Altan Ertürk*
1995 yılı, hem Türkiye hem Avrupa hem de benim için önemli değişim ve gelişmelerin yaşandığı bir yıldı. 24 yaşındaydım ve o yılın Ocak ayında, hayatımın 3 yıla yakın bir dönemini geçireceğim Fransa’ya gelmiştim. 1 Ocak 1995’te Avrupa Topluluğu dönem başkanlığı Fransa’ya geçmişti ve aynı tarihte İsveç, Finlandiya ve Avusturya’nın Avrupa Topluluğu’na üyelik kararları yürürlüğe girmişti.
Fransa’ya gelişimin henüz 2. ayıydı; Avrupa Birliği ile Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren yürürlüğe girmek üzere Gümrük Birliği Anlaşması imzalandı. Bu karar, işlenmemiş tarım ürünleri dışında tüm sanayi mallarının Türkiye ile Avrupa Topluluğu arasında serbest dolaşımı esasına dayanıyor olup aynı zamanda Türkiye’nin, Avrupa Topluluğu ortak dış ticaret politikasını benimsemesini öngörüyordu. Ben de o yıl Fransa’da, Avrupa ile Türkiye arasındaki ticari ilişkilerde danışmanlık hizmeti veren Türk Fransız Ticaret Konseyi’ni (CCFT – Conseil Commercial Franco Turc) kurmuştum.
Fransız cumhurbaşkanlığı yarışları
1995 yılının ilk ayları Fransa’da seçim rüzgarının da sert estiği dönemlerdi. 1981’den beri cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan François Mitterand’ın görev süresi Mayıs 1995’te doluyordu. 14 yıldır cumhurbaşkanlığı yapan Sosyalist Parti lideri, yürütme erkini zaman zaman sağ hükümetlerle paylaşmak zorunda kalmış olsa bile, 5. Cumhuriyet’in en uzun süre başkanlığını yapan kişi olma rekorunu da kırarak, Fransa’da ve Avrupa’da solun iktidarı açısından da önemli olan bir kaleyi elinde tutmuştu.
1995 yılında Sosyalist partinin adayı Lionel Jospin, sağın adayları ise Jacques Chirac ve İzmir doğumlu Ermeni asıllı politikacı Edouard Balladur idi. Tam 2 yıl önce, 1993 yılındaki genel seçimlerde UDF/RPR sağ ittifakı, seçimi ezici bir üstünlükle kazanıp yasama meclisindeki 577 sandalyenin 472’sini elde etmeyi başarmıştı (%82). 1977 yılından beri Paris Belediye Başkanlığı görevinde bulunan Jacques Chirac, Cumhurbaşkanı Mitterand’ın döneminde hükümetin başına geçmek istememiş, kendisi 2 sene sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanırken yakın arkadaşı Edouard Balladur ile -cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmayacağı sözü karşılığında- onun başbakanlığı konusunda anlaşmıştı.
Fakat 1995 yılında seçimlere 4 ay kala Balladur, Chirac’a karşı sözünü tutmayıp cumhurbaşkanlığına da adaylığını koymuştu. 1995 Ocak ayı sonunda yapılan anketler Balladur’u Chirac’ın da Jospin’in de cumhurbaşkanlığı seçiminin favorisi gösteriyordu. 1,5 ay içinde Chirac, Balladur’un kullandığı ve neoliberalizmin ideolojisi olarak tanımlanan “pensée unique” (tek düşünce) politikalarını eleştiren ve ülke siyasal yaşamının demokratikleştirilmesine ve sosyal adaletsizliğe karşı mücadeleye öncelik vereceğini vadeden söylemlerle Balladur ile arasındaki farkı kapattı.
23 Nisan’da yapılan 1. tur seçimlerinde sosyalist parti adayı Lionel Jospin %23 oyla birinci, Jacques Chirac %20 oyla ikinci olarak 2. tura kaldılar. Balladour ise %18,5 oy ile 3. oldu ve seçimi kaybetti. İlk turda sol oyların oranı toplam %41; sağ oyların oranı ise toplam %59 olmuştu. İkinci turda Jospin, sağdan oy almayı başarmış olsa bile, bu, ona yetmedi. 2. turda Chirac %52,6 oy alarak cumhurbaşkanlığını sosyalistlerden almayı başardı. Jospin’in kazanması aslında beklenmiyordu, ama yine de sonuca üzülmüştüm. Sonuçların belirginleştiği geç saatlerde St. Michel sokaklarında tek başıma dolaşırken Chirac’ı destekleyen gençlerin sokaklara taşan eğlenceleri ve benim ters istikametime yürüyen kalabalıkların attığı “on a gagné!” (kazandık!) naraları hala aklımda.
Chirac, 7+5 toplam 12 yıl boyunca cumhurbaşkanlığı yaptı. Daha seçilir seçilmez, seçim sırasındaki söylemlerini rafa kaldırarak en sert neoliberal politikaların uygulayıcısı bir hükümeti işbaşına getirdi. Hükümetin ilk icraatı kamu kesimini ortadan kaldırmaya ve emekçilerle yoksulların sırtındaki vergi yükünü ağırlaştırmaya kararlı politikaları yürürlüğe koymak oldu. Chirac’ın 1995 yılında Cumhurbaşkanı olması, seçimlerde Chirac’a karşı Balladur’u destekleyen ve Balladur’un 1993-1995 arası hükümetinde maliye bakanlığı yapan genç politikacı Sarkozy’i güç çemberinin dışında bırakmıştı.
Sarkozy’den Hollande’a
2002 yılında Chirac, 2. kez Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Sarkozy’i yeni kurulan hükümette İçişleri Bakanı yaptı. 2004 yılında sağcı UMP’nin de genel başkanlığına seçilen Sarkozy, 2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sosyalist Parti’nin adayı Ségolène Royal ile yarıştı ve Chirac’ın da desteğiyle cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.
Sarkozy iktidara “kopuş” (la rupture) sloganıyla gelmişti. Kopuş ile geçmişi tamamen bırakarak yeni bir beyaz sayfa açmayı ve değişimi ifade ediyordu. Sarkozy’nin 5 yllık iktidarı, hem Fransa hem Avrupa hem de tüm dünya için tam bir “kopuk”luk oldu. Savaşlara öncülük eden; iktidar uğruna her türlü kirli işleri mübah sayan; içeride azınlıktaki zengin zümreye, dışarıda ABD’ye hizmet eden akıl dışı politikalar üretti. Yalnızca AB’ye ilişkin politikalarda Merkel ile çok iyi anlaştılar.
2012 Mayıs ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ise büyük bir değişime öncülük etti. Sarkozy’nin rakibi Sosyalist Parti adayı Hollande her 2 turda da Sarkozy’i geride bırakarak 5. Cumhuriyet’in başkanlığını elde eden 2. sosyalist lider oldu. Bu önemli değişim sadece Fransa iç politikalarını veya Fransa’yı bağlamıyor. Bu değişim, Merkel ve Sarkozy’nin birlikte savunduğu, daha doğrusu Merkel’in savunduğu ve Sarkozy’nin de desteklediği ve Avrupa’da önemli bir siyasi blok ve eksen haline gelen ve tüm Avrupa’yı yönlendiren ekonomi politikalarına vurulan önemli bir darbedir. Merkel’in Sarkozy ile beraber tüm AB ülkelerine empoze ettiği kemer sıkma politikalarına karşı bir cevaptır.
Hollande, seçim boyunca Merkel’in Fransa üzerindeki hegamonyasını sorguladı ve kemer sıkma politikalarını eleştirdi; krizin büyüme ve istihdam temelli politikalarla aşılabileceğini savundu. Sarkozy ise Merkel politikalarının en radikal uygulayıcılarından biri olarak bu konuda söyleyecek bir şeyi olmadığından korku politikaları simidine sarıldı; kimlik, güvenlik, helal et gibi konuları tartıştırdı.
Avrupa’da sola yöneliş mi?
Hollande’ın zaferi, Avrupa siyasetinde dengelerin önemli bir değişim içinde olduğunu gösterdi. Bu değişim süreci, Mayıs ayında yapılan 2 ayrı seçimde daha etkisini gösterdi: Yunanistan genel seçimleri ve Almanya’nın en büyük eyaleti olan Kuzey Ren Vestfalya eyalet seçimleri.
Yunanistan’da Radikal Sol Birlik seçimlerde %17’ye yakın bir oy alarak 2. parti oldu. Merkel’in kemer sıkma politikalarına karşı duran Birliğin lideri Tsipras; AB, IMF ve Dünya Bankası kredilerini bu şartlar altında ödemeyeceklerini ve yeniden yapılandıracaklarını seçimler boyunca sıkça söyledi.
Tsipras’ın bu söylemi sadece populist bir söylem değil. Fransa’da Hollande’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla AB içinde değişen dengelere kısacası Hollande’a güvenerek bunları söylüyor. Avrupa’da bu dayanışmanın ve sol akımın daha da güçlenerek yükseleceği sinyalleri heryerden geliyor. Hollanda’da da hükümetin düşmesinin ardından 12 Eylül’de erken seçime gidilecek. Son yapılan anketlerde radikal solcu Sosyalist Parti önde gözüküyor.
Küçük Almanya olarak adlandırılan Kuzey Ren Vestfalya’da Merkel’in partisi Hristiyan Demokratlar büyük bir yenilgi aldı. SPD %39 oy alırken, CDU %8 oy kaybı yaşayarak %26’da kaldı. Bu yenilgi CDU’nun eyaletteki başbakan adayı ve aynı zamanda Merkel Hükümeti’nde Çevre Bakanı olan ve zaman zaman Merkel’in veliahtı olarak gösterilen Röttgen’in de başını yedi.
Geçmişte neoliberal politikalara sarılarak sosyal demokrat politikalardan uzaklaşan Avrupa sosyal demokratları bu hataların bedelini iktidarlarını merkez sağ partilere devrederek ödemişlerdi. Türkiye’de de uzun yıllar CHP sol ve sosyal demokrat söylem ve politikalardan uzak durup sağdan medet uman söylemler ve vitrinlerle benzer bir hata içindeydi. Bugün Avrupa solu istihdam, büyüme, dayanışma, demokrasi, laiklik, cinsiyet eşitliği, gençlik, adalet fikirleri ve söylemleri ile gelen bu başarıların arkasından geleceğe daha umutla bakıyor.
Türkiye’de de CHP sol ve sosyal demokrat söylemlerini, politikalarını ve kadrolarını geliştirerek Avrupa’daki bu gelişmelere paralel bir yol izliyor. Fransa, Yunanistan ve Hollanda’da kısa dönemde yeni seçimler olacak. Önümüzdeki sene Avrupa’da Almanya ve İtalya’yı genel seçimler bekliyor. Solun Avrupa’da yükseliş trendinin nasıl devam edeceğini bu seçimler gösterecek. Türkiye’de de CHP’nin ilk seçimlere kadar yapılanmasını ne ölçüde tamamlayacağını ve yerel seçimlerde bu değişimin nasıl bir fark yaratacağını göreceğiz.
Geleceğe dönük hem Avrupa’dan hem de Türkiye’den son yıllarda hiç olmadığı kadar umutluyuz.
*Elektrik Mühendisi, altan@altanerturk.com