Suriye’de 3. yılını dolduracak “iç savaş”ta, kesin bir sonuç alınmamakla birlikte, Batı açısından “Esad’lı formüller” daha fazla tercih edilmeye başlandı. Siyasal iktidarın ezberi ciddi bir biçimde bozuldu. Bir yandan yakalanan tırlarla ilgili çeşitli spekülasyonlar; öte yandan Suriye’deki muhalif gruplara silah, para yardımı yapıldığı savları; hatta militanların ülkemizde askeri eğitim aldığı iddiaları, Batı medyası tarafından uzun bir zamandan beri gündeme getiriliyor.
Türkiye’nin hesap hataları
“Ne olursa olsun Esad gitsin” tutumundaki Batı için, özellikle El Kaide türü yapılanmaların güç ve toprak kazanması, Esad sonrası formüllerde “devletsiz yapı” olasılıklarının ağırlık kazanması, Batı karşıtı parça yapıların tümden bir bölgesel istikrarsızlığa dönüşmesi endişelerini arttırdı. Bu bağlamda Esad, deyim yerindeyse, Batı tarafından “ehven-i şer” sayılırken, 3 yıldan beri süren kaosun nasıl “kontrol altına alınabileceği” senaryoları tartışılmaya başladı. Özellikle AKP iktidarı zemininde “Ilımlı İslam” denemesinden ve AKP’den vazgeçildiği algısı, bir bakıma Suriye’deki gelişmelerde, siyasal iktidarı hem ortada bıraktı hem de “günah keçisi” olmasını beraberinde getirdi.
Suriye’deki son gelişmelerde, Doğu Akdeniz’den Basra’ya uzanan bir alanı etkileyecek önemli değişimlerin olduğunu kaydetmek gerekmektedir. Erdoğan yönetiminin “Esad gitsin, İhvan gelsin” siyasası, iflas eden bir bilançoyu ortaya koydu. En önemli hesap hatası Suriye Kürtleri üzerinde oldu. AKP, Suriye Kürtleri’ni Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Barzani’nin kontrolündeki Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin (SKUK) vesayetine girmesi için teşvik ederken, PKK’nın eşgüdümündeki PYD’nin -Batı Kürt bölgesi anlamında kullanılan- Rojava’da 3 bölge üzerinde “özerklik” ilan etmesi, altını çizdiğimiz hesap hatasını pekiştirdi.
Siyasal iktidarın bir başka öngörüsüzlüğü ise El Kaide’nin uzantısı olan örgütler üzerinde gerçekleşti. Buradaki “paralel El Kaide yapılanmaları”, El Nusra ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak gündeme geldi. “Paralel” dememizin nedeni, iki örgütün birbirleriyle silahlı çatışmaya girecek bir zıtlaşma içine girmesidir. El Nusra ve IŞİD, Suriye’de farklı toprak parçaları üzerinde egemenlik yarışına girerken IŞİD, Felluce-Tuzhurmatu hattında ayrı bir hükümranlık içine girmeye başladı. Suriye-Irak hattında değişik örgütler iç içe girerken, “Esad sonrası”nın aynı zamanda “Suriye sonrası” anlamına gelecek olması, Batı’nın vurguladığımız zeminde “Esad’lı formüller”e ihtiyatlı da olsa olumlu yaklaşımını sağladı.
Yeni girişimler, yeni gelişmeler
İran cephesinde ise, Suriye’de Esad, Lübnan’da Hizbullah önemli siyasal müttefikler olarak korunmakta, Esad’ın “kalıcı olması” için İslam Cumhuriyeti, elinden gelen çabayı göstermektedir. Rusya’nın Suriye politikasındaki kararlılığı da, Esad’ın siyasal konumunu güçlendiren unsurlar olmuştur. Tüm bu karmaşık coğrafyada, Doğu Akdeniz’deki ekonomi-politik, gözlerden kaçmaktadır. Esad’ın; “Suriye sonrası” formüllerde, Şam-Lazkiye alanında bir Nusayri devletinin başında kalması ihtimali, aynı zamanda Rusya’nın Tartus’daki deniz üssünün de bu zeminde kalması, Hizbullah’ın Lübnan’daki konumu, İran ve Rusya’nın Doğu Akdeniz müttefiklerini ifade etmektedir. Peki Batı’nın Doğu Akdeniz ajandasında neler var?
İki farklı inisiyatif, Doğu Akdeniz’deki Batı stratejisinin ipuçlarını vermektedir. Kıbrıs müzakerelerinin başlaması ve İsrail’le yaşanan krizde, “özür”den sonra ikinci maddede yani “tazminat”ta uzlaşıya yaklaşılması sinyalleri, bu bağlamda iyi değerlendirilmelidir. İsrail’den talep edilen 3. maddede ise İsrail’in çekinceleri vardır. Zira 3. madde Gazze’ye yönelik “deniz ablukası”nın kaldırılması talebi, tam da Doğu Akdeniz’deki stratejiler çakışırken, önemli bir pazarlığı da içinde barındırmaktadır. Batı endeksli enerji stratejilerinde, Kıbrıs açıklarındaki enerji yatakları, İsrail’in Hayfa kenti açıklarındaki doğal gaz kaynakları, bu bölgedeki enerjinin Batı piyasalarına güvenli ulaştırılması gereksinimini ortaya çıkarmaktadır. Eğer “federal Kıbrıs” hedefine ulaşılırsa, hem Türkiye-Yunanistan, hem de Türkiye-İsrail işbirliği sağlamlaştırılacak; İsrail-“federal Kıbrıs”, İsrail-Yunanistan ilişkileri de bu zeminde Batı için önemli bir derinliği ortaya koyacaktır.
İşte bu yüzden Suriye’de daha önceden denenen birtakım uygulamalar zaman aşımına uğramıştır. Ilımlı İslam denemesinden vazgeçilmesine karşın, söz konusu akımın desteklenmesiyle Türkiye’de iktidara gelmiş siyasal yapı, Batı’nın desteklediği siyasaların içinde yer alarak, yeni dönemde, Batı’ya karşı bir bölgesel güç olmaktan ziyade Batı’nın sponsorluğundaki projelerde yer alan bir bölgesel oyuncu olmaya ikna olmakta mıdır?
Suriye-İran-Rusya Doğu Akdeniz’de bir tarafken, Türkiye-İsrail-Yunanistan-AB-ABD bir başka tarafı mı belirtecektir? Sorunun yanıtı Kıbrıs’ın güneyinden Kuzey Afrika’ya uzanan “münhasır ekonomik bölgelerde”, buralardaki enerji rekabetinde, İsrail doğal gazının Batı’ya ulaştırılması zorunluluğundadır. O yüzden, Suriye’ye bir de bu açıdan bakmak ve çözümlemek daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır.
*Deniz Tansi, Yeditepe Üniversitesi
Kamu Yönetimi Bölüm Başkan Yardımcısı,
dtansi@yeditepe.edu.tr