[huge_it_share]
Siyasal İslam, kendi içinde gerçekten farklı kategorilere ayrılıyor mu? Bu anlayışın, “ılımlı” ve “ılımsız”ı var mı? Şiddet desteklenmediği sürece, çoğulcu demokrasilerde her tür düşünce ve inancın örgütlenmesi doğru olsa da, Siyasal İslam, bir total üzerinden, farklı yöntemlerle örgütlenerek, sonunda “şiddet sarmalı”na teslim mi oluyor? Bu tür çarpıcı sorularla değerlendirmemize başlamamızın nedeni, tartıştığımız zeminde, otosansür ve otokontrolle, nefret söyleminin baskısıyla, demokratik yaşam düzeyimizi her geçen gün gerilettiğimiz bir siyasal iklimin içindeki konumumuzdur. Her ne kadar Türk siyasal yaşamında, farklı siyasetlerin ortak alanı “otoriterlik” olsa da, Fuller’in tarif ettiği “laik olmayan demokrasi” ile Fukuyama’nın “devleti yeniden güçlendiren” revizyonu arasında, Türkiye’nin 1950’lerden sonraki siyasal biçimlenmesini ele alıp, günümüzdeki siyasal durumu analiz etmek gerekiyor.
Soğuk Savaş dönemi, laik Cumhuriyet’e “çok partili yaşam”la, dışa açılan ekonomiyle yansımış olsa da, Batı’nın Türkiye’ye bakışı daha çok Ortadoğu’daki konumu ile ilgili oldu. 12 Mart 1947’de ABD Kongresi’nde kabul edilen Truman Doktrini oylanmadan önce, ABD Başkanı Truman’ın sözlerinin meali her şeyi özetliyordu. “Yunanistan’ı kaybedersek Türkiye’yi, Türkiye’yi kaybedersek tüm bir Ortadoğu’yu kaybetmiş oluruz.” Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü bu bağlamda özellikle Batı’nın Sovyetler’e ve Sovyet yanlısı rejimlere karşı yaklaşımıyla ilgiliydi. İslam, komünizm ve diğer sol ideolojileri elimine etmek için bir araç olarak kullanıldı. Türkiye, İran ve Pakistan, Bağdat Paktı ve CENTO’da yer aldılar. Bu ülkeler Kuzey Kuşağı ülkeleri olarak adlandırıldılar. Yıllar sonra Yeşil Kuşak konsepti bu ülkeler için kullanıldı. Sonuç çok net gözükmektedir. İran 1979’da İslami devrimle kaybedildi. Pakistan’ın durumu Sovyetler’in Afganistan’ı işgali, Sovyet işgali sonrası Mücahitler’in bağımsızlık dönemi ve 11 Eylül 2001’in ardından gerçekleştirilen NATO müdahalesiyle belirsizleşti. Pakistan şimdi Taliban tehdidiyle karşı karşıya. Ya peki Türkiye’nin durumu…
“Ilımlı İslam” dönemleri
AKP Türkiye’de 2002’den beri iktidar partisidir. İslamcı odaklı parti, AB tarafından “Müslüman demokratlar”, AKP tarafından “Ilımlı İslam” kavramıyla tanımlanmıştı. AKP kendisini “muhafazakar demokrat” olarak tarif etti. Bununla birlikte AKP’nin “iç çekirdeği” Milli Görüş siyasal hareketinden gelmektedir. Milli Görüş İslamcı bir harekettir ve hareketin siyasal partileri Anayasa Mahkemesi tarafından defalarca kapatılmıştır.
Erdoğan’ın politikası, yakın ilişkilere sahip olduğu Batılı başkentler tarafından övülmüştür. AKP, iktidarının ilk döneminde AB’ye giriş sürecinin altını çizmiş ve 1 Mart krizine rağmen, Türk-ABD ilişkileri Ilımlı İslam ve Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi içinde değerlendirilmiştir. AKP’nin bakış açısı, Sünni Arap rejimlerine yönelik, Ilımlı İslam bağlamında ele alınmıştır.
AKP’nin 2007’den sonra başlayan ikinci dönemi, Yeni Osmanlıcılık olarak nitelendirilmiştir. Prof. Davutoğlu 2009 yerel seçimleri sonrasında, bir kabine revizyonu sırasında dışişleri bakanlığı görevine atanmış; 2014’te Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilince, kendisi de bizzat Erdoğan tarafından işaret edilerek, AKP Genel Bbaşkanı ve Başbakan olmuştur. Erdoğan’ın Davos çıkışı, yeni Türkiye dış politikası için bir işaret olmuş; AKP ana yaklaşımı için de sanal bir İslami dünya tasarlamıştır. İsrail karşıtı tutum, AKP yetkililerince İslami ülkeler için ortak bir zemin olmuştur. Obama yönetimi, Ortadoğu’daki Arap rejimlerine değişik bir vizyon sergilemeye çalışmıştır.
2009, Obama’nın ABD başkanlığını, oğul Bush’tan devraldığı tarihtir. Obama göreve gelir gelmez öncelikle Ürdün kralı Abdullah’ı, Arap Barış Planı’nı ifade etmesi için cesaretlendirmiştir. Plana göre, İsrail 1967 sınırlarına çekilirse Arap ülkeleri tarafından tanınacak, kalıcı barışın temelleri atılacaktı. Söz konusu plan 2007’de Riyad’da düzenlenen Arap Birliği Zirvesi’nde revize edilmişti. Ne var ki, Netanyahu Hükümeti planı reddetmiştir. Öte yandan Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleri, Eylül 2010’dan sonra, tekrar başlatılmıştır. Obama, Beyaz Saray’da tarafların katıldığı toplantıdan sonra, Ortadoğu Barış Süreci’nin kalıcı olabileceğini sanmıştı; ancak başarısız oldu. Obama, AKP yönetimini Netanyahu hükümetiyle siyasal anlamda çatışması için adeta teşvik etti. ABD Başkanı’nın yol haritasında bir hesap hatası daha vardı. Çünkü “Mavi Marmara” olayı, iki ABD müttefiki arasında sıcak bir savaşa neden olabilirdi.
Obama’nın yeni gündemi, ABD politikası açısından belirsiz bir ortam yaratmıştı. Kendisinin Irak ve Afganistan’dan asker çekmekle ilgili vaatleri biliniyordu. Türkiye’ye 2009’da yaptığı ziyarette, AKP’ye “model ortaklık” adı altında bir öneride bulundu. Fakat bu, gerçekte Ilımlı İslam’ın tazelendiği bir uygulama olarak değerlendirilebilir. Ancak bu sefer ılımlı ve İslam sözcükleri kullanılmadı. Yine de bu, “ikinci Ilımlı İslam” uygulaması olarak ele alınabilirdi. ABD Başkanı, Nisan 2009’da, Beyaz Saray’da Müslüman Kardeşler (İhvan) ile temas gerçekleştirmişti. Sünni Arap rejimlerindeki dönüşüm, Obama için tuhaf değildi. İhvan’ın ılımlı kanadına mensup üyelerle el sıkışmıştı. AKP İhvan’a sempatisini, isimsiz bir Ilımlı İslam politikasıyla gösterdi. Gerçeklik bize, radikal İslam’ın ‘Ortadoğu’nun gerçeği’ olduğunu işaret ediyor. Otoriter İslamcı rejimler eğer kurulabilmiş olsalardı, Mursi örneğinde olduğu gibi, taktiksel olarak kısa vadede ABD’ye dostça davranabilirlerdi. AKP’nin adımları, bölgede İslami kimlik kurmakla ilgili görülmelidir.
Tunus ve Mısır’ın 2011’den sonraki durumu, yarı modern tiranlıkların yerine İslamcı tiranlıkların kurulma potansiyelini göstermiştir. Tunus’ta laikler ve İslamcılar, şimdilik ortak bir anayasa ve siyasal rejim yüzeyinde anlaşsa da, Mısır’da 2013’teki askeri darbeyle, doğrudan askeri vesayet kendisi ortaya koymuştur. Bu bağlamda, AKP, “ikinci Ilımlı İslam” döneminde, Suriye politikası dahil, İhvan’ın çeşitli versiyonlarıyla bir bölgesel vesayet girişimi olmuştur. 2015 itibarıyla, bölgesel vesayet planları bir bir çökmüş, Esad’a tahammül etmeyi tercih eden Batı, IŞİD tehdidine daha fazla önem vermek zorunda kalmıştır. Bu da AKP’nin Suriye politikasındaki göstergeyle, Ortadoğu siyasasının iflasını göstermektedir.
AKP’nin siyasal İslamcı-Osmanlıcı vesayet kumarı…
Ortadoğu haritası İkinci Dünya Savaşı sırasında sömürgeci güçler tarafından çizilmiştir. Sykes-Picot anlaşması ve San Remo Konferansı’nda, yeni Ortadoğu mandaları belirlenmiştir. Günümüzde hala bu haritaları kullanıyoruz. Mandalar yarı-bağımsızlıkla birlikte krallıklara dönüşmüştür. İkinci Dünya Savaşı sonrası, dekolonyalizm dönemi olarak nitelendirilmiştir. Krallıkların yerine BAAS rejimleri, askeri darbelerle gelmiştir. Mısır bu durumda işaret edicidir. BAAS ideolojisi milliyetçilik, sosyalizm ve dini inançların bir karışımıdır. Öncelikle BAAS rejimleri İslam’ı Arap inancı olarak vurgulamıştır. Nasır askeri darbeyle gelmiştir. Kral Faruk askerler tarafından devrilmiştir. 1952’den beri ordu, Sedat ve Mübarek dönemleri de dahil, ana belirleyicidir.
Sömürge haritaları ve sömürgecilik sonrası haritalar bir çelişki yaratmıştır. Yarı-modern tiranlar toprak ağalarıyla, dini önderler ve kabile liderleriyle anlaşmayı tercih etmişlerdir. Böylece feodal güçler tiranlarla işbirliği yaparak, kapitalizmi ve demokrasiyi engellemişlerdir. İslamcılık, feodal güçlerden korunmak ve tiranlara karşı olmak için bir kurtuluş olarak gözükmüştür.
Obama’nın yaklaşımı İslamcılık’ı ve AKP’yi cesaretlendirmiştir. ABD liderinin İhvan üyelerini Beyaz Saray’da ağırlaması ve aynı ay içinde Türkiye’yi “model ortaklık” içinde değerlendirmesiyle, “ikinci Ilımlı İslam” uygulamasının, birincisinden daha farklı olduğu anlaşılmıştır. Birinci dönemde AKP, Sünni Arap rejimlerine Batı odaklı bir bölge için model olarak düşünülmüştür. Bugün, militan örgütlerin “ılımlı adamları” kalıcı işbirliği için değerlendirilmektedir.
Mısır’da Mübarek’in görevinden 11 Şubat 2011’de istifa etmesinden sonra 2012’de İhvan’ın desteklediği Mursi’nin işbaşına gelip 2013’te askeri darbeyle devrilmesi, AKP’nin İslamcı politikalarında ciddi bir hayal kırıklığına ve öfkeye yol açmıştır. Mısır’ın durumu Tunus’tan daha önemli hale gelmiştir. Mısır, Arap ülkelerine yönelik açık bir potansiyeline sahiptir. İsrail’le ilişkileri vardır, İsrail’le Hamas’a karşı işbirliğini korumaktadır ve enerji kaynakları üzerinde bulunmaktadır. Süveyş Kanalı’nın durumu, Sina yarımadasının güvenliği, stratejik bir açmaza girmiştir. Mursi döneminde Sina yarımadası, Libya’yla birlikte, İslamcı militanların eğitilip dünyanın çeşitli ülkelerine gönderildiği bir “terör merkezi”ne dönüşmüştür.
Erdoğan’ın söylemi o dönemde, aynı zamanda Mübarek’i hedef almıştır. Mısır ve Filistin Otoritesi’nin İsrail’le işbirliğini deşifre eden Wikileaks belgelerini vurgulamıştır. AKP’nin dış politikasında ilginç bir ortam vardır. AKP; Filistin’de Hamas’ı, Mısır’da 2012-2013 arasında İhvan’ı desteklemiştir. 2011’den sonra Suriye’de IŞİD türündeki örgütlere göz yumduğu iddia edilmiştir. Batı’yla çıpaları hızla zayıflayan siyasal iktidar hakkında, “Batı ekseni kapanmıştır” demek için daha beklemek gerekmektedir. Türkiye hala NATO’dadır, ABD müttefikidir ve İsrail’le düşük yoğunluğa rağmen ilişkilerini sona erdirmemiştir.
Bu bağlamda şu soru gündeme getirilebilir: Militan İslamcı örgütler ve bu arada IŞİD türü oluşumlar, BAAS rejimleri gibi Batı karşıtlığı ve diktatörlükler bağlamında, yeni Ortadoğu düzeninde bir işleve sahip olacak mıdır?
Sonuç: Ilımlı İslam’ın dış politikasında hedef iç siyaset
AKP’nin ve TC dış politikasının temel parametreleri yapısal olarak birbirine uymamaktadır. İslamcılık ideolojisi AKP’nin Ortadoğu ve Balkanlar’da ana rotasını çizmektedir. Orta Asya, gözlemlendiği kadarıyla, AKP yetkilileri tarafından ele alınmamaktadır. Prof.Davutoğlu’nun pergeliyle çizdiği “stratejik derinlik”te, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya hatta ihmal edilen Orta Asya’da “periferi” kurma tasarımları vardır. Orta Asya’da Rusya, Balkanlar’da ABD-AB-Rusya nüfuzlarına dokunmaya cesaret etmeyen AKP, tartışmalara karşın, kendince uygun oyun alanını Ortadoğu’da bulmaktadır. Bu bağlamda, ulus-devlet yapısını geride bırakmış, İslamcı bir Ortadoğu konfederasyonu, Türkiye’nin bölgesel hükümranlığı, şimdilik gerçekçi gözükmese de, AKP’nin İslamcı ütopyasında önemli bir yer kaplamaktadır. Davutoğlu’nun 25 Ocak 2015’te AKP Diyarbakır İl Kongresi’nde yaptığı konuşma dikkat çekicidir. Başbakan, parti lideri sıfatıyla yaptığı kongre söylevinde, Ortadoğu’daki ana unsurları, Araplar, Kürtler ve Türkler olarak ele almış, söz konusu farklılıkları birleştiren ana bağ olarak yine İslam’ı ortaya koymuştur. AKP Diyarbakır İl Kongresi’nden önce Charlie Hebdo dergisindeki Hz. Muhammed karikatürlerini hedef alan İslamcı mitingde, Türkiye’deki Hizbullah’ı öven sloganlar dikkat çekmiştir. Davutoğlu, sloganlara değinmeden, mitingi övmüştür. Paris yürüyüşüne katılan Davutoğlu’nun aynı dergiyi hedef alan, agresif söylemi, hem çelişkileri, hem de içinde bulundukları açmazı akla getirmektedir.
Öte yandan Türkiye -değindiğimiz üzere- ABD müttefiki, NATO üyesi, AB katılım sürecinde ve Avrupa Konseyi üyesidir. Bu temel, kurumsal ilişkiler olarak değerlendirilmektedir. Türkiye’nin Batı eksenindeki konumunu ifade etmeye çalışırken, militan örgütlerin terör uygulamaları “politik diyalog”la mı yatıştırılacaktır? AKP’nin İslamcılığı, Obama’yla İslamcı örgütlerle diplomasi ve siyasal işbirliği bağlamında buluşmuştur. Ne var ki, “Arap uyanışı”ndaki İhvan otoriterliği, “Charlie Hebdo” saldırısı sonrasındaki iklim, AKP açısından, bir final fotoğrafını ete kemiğe büründürmektedir.
Oysa özellikle Charlie Hebdo saldırısından sonra da kaydedildiği gibi, Avrupa’da “yeni bir uygarlık”, aydınlanma ve laiklik üzerine, yeniden inşa edilmektedir. Siyasal İslamcı yapının kendince talihsizliği, zamanın ruhuna ters düşen bir konuma hızla sürüklenmesidir. Charlie Hebdo saldırısına “ama”larla mazeret aramak, yaşananlara İslamofobi başlığı üzerinden ve sadece “mağduriyet”e dayalı gerekçe aramak, içine düştükleri süreci özetlemektedir. Cumhuriyet gazetesinin, Charlie Hebdo seçkisini dayanışma amacıyla paylaşmasının ardından, gazete önüne gelen, tehdit, hakaret ve nefret söylemi içerikli sloganlarını atan “muntazam güçler”, siyasal iktidar tarafından, bizzat başbakanca “haklı” görülmüş; gazete, korunma bahanesiyle, günlerde “polis kuşatması” altında kalmıştır. Hem de, gazete seçkiyi yayınlamadan önce, savcılıkça gönderilen “kolluk kuvvetleri”nin “makul şüphe” gerekçesiyle, gazetenin dağıtımını durdurma girişimi, anlatılacak bir olay değildir. İktidarın yönlendirdiği medya, benzer bir “linç girişimi”ni 26 Ocak 2015’te CHP’li Kadıköy Belediyesi’ne uygulamaya çalışmış; belediye, yayın organında Charlie Hebdo seçkisinden bölümler yayınladığı bahanesiyle, adeta İslamcı partizan medyanın “teşhir direği”ne oturtulmuştur. Avrupa, yeni uygarlığını inşa ederken, Siyasal İslam, tahammülsüzlüğün, agresif siyasetin ve dinlerin ruhuna aykırı olarak, nefret söyleminin içine doğru sürüklenmektedir.
Uzun süreler boyunca, Türkiye medyası AKP dış politikasının “yükselen yıldız” ve “bölgesel güç” olarak pazarlanmasında temel bir araç olmuştur. İslamcı söylem, Yeni Osmanlıcılık’la kamufle edilerek ihraç edilmeye çalışılmıştır. Siyasal muhalefet ve eleştirel medya bu propaganda yoluyla bastırılabilmiştir. Bazı Batılı medya unsurları da İslamcı propagandaya hizmet etmiştir. Yeni bir sanal gerçeklik inşa edilmiştir. Propagandaya rağmen, otoriter rejimler gündeme gelmektedir. İktidar partisi dış politikayı hemen hemen bir parti propagandası olarak kullanmakta ve iç kamuoyunu hedeflemektedir. “One minute” siyasal ve ideolojik bir malzeme olarak ele alınmaktadır.
Aynı zamanda sosyal ağlar yeni bir toplum inşa etmektedir. Bu bağlamda Olivier Roy yeni köktenciliği, yeni bir gerçeklik yaratmakla ilişkilendirmektedir: “Yeni köktencilik alternatif bir grup kimliği sağlayarak, inanan kişinin bireysel yaşamını etkilememekte, tamamıyla gerçek sosyal temeli olmayan bir toplum imgelemektedir. Sosyal ağlar Gramsci’nin ‘gerçeklik rejimi’yle bağlantılı yeni gerçekliğe hizmet etmektedir.”
AKP iktidarının siyasal İslamcı politikasında İran’la ilişkiler, yakınlaşma ve rekabet çelişkisi çerçevesinde ilerlemektedir. Türkiye’de kitlelerin hızla muhafazakarlaşması, Türk-İran ilişkilerini kolaylaştırmaktadır. Ne var ki Türkiye, İran sorununda özellikle nükleer konularda Batı pozisyonunu koruması için, AB ve ABD tarafından ikaz edilmiştir. Erdoğan başbakanken İran’la doğal gazı da içeren anlaşmalar yapmış, ikili ekonomik ilişkilerin hacminin arttırılacağını vaat etmiştir. Aynı zamanda, Suriye-Irak, Lübnan ve Yemen politikalarında, Türkiye ve İran, hem ters düşmüş, hem de bölgesel rekabeti, bu akslar üzerinden devam ettirmiştir.
Türkiye için NATO üyesi olarak Ortadoğu yüzeyinde son yıllarda iki konu başlığı öne çıkmıştır. 2010’daki stratejik konseptte, Kitle İmha Silahları’nın geliştirilmesinin önlenmesi (9. paragraf) ve terörizmle mücadele vurgulanmaktadır. (10. paragraf)
İran kendi tecridini kırmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin Ortadoğu’daki çabaları, Sünni Arap rejimleriyle çelişkilere yol açabilir. Suriye-İran ittifakı ayırt edicidir. İran’ın Ahmedinejad dönemindeki İsrail’i haritadan silme tehdidi, ambargoları Türkiye aracılığıyla delme girişimine neden olan iddialar, son dönemde ABD’yle diyalogunu geliştiren İran açısından, dikkat çeken değişimleri yansıtmaktadır. Sözgelimi IŞİD konusunda, İran-ABD benzer duyarlığı paylaşırken, İran’ın en önemli müttefiki Esad’a karşı, bir önceki sürümden kalan politikasıyla AKP, bölgesel-küresel yüzeyde yabancılaşmıştır.
Sonunda AKP’nin İslamcı odaklı söylemi, Mısır’da olduğu gibi, Arap rejimleriyle de çatışmaktadır. AKP, “One minute”den beri Arap sokağına seslenmekte ve Arap rejimlerinin duyarlılığını elimine etmektedir. AKP’ye göre, İslamcı rejimler ABD’ye, göreli seküler rejimlerden daha iyi hizmet edebilirdi. Şimdi de, Batı’ya meydan okuyan bir İslamcı söylem, popülist bir tarzla gündeme getirilmektedir.
Siyasal İslam, yeniden inşa edilen uygarlık sürecinde, “stratejik derinlik” raporunu, bir bakıma kendi kendini tasfiye ederek finalize etmektedir.
Kaynakça
Adress of the President of the United States, 80th Congress, 1st Session, House of Representatives, Document no:171, March 12, 1947. “Recommendation of Assistance to Greece and Turkey.” http://www.trumanlibrary.org/whistlestop/study_collections/doctrine/large/documents/pdfs/5-9.pdf#zoom=100
Barel Zvi and Issacharoff Avi, “Obama met Muslim Brotherhood members in U.S”, Haaretz, June 4, 2009. http://www.haaretz.com/news/obama-met-muslim-brotherhood-members-in-u-s-1.277306
Euronews, Islam expert Nilüfer Göle: ‘a new Europe where Muslims play a great role’, January 14, 2015, http://www.euronews.com/2015/01/14/islam-expert-nilufer-gole-a-new-europe-where-muslims-play-a-great-role/
Mishra Pankaj, “After the Paris attacks: It’s time for the new Enlightenment”, The Guardian, January 20, 2015. http://www.theguardian.com/news/2015/jan/20/-sp-after-paris-its-time-for-new-enlightenment
Neumann Elisabeth Noelle, The Spiral of Silence: Public Opinion – Our Social Skin, University of Chicago Press, 1993.
Roy Olivier , Globalised Islam: The Search for a New Ummah, C Hurst and Co, London, 2004.
Runningen Roger, “Obama, Abdullah Give Support for Two-State Process”, Bloomberg.com, April 21, 2009. http://news.yahoo.com/s/bloomberg/20090421/pl_bloomberg/akhoi6dtewgm
Sevimay Devrim, “Asıl Mesele Sadakanın Politik İktisadı”, (interview with Prof.Bugra), Milliyet, February 23, 2009. http://www.milliyet.com.tr/Guncel/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1063049&Date=23.02.2009&b=
“Strategic Concept For the Defence and Security of The Members of the North Atlantic Treaty
Organisation”, Adopted by Heads of State and Government in Lisbon, The Security Environment, 9-10. paragraphs, Nov. 19, 2010, http://www.nato.int/cps/en/natolive/official_texts_68580.html
*Dr.Deniz Tansi,
Siyaset Bilimci,
dtansi@yeditepe.edu.tr