images

Dilek KARAFAZLI – Mafya veya Organize Suç Örgütleri

Suç işlemek amacıyla bir araya gelmiş organize bir topluluğu tanımlamada kullanılan „mafya“ terimi, son zamanlarda gündemi fazlaca meşgul etmiş durumda. Bunun en önemli nedeni siyasi ortamı, dili bu kadar açıktan etkileyebiliyor olmasından kaynaklanıyor elbette.  Oysaki çok uzak olmayan bir tarihte mafya denilen toplulukların hükümetlerle gizliden kurduğu ilişkilerin deşifre olması ile gündem olağanüstü sarsılabiliyordu. Toplumun her kesiminde makul olan, suç işlemek üzere bir araya gelmiş bu  örgütlenmelerin hukuki olarak baskılanması, toplumsal açıdan da kınanması yönündeydi. Bugün Türkiye’de durum farklılaştı. Halkın bir kesimi artık hangi siyasi parti ittifaklarına destek verilmesi gerektiğini ünlü organize suç örgütü liderlerinin dudaklarından dökülecek cümlelerinden referans almaya başlayabildi. Bu noktaya nasıl gelindi?

Türkiye’de mafya tipi suç örgütlerinin faaliyet alanları yakın bir tarihe kadar çoğunlukla belli bölgelerde haraç toplayarak gelir elde etmeye dönüktü. Diğer faaliyet alanları arasında arazi, fuhuş, gecekondu, ihale mafyacılığı gibi başlıklar yer alabiliyordu.  Son dönemlerde ise, dar bölgelerdeki bu amaçlarının dışında daha büyük işlerde rol oynayabildikleri görülüyor. Uluslararası kaçakçılık faaliyetlerine kadar uzanan küresel bir güç haline gelebildikleri, yüksek meblağlarda parayı yönetebildikleri, bölgesel çatışma ortamlarında aktif rol üstlenebilen aktörler olarak yerlerini alabildikleri görülüyor. Bu, ciddi bir organizasyon kabiliyetinin yanı sıra, dönemin hükümetleri içindeki bazı yapılarla da özel ilişkiler geliştirmeyi maalesef zorunlu kılabiliyor elbette. Sadece Türkiye’ye özgü olmayan, mafya tipi yapılanmaların barınabildiği her ülkede benzer bir durumun yaşandığı biliniyor.  Küresel ekonomi politikaları, finans kapitalin gelişimi, dudak uçuklatacak ölçüdeki paranın çok çabuk ve kolayca ve çoğunlukla kanunsuz bir şekilde el değiştirmesi de, bu ortamı  yaratan koşullar arasında. Hukuki olmayan yollardan kazanılan paranın, kara paranın aklanması için gerekli araçların, devletlerin gayri resmi bu mekanizmaları kullanması için elverişli yapılar olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. O halde hem Türkiye’de hem de dünyada bir sistem sorunu ile karşı karşıya değil miyiz?

Türkiye’de değişen paradigma ve toplumsal değişim…

Yukarıda sorulan iki sorunun cevabını tarihsel süreçte aramalıyız. Yaşadığımız ülkenin maalesef bir askeri darbeler tarihi var. Bunlar arasında en yakıcı olanı ve üzerinde en çok konuşulanı da elbette 1980 Darbesi oldu. Neoliberal ekonomi politikaların güdümünde yeni bir ekonomik modelin ülkemize dayatılması ve bunun hem siyasi hem de hukuki açıdan belli sonuçlar doğurması, toplum üzerinde de etkili oldu. Mafya tipi örgütlenmelerin artık Türkiye’de de uluslararası hukuk sorunu haline gelmesi ve siyasi iklimi bu kadar açık ve derinden etkileyebilmesinin nedenlerini bu zeminde değerlendirmek gerekir.

Anadolu’nun kırsal kesiminde hüküm süren eşkıyalık, kentleşmeyle birlikte kabadayılığa veya külhanbeyliğe evrildi. Bu ikisi arasındaki özel farkı belirtmek gerekir. Kırsaldaki eşkıya tarzı yapılanmaların en azından büyük bir bölümü devletle, devlet baskısı altında kalan yoksul halk arasındaki halktan yana tavır alan yapılardı. Kentleşme ile birlikte kaçınılmaz olarak büyüyen suç ortamında sözü geçen gruplar –çoğunlukla bireysel kimlikleriyle öne çıkan kişiler-   kabadayılık kavramı ile öne çıkar oldu. Çünkü kapitalin adil olmayan paylaşımı, ezen ve ezilen ilişkisini doğurmuş; belli suçların da gelişmesine zemin oluşturmaya başlamıştı. Yaşadığı topraklardan koparak yaşama tutunmak için kente göç eden insanların  rekabet ortamında barınabilmelerinin koşullarını devlet sağlayamıyorsa kim sağlayacaktı? Zira Türkiye eğitimde, sağlıkta, sanayi üretiminde  korkunç bir kuralsız özelleştirme sarmalına girmeyi tercih etmişti. Paran kadar sağlık, paran kadar eğitim, paran kadar hukuk gerçeğini yadsıyabilir miyiz? Devlet kurumlarının bu anlamda tam bir çöküş yaşadığını söyleyebilmek benim uzmanlık alanım değil, ancak  değeri tartışılmaz Cumhuriyet projesinden ve sosyal devlet ilkesinden çok uzaklara düştüğümüzü söylemek yanlış olmaz. Parası olanın güçlü ve söz sahibi olabildiği ortamlarda, üstelik çoğu zaman kendi sınıfından sıyrılan mafya liderliğine yükselenlere özentinin oluşması anlaşılabilir değil mi? Başına bir iş geldiğinde hukuktan değil de bu yapılardan medet umulması da, elbette bir sistem sorunudur.

Son süreçte ise, kentlerdeki kabadayılık kavramının da evrilerek, yerini kısmen daha organize olmuş ve  faaliyet alanı daha  genişleyen mafya babaları olarak tabir edilen kişilere bırakması dönemi başlamıştır. Yukarıdaki sürece uygun olarak mafya tipi örgütlenmenin ekonomik ve operasyonel etkin  güç olarak  genişleyen faaliyet alanları  ile ülkelerin sistemlerindeki paradigma değişimlerine paralelliği hem siyasi hem de hukuki olarak konuşulmaya devam edecektir.

Dini tarikatlarla  mafyanın eşzamanlı büyümesi tesadüf mü?

Türkiye’nin siyasi  gündemi, ne zamandır belli grupların, -siyasi, dini, paramiliter vb oluşumların- devleti yöneten kişilerce birbirinin yerine  ikame edilmesi ile hep meşgul durumdadır. Henüz yakın bir tarihte  paralel devlet örgütlenmesi olduğu tespit edilen FETÖ terör örgütünün devlete ne dar zarar verdiği ve kurumları ne kadar zayıflattığı ortadayken, hala bu ve benzeri oluşumlara çanak tutulması akıl alır gibi değildir.

Bu bölümde dikkat çekmek istediğim asıl mesele ise, Türkiye’deki sistem sorununun dini tarikatlarla, mafya tipi örgütlenmelerin yeşermesine uygun zemini nasıl yarattığı ve bunun paralellik taşıdığıdır. Hiç kuşku yok ki, gerek dini tarikatlar ve gerekse mafya tipi örgütlenmeler öncelikle desteği geniş halk tabanlarından almaktadırlar. Bu, geniş halk kesimi ile devlet dışı organizasyonların karşılıklı pozitif etkileşimini doğurmaktadır. Halkta taban yaratan grupların etki alanının büyümesi ekonomik olarak da büyümelerinin ön koşuludur. Ekonomik olarak büyüyen yapıların ise siyasi iklimde söz sahibi olma olanakları da giderek artmaktadır. Aslında bir anlamda siyasi erki esir alma durumundadırlar.  Yukarıda açıklamaya çalıştığım ekonomi politik paradigmanın dayatılmasıyla oluşan gelir eşitsizliği, fırsat eşitsizliği, adil olmayan paylaşım değiştiğinde, geniş halk kesiminin kurtuluşu devletin güvenli kurumlarında araması yerine başka  gruplara yönlenmesinin önünün de kesileceği yönündedir. 

Finans kapitalin sistem üzerindeki pervasızlığı ve kontrolden çıkması, dini grupların ya da mafya tipi örgütlenmelerin de yönettiği paranın kontrolünü imkansız kılmaktadır. Üstelik coğrafi açıdan çatışma bölgelerinin geçiş durumundaki Türkiye’de bu daha da önemli bir konudur. 

Yapılması gereken…

Gündem bir suç örgütü liderinin yayınladığı videolarla sarsılırken; üstelik çok büyük bir halk kesimi ülkedeki yolsuzluk, din tüccarlığı, hırsızlık ve  gasp karşısında  hukukun etkisizliğinden şikayet ederken ve nihayet  siyasi çöküşün artık farkındayken, “Adalet Yürüyüşü” gibi bir etkin eylemin mimarı olan ana muhalefetin etkin eylem planlarını tekrar gündemine alması beklenmektedir. Gençlerin, hırsızlığın önüne nasıl geçileceğinin formülünü, gerçek patronun halk olduğu gerçeğini bir suç örgütü lideri olarak yargılanmış birinden duyması çarpıcıdır. Unutmayalım ki, aynı gençler başka bir suç örgütü liderinden de ülkenin bekası ve geleceği için hangi siyasi ittifaklara oy verilmesi gerektiği söylemine maruz kalmış durumdalar.

Siyasi liderlerin bunu ciddiyetle düşünmelerini dilerim.

*Dilek KARAFAZLI
SODEV Üyesi
dilekkarafazli@gmail.com