeden önce 1980’lerden bugüne genel hatlarıyla İstanbul özelinde, orta ve üst sınıfın dönüşüm sürecine, öncelikle mekansal bağlamda çok kısa bir göz atmak gerek.
Yuppi’ler ve Bobo’lar…
1980’lerden sonra, gelişmeye başlayan hizmet sektöründe çalışan ve “yeni orta sınıf” olarak tanımlanan, dünyanın New York gibi önde gelen şehirlerinde “yuppie “olarak adlandırılan, eğlenmeyi ve yaşamayı olduğu kadar çalışmayı da seven, elde ettiği maddi kazançları alışveriş ve kültüre yatırmayı tercih eden genç, şehirli, profesyonel sermaye yöneticilerinden oluşan bir sosyal grup, 1980 sonrası Türkiye’sinde dünya ile bütünleşmeye başlayan ekonomi ile birlikte, bankacılık, reklamcılık, medya, eğitim, gibi yeni ortaya çıkmaya başlayan alanlarda çalışıyordu. “Young Urban Professionals”, yani “genç kentli profesyonelleri”nin kısaltması olan yup 1980’lerde yuppie’ye dönüştü ve bu kavram üniversiteden henüz mezun olmuş, yüksek ücretli işe girmiş ve varlıklı bir yaşam tarzı olan insanları tanımlamak için kullanıldı. Bu kentli yeni zenginler mekansal olarak temiz çevre, ev ve güvenilir yaşam beklentileriyle merkezlerden uydu kentlere gitmeye, buralarda kapısında güvenliği olan, güvenilir, nezih, kendilerine yaraşır ortamlarda yaşamaya başladılar.[vii][1]
1990’lara gelindiğinde, 1980’lere kıyasla dünya ekonomisinde yaşanan durgunluk, hızlı yaşayan yuppie’lerin yerini rahatlığı, yavaşlığı tercih eden, kültüre ve sanata meraklı bir başka sosyal grubu doğurdu. Burjuva bohem’in kısaltması olan “Bobo”lar, burjuva idealleri temsil eden yuppie’lere protest bir tavır benimsediler. Webster sözlüğünde, “bohem değerleri benimseyen ve burjuva yaşamlarına öncülük eden iyi niyetli bir profesyonel sınıfın üyesi” olarak tanımlanan Bobo terimini ilk defa David Brooks 2000 yılında basılan Bobos in Paradise adlı kitabında ortaya attı. Çoğunluğu dotcom milyonerleri, yönetim danışmanları, kültür endüstrisi girişimcilerinden oluşan Bobo’lar kendilerini yuppie’lerden öncelikle yaşam tarzları ve mekansal tercihleriyle farklı kılmaya özen gösterdiler. Formel temiz giyimli, tıraşlı, derli toplu, takım elbiseli yuppie’lerin aksine Bobo’lar enformel, pahalı, markalı ama etiketsiz, salaş kıyafetleri, dağınık saç ve sakalları ile burjuva eğlence biçimleri yerine rock, caz konserlerini, konforlu tatiller yerine, maceracı tatilleri, klasik, mağazalardan alınanlar yerine, bir tarihi olan ya da bir kültürü temsil eden mobilya ve aksesuarları ve yeni, merkezden uzakta, temiz ve güvenli evler ve mekanlar yerine, kentin kozmopolit ve heterojen bölgelerini ve ihtiyaçlarını karşılayacak, onların kültürel beklentilerine karşılık verecek evleri tercih ettiler. Şehir merkezlerini yaşam alanları olarak tercih etmeleri, endüstriyel üretimin ve ekonominin baskın olduğu dönemlerde çoğunlukla bugünün merkezi konumunda yer alan bölgelerde bulunan fabrikalarda çalışan işçi sınıfının yine fabrikaların yakınına konumlandırılan evlerini terk etmelerine yol açtı. Şehir merkezlerinin yeni sahipleri, eski sahiplerini, İstanbul’un çeperlerine doğru sürüklerken, onları yalnızca inşa edilen şehir imgesinin dışında değil ama aynı zamanda gündelik hayatın da dışında bıraktılar. Örneğin Kuzguncuk, Fener, Balat, Galata gibi İstanbul’da eski Osmanlı mahallesi havası taşıyan yerler öncelikli tercihleri oldu. Eski, tarihi dokusu olan, ahşap, harap da olsa merkez mahallelerde yer alan evleri satın alıp, onları yenilediler ve kendi zevklerine göre tasarladılar. Bu soylulaştırıcı sınıf, eski konutların alınıp, yenilenerek, bir başka ifadeyle yeniden üretilerek yüksek fiyata satılması demek olan soylulaştırmayı (gentrification) belli başlı kentlerde ve elbette İstanbul’da da başlattılar. Mutenalaştırma da denen kentsel mekanın dönüşümü kentin fiziksel yapısını dönüştürürken, sosyal yapısında da değişime yol açtı. Mahallenin asıl sakinleri yükselen kiralara ve artan fiyatlara dayanamayarak yer değiştirdiler ve böylece mekanın karakteri ve sosyal dokusu da değişti. Yalnızca yenilenen konutlarıyla değil, kafeleri, galerileri, tasarım marketleri, mağazaları, yeme içme mekanlarıyla eski bir mahalle zamanla yeni sakinlerine hitap eden bir yaşam alanına dönüştü. Böylece sınıfsal olarak kendini artık eski mahallesine ait hissetmeyenler ve artan fiyatlarla da mücadele edemeyecekleri için kent kültürünün çok hissedilmediği şehrin çeperlerine yerleşmeye başlarlar. Kaliteli bir şehir yaşamı ancak parası olanlar için mümkün olmaya başladı.
Hipster mahalleler?
Telegraph’ın İstanbul Seyahat uzmanı Terry Richarson 2017 yılına ait bir yazısında Beyoğlu’nu “dünyanın en hipster yirmi yedi mahallesinden biri” olduğunu belirtmiş. Peki bir mahallenin hipster olması ne anlama geliyor? Hipster kimlere deniyor? Öncelikle kelimenin geçmişine bakarsak hipster ve onunla ilişkili olan “cool” kelimesinin uzun bir geçmişe sahip olduğunu görürüz. Norman Mailer, 1957 yılında yazdığı The White Negro (Beyaz Zenci) yazısında hipster’ı savaş sonrası Amerika’sında homojenleştirici banliyö normlarına karşı, bir yasadışı olarak anlatır. “Cool” olmak, gençlik kültürü ve şehirli Afrikalı-Amerikalı eğilimlerle ilişkilendirilen bir hipster davranışıdır ve yeni bir bireycilik biçimi, içinde otoriteye meydan okumayı ve isyanı barındıran davranışlar sergilemek anlamına geliyordu.
Günümüz hipster’ları
Günümüzde hipster’lar özgür düşünceyi, karşı kültürü, ilerici politikaları, sanat zevkini ve bir plak şirketinin himayesinde değil de kendi yöntemleriyle müziği savunan ve yapan, yaratıcı, zeki insanlardır. Karşı-kültür olarak damgalanmaları, ana akım tüketim alışkanlıklarını ve kültürü reddetmelerinden ileri gelir. Modern kültürde yaşamın rutin yollarını takip etmeyen ve popüler şeyleri reddeden hipster’lar, kültürel olarak temeli olmayan giyim kuşam, yeme, içme, yaşam tarzını reddederler ve sık sık eski kıyafetler, kemikli gözlükler, streç pantolonlar, eski spor ayakkabıları tercih ederler. Kadın, erkek hipster’ların dağınık saç stilleri, kıyafetleri ve hatta vücut ölçüleri birbirine benzer, çoğunlukla sıskadırlar. Stilleri alışılmış olana meydan okur.
İyi eğitimlidirler ve birkaç dil bilirler. Yaratıcı ve analitik düşünme gerektiren sanat, matematik, beşeri ve doğa bilimleri gibi alanlarda başarılıdırlar. Bu yüzden pek çok hipster, müzik, sanat ve moda endüstrisinde iş sahibidir. Yani hipster’ların işsiz olduğu yalnızca bir efsanedir. Büyük şehirlerde eski popüler işçi sınıfının yaşadığı, etnik ve egzotik mahallerde yaşamayı tercih ederler ve böylece buraların soylulaştırılmasına katkıda bulunurlar.[viii] Yeni kültür ekonomisinin yüceltilmiş meslekleri reklamcılık, mimari, sanat, tasarım, bilgisayar yazılımı, film, müzik ve yeni dijital medya alanlarında, yaratıcı endüstrilerde ve kafe, müzik, moda mağazalarında çalışırlar, pop-up dükkanlar açıp, kaparlar. Bunların yanında küçük girişimcilerin meslekleri arasında ısmarlama kuyumcular, zanaatkar fırıncılar, pastaneler ve restoranlar, bağımsız moda tasarımcıları, instagram modelleri, serbest seramik üreticileri, gıda endüstrisi girişimcileri, ısmarlama parfüm ve güzellik ürünler üreticileri, niş mikro bira ve şarap üreticileri, butik çaycılar, şarap ustaları ve garsonları, dövme sanatçıları, geri dönüşümlü moda ve retro mobilya tasarımcıları, iç tasarım danışmanları, dekoratörler, moda stilistleri, baristalar, kahve kültürü menajerleri, paleo ve vegan yiyecek gibi niş lezzet üreticileri, vücut terapistleri, yaşam koçları, sağlık guruları vb. meslek alanları vardır. Bu alanlarda hem üretici, hem de tüketici olarak konumlanmalarıyla karşı kültürü temsil eden kişiler olarak görülseler de,
Theresa May’in dijital ve kültür bakanı Matt Hancock’un dediği gibi “Hipster bir kapitalisttir.” Üstelik tüketici davranışları olarak da üst-sınıf alışkanlıklarına sahip oldukları görülmektedir. Biricik olan lezzetin, giyimin, tatilin, mekanın peşindedirler. Kahveden yemeğine, giyim kuşamdan saç stiline, ürettikleri ve kullandıkları gündelik ürünlere kadar her şey yaratıcılık gerektiren tasarım işleri olduğundan tüketim alışkanlıklarının alt sınıflar tarafından taklidi de zordur.
“Yeni” kapitalistler, soylulaştırılmış mekanların yeni sahipleri
Stephen Pritchard, Guardian’da 2017’de yayınlanan yazısında “Hipster’lar ve sanatçılar kapitalizmin soylulaştırıcı neferleri” derken, onları yeni orta, üst sınıf olarak damgalamış olmaktadır. Yazısında kültürel kapitalizmin her zaman İngiltere’nin “yumuşak gücü” olduğundan bahsetmiştir. Hipster’lar kültürel kapitalizmin ana damarları, neoliberal emek piyasası ve devletin kemer sıkma politikalarına karşı olan, girişimciliğe ve cool’luğa ilgi duyan yalnızca tüketici değil, üretici bir sınıftır. Yarattıkları kültürel mikro işletmelerle, hem ücretli bir çalışan olmaktan kurtulup, bağımsız olabilmekte, hem de sahip oldukları ve edindikleri yetenekleri ve nitelikleri başka alanlara aktarıp, yeni alanlar yaratabilmektedirler. Örneğin güzel sanatlar okuyan bir genç, iyi bir dövmeci olabilmekte, bu alanda kariyer yapabilmekte, kimyagerlikten mezun olan biri, niş biralar üretebilmektedir. Sayıları her geçen gün biraz daha artan bu mikro işletmelerin devletlerin de işine geldiği açıktır, çünkü onlar yaratıcı sınıf olarak ekonomiye yaptıkları katkılarla ayrıcalıklı bir konuma sahiptirler.
Bunun ötesinde bu tür mikro işletmeler, gelişen robotik teknolojiler sayesinde ücretli eleman çalıştırma gereğinin gün geçtikçe azaldığı günümüz dünyasında, eğitimli ve donanımlı insanlar için yeni iş sahaları anlamına geliyor. Dijital devrimden sonra, sosyal medya ve Etsy gibi alanlar ve platformlar bu türden zanaatsal ve sanatsal işlerin küresel anlamda pazarlanabileceği alanları da yaratınca, Scott’a göre, 21. yüzyılın hipster’ları, küçük burjuvazisinin küçük firma sahibi olma ve kendi işinde çalışma gibi eski yönlerini yeniden yaratıyor ve sürdürüyorlar.
Yaratıcılığın en büyük sermaye sayıldığı yeni kapitalist düzende, yeni seçkinler olan hipster’ların global dijital kapitalizm bağlamında yarattıkları bölgesel bir moda trendi ya da sanatsal kültürel bir meta, birkaç hafta içinde küresel bir fenomen haline gelebiliyor. Onlar 4.0 Dijital Devrim’in itici motorları, onlar yetenekleriyle üretimin kilit unsurları. Ancak ortaya çıkan bu mikro işletmeler bağımsızlığın, bireyselliğin, yaratıcılığın, sahip olduğumuz becerilerin bir uzantısı olarak görülmeleriyle olumlu bir izlenim verseler de ve kendi işimizin patronu olma fikri gerçekten özgürlükçü bir özellik olarak görünse de, güvencesizlik, sürekli çalışma gereği, dünyanın her yeriyle ağ kurma zorunluluğu yıpratıcı bir süreçtir. Üstelik pazarlanan tasarım ve yaratıcılık gerektiren bir ürünün küresel düzeyde taklit edilme ve böylece biricikliğini yitirme riski de mevcuttur. Ancak bu yaratıcı sınıf, aynı zamanda global pazarın önce gelen bir ürününü geliştirebilme, ona yeni fonksiyon ve özellikler ekleyebilme gücüne sahip olmasıyla ayrıcalıklı bir konumunu muhafaza etmektedir. Örneğin apple akıllı telefona yüklenen, yaratıcılık gerektiren her yeni özellik, aynı telefonu farklıymış gibi göstererek her yıl sil baştan tüm dünyaya yeniden satışını mümkün kılmaktadır. Ama iphone’a eklenecek o yepyeni, biricik ve benzersiz özellik ancak yaratıcı sınıfın varlığı ile mümkündür. Bu nedenle şehirlerin birbirleriyle rekabetinin ana unsurlarından biri de şehirleri yaratıcı sınıf için cazip hale getirmektir. Bu sınıfın şehirlerdeki varlığı gerek üreticilik, gerekse özellikle turizm ile artan tüketicilikle ekonomik kalkınmayı getirecektir.
NPR Planet Money’in kurucularından Adam Davidson hipster’ları Adam Smith modelinde klasik kapitalistler olarak tanımlarken, onların niş girişimleri ve el sanatları işletmelerini, modern sanayi kapitalizmin bir reddi olarak değil de, daha ziyade endüstriyel dönemin aşırılıklarının mutlu bir şekilde düzeltilmesi olarak yorumlamaktadır. Böylece ve bu sayede Amerikan üreticileri düşük ücretli ucuz mallarla rekabetten kendilerini doğrudan uzaklaştırmayı ve “hiper özel teknolojik ve yaşam tarzı ürünleri sağlamayı” ve onu tüm dünyaya pazarlamayı başarabilmektedirler. Bu nedenle yalnızca Amerika değil, dünyanın önce gelen pek çok ülkesi, bu sınıfa tanıdığı ayrıcalıklarla, ama öncelikle sundukları bağımsız düşünme ve özgür yaşam alanları ile onları kendilerine çekmek için rekabet ederken, uzun vadede elde edecekleri kazançları öngörmektedirler.
*Dilek ÖZHAN KOÇAK
Doç. Dr., İletişim
dilekkocak77@gmail.com
**Oxford sözlüğünde hipster “en son trendleri ve modaları takip eden kişi, özellikle kültürel ana akımın dışında sayılan kişiler” olarak tanımlanıyor.
[1] Bkz. Ayşe
Öncü ve Petra Weyland (der.),
Mekan, Kültür, İktidar-Küreselleşen Kentlerde Yeni Kimlikler, Çev.
Leyla Şimşek, Nilgün Uygun, (İstanbul:
İletişim Yayınları), 2005 ve David Behar ve Tolga İslam
(der.), İstanbul’da “Soylulaştırma”, Eski Kentin Yeni Sahipleri, İstanbul:
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006.
[i] Michael Scott, “‘Hipster Capitalism’ in the Age of Austerity? Polanyi Meets Bourdieu’s New Petite Bourgeoisie”, Cultural Sociology, Vol. 11 (1), ss. 60-76.
[ii] Richard Florida, The Rise of the Creative Class: And How It’s Transforming Work, Leisure, Community and Everyday Life, (Melbourne: Basic Books), 2002.
[iii] David Brooks, Bobos in Paradise: The New Upper Class and How They Got There, (New York: Simon and Schuster), 2010. R. Lloyd, Neo-Bohemia: Art and Commerce in the Post Industrial City, (London: Routledge), 2010.
[iv] C. Leadbeater and K. Oakley, The Independents: Britian’s New Cultural Entrepreneurs, (London: Demos), 1999.
[v] Bkz. Peter Drucker, The Post-Capitalist Society (New York: Harper Business), 1993; and Ikujiro Nonaka and Hirotaka Takeuchi, The Knowledge Creating Company (New York: University Press), 1995.
[vi] [vi] Bkz. Richard Florida, The Rise of the Creative Class: And How It’s Transforming Work, Leisure, Community and Everyday Life, (Melbourne: Basic Books), 2002
[vii] Bkz. Ayşe Öncü ve Petra Weyland (der.), Mekan, Kültür, İktidar-Küreselleşen Kentlerde Yeni Kimlikler, Çev. Leyla Şimşek, Nilgün Uygun, (İstanbul: İletişim Yayınları), 2005 ve David Behar ve Tolga İslam (der.), İstanbul’da “Soylulaştırma”, Eski Kentin Yeni Sahipleri, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006.
[viii] B. Schiermer, “Late Modern Hipsters: New Tendecies in Popular Culture”, Acta Sociologica, 57 (2): 167-181.