Bu yazı, 2000’li yıllarda Türkiye kırındaki enerji yatırımlarının kırdaki sınıf ilişkileri üzerindeki etkilerini Soma’daki madenci ailelerinin hikayelerine atıfla incelemektedir. Temel iddia, enerjide ithal kaynaklara bağımlılığı azaltma ve kırda istihdam yaratma hedefleri gerekçe gösterilerek meşrulaştırılan bu yatırımların arkasında, kır nüfusunun üretim ve geçim araçlarının metalaştırılması ve dolayısıyla ücretli işe duyduğu artan ihtiyaç olduğudur. İşçileşme literatürü çoğunlukla, kırdan kente göç veya kırda tarım işçisine dönüşme tartışmalarına dayanmaktadır. Ancak, Türkiye’de özellikle 2000’li yıllar itibariyle kırda -kente göç etmeden- tarım dışında işçileşme de oldukça yaygındır. Bu anlamda da doğal alanların sermayeleştirilmesiyle mümkün olan kırdaki enerji yatırımları özel bir önemdedir. Bu yatırımlar, kırda yaşayan nüfusun topraktan/tarımdan kopmadan işçileşmesini getirmiş, yaşanan süreç çoğunlukla geçim ve gelir kaynaklarının çeşitlendirilmesi olmuştur. Kuşkusuz bu, Soma’ya veya Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Proleterleşen küçük üreticilerin tarımsal üretimi bırakması zorunlu bir koşul olmadığı gibi, yeniden üretim masraflarından kurtulduğu ölçüde sermayenin tercih de edebildiği bir durumdur.
Kırsal dönüşüm, işçileşme ve kadın emeği
Yazının temel bir iddiası da hem genel olarak kırsal dönüşüm ve işçileşme analizine hem de özel olarak Soma örneğindeki dönüşüme toplumsal cinsiyetlendirilmiş bir perspektiften bakılması gerektiğidir. Kırsal hanenin temel analiz birimi olduğu kırsal dönüşüm analizlerinde, kadın emeği analizinin ikincilleştirmemesi gerekmektedir. Haneyi belirleyen toplumsal cinsiyet ilişkileri ve hanenin üretim ve yeniden üretiminin merkez öznesi olan kadın ve kadın emeği analizin merkezinde olmalıdır. Bu çalışma içinde temel bir soru; yukarıda bahsedilen sermayedarın kurtulduğu bu yeniden üretim yükünün kim tarafından üstlenildiğidir. Bu sorunun Soma’daki cevabı; geçimlik tarım, ücretsiz aile tarımı veya tarım işçiliğinden bir veya birkaçındaki kadın emeğidir.
Bu yazının amacı kırsal dönüşüm ve işçileşme tartışmalarını toplumsal cinsiyetlendirilmiş bir perspektiften Soma’daki madenci aileleri örneğiyle ele almaktır. Bunun için havzada tarım ve kömür madenciliğinin tarihsel dönüşümü ve bu dönüşümlerin yerel sınıf ilişkileri üzerindeki etkileri değerlendirilecektir.
Soma havzasında sınıf ilişkilerinin dönüşümü
Soma havzasında sınıf ilişkilerinin dönüm noktası, 2000’li yılların başında Tekel’in özelleştirilmesi ve kömür üretiminin özel sektöre devredilmesidir. Görüşme yapılan aileler, 2000’li yıllara kadar aile tarımından -çoğunlukla tütün- yeterli geliri elde edebildiklerini ve en azından toprak sahibi olan aileler madenlerde çalışmayı tercih etmediklerini belirttiler. Önce 1994 yılında tütün alımında kota uygulaması, daha sonra ise 2002 yılında Tekel’in özelleştirilmesiyle tütün üreticiliği bu aileler için yeterli bir gelir kaynağı olmaktan çıkmıştır. Kota uygulaması, alım garantisinin kaldırılmasına, Tekel’in özelleştirilmesi ise tütün fiyatlarında belirgin bir düşüşe işaret ettiği ölçüde, ailelerin bir kısmı tütün üretiminden çekilmiş bir kısmı ise devam etse de gelir kaynaklarını çeşitlendirme yoluna gitmiştir. Kömür madenciliği ise, 1980’li yıllar itibariyle gündemde olan özelleştirme programlarının hedefi olduğu halde, kömür üretiminin özelleştirilmesi 2000’li yıllara kadar söz konusu olmamıştır. Soma’da da Türkiye Kömür İşletmeleri’nin (TKİ) üretimi özel sektöre devretmesi 2004 yılında başlamıştır. TKİ, hizmet alım veya rödovans sözleşmeleriyle kömür üretimini özel şirketlere devrederken, kömürün tek müşterisi olarak bu şirketlere alım garantisi vererek, sektörü cazip bir hale getirmiştir. Dahası, özelleştirmelerle birlikte havzada önceki dönemin açık ocak madenciliği yerine daha emek yoğun olan yeraltı madenciliğine geçilmiş, havzadaki maden işçisi sayısı 2000 yılından 2013 yılına kadar dört kat artmıştır. Artan işçi ihtiyacı da tarımdan geçimini sağlayamaz hale gelen ailelerden ve Zonguldak ve Kütahya gibi diğer madenci kentlerinden sağlanmıştır. Nitekim yapılan görüşmelerde de temel eğilimin tarımdan elde edilen gelir ailenin geçimini sağlamaya yetmediği ölçüde ailelerin gelir kaynaklarını çeşitlendirme yoluna gitmesi olduğu ve böylece ailelerdeki erkeklerin madenlere yönelmesi olduğu gözlemlenmiştir. Birçok durumda, tarımdan ve topraktan tamamen kopulmadığı ölçüde aynı dönem, tarımın feminizasyonuyla da karakterize olmuştur.
2004 yılından sonrasına dair önemli bir olgu, özelleştirmelerle kömür yatırımlarının artmasıyla havza sınırlarının genişlemiş olması, işçi arzına göre, Manisa’nın Soma ve Kırkağaç ilçeleri, İzmir’in Kınık ilçesi ve Balıkesir’in Savaştepe ilçesi ve bağlı köylerinden oluşmasıdır. Bu ilçelerin, yukarıda vurgulanan tarımsal dönüşümden etkilenen köylerindeki ailelerde, erkekler madenlerde çalışmaya başlamıştır. Tarımsal faaliyet ise çoğunlukla kadın emeğinin ücretli veya ücretsiz -geçimlik veya sözleşmeli tarımda- kullanımıyla sürmektedir.
Soma’daki maden işçilerinin ciddi bir kısmı da Zonguldak ve Kütahya gibi diğer madenci kentlerinden ve bu kentlerin çevresindeki Bartın, Ordu, Çorum gibi kentlerden Soma’ya göç eden işçilerdir. Zonguldak’ın endüstrisizleşme sürecinde olması ve hem Zonguldak hem Kütahya’ya nazaran Soma’da daha büyük ölçekli işletmeler olduğundan, istihdam fırsatının daha fazla olması gibi sebeplerle bu aileler Soma’ya göç etmeye başlamıştır. Bu aileler, toprakla ilişkilerinin tamamen kopmuş olması nedeniyle, emek süreci ve sınıf ilişkilerindeki konumu bakımından yerli işçilerle farklılık gösteriyor. Hem yerli hem göçmen ailelerin anlattıklarına göre, şehir merkezinde ya kirada yaşayan ya da ev kredisi ödeyen göçmen ailelerin toprakla bağlarının tamamen kopmuş olmasından dolayı madenden aldıkları ücrete daha bağımlı durumda olmaları onları, kömür şirketlerine daha itaatkar bir hale getirmiştir.
Havzadaki toplumsal ilişkilerin denetimi
Özellikle katliamdan önce hem yerli hem göçmen işçiler, madenlerde çalışmaya dayıbaşları aracılığıyla başlıyordu. Maden işçileri tarafından taşeronluk olarak adlandırılan bu sistem, enformel bir taşeron sistemi olarak işliyor ve havzadaki sınıf ilişkileri için kritik bir önemde. Çoğu deneyimli madenciler olan bu kişiler, akrabalık veya hemşerilik ilişkileriyle ocaklara sağladıkları işçilerle beraber, ücretli olarak işe aldıkları işçi başına ve ekiplerinin üretim performansı üzerinden de ücret almaktalar. Önceleri ocakta çalışacak işçi bulmak zor olduğu için ihtiyaç duyulan bu sistem; ocaklarda çalışmak için rekabet eden ciddi bir nüfusun olduğu dönemde de, ekiplerin maksimum kapasiteyle çalıştırılabilmesi için sürmüştür. Nitekim dayıbaşlarından beklenen, ekiplerinin maksimum kapasiteyle kömür çıkarabilmesi için gereken baskı ve denetimi yeraltında uygulamasıdır.
Bu sistem, yalnızca yer altında değil, havzadaki toplumsal ilişkilerin tümünde bir denetim mekanizması olarak işletiliyor; çoğunlukla kendi akraba ve hemşerilerinden oluşan ekipler aynı üretim biriminde çalışmakla kalmayıp hemşeri dernekleri veya aynı köylerden olmaları gibi biçimlerle gündelik yaşamda da memleketlerine göre ayrıştırılıyorlar. Dolayısıyla işçiler, taşeronlara bölünürken, hemşerilik veya aile bağlarıyla gündelik yaşamda da ayrıştırılıyorlar.
İşçi katliamı ve “havzadaki şeytan üçgeni”
2000’li yıllar itibariyle kurulan bu toplumsal ilişkilerin yeni bir dönüm noktası, 13 Mayıs 2014 günü Eynez Karanlıkdere Ocağında, 301 işçinin ölümüyle sonuçlanan Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamı olmuştur. Muhalif çevrelerin sıkça zikrettiği, böyle bir olaydan sonra Soma’da insanların nasıl halen madenlerde çalışmaya razı olduğu veya neden alternatif bir örgütlenme/muhalif güç oluşturamadığı sorularının cevabı yukarıda bahsedilen mülksüzleşme süreçlerinden ve aşağıda bahsedilecek katliamdan sonra havzadaki “kriz yönetimi”nden bağımsız düşünülmemelidir. Bu kriz yönetimi, havzada bir muhalif hareketin oluşmasının önüne geçilmesi için, muhalif işçilerin deyişiyle, havzadaki şeytan üçgeninin -siyasi iktidar, kömür şirketleri ve Türkiye Maden İş sendikası- uyguladığı içerme ve yeni sınıf içi bölme taktikleriyle mümkün olmuştur.
Bu kriz yönetiminin en etkili mekanizmasının işsizlik tehdidi olduğunu söylemek mümkün. Katliamdan sonra altı ay boyunca, katliamın olduğu ocağı işleten şirketin üç ocağı da kapatılmış, bu dönemde bu şirketin çalışanlarına çift maaş ödenmiştir. Altı ayın sonunda ise, diğer iki ocak açılmış ancak katliamın olduğu ocakta üretimin durdurulmuş olması gerekçe gösterilerek, 2831 işçi işten çıkarılmış ve havzada ciddi bir işsizlik sorunu başlamıştır. Çalışanların işsizlikle, işsizlerin iş bulamamakla tehdit edildiği bir tablo söz konusu. Özellikle, muhalif eylemlere katılanlar ya da katliamın ceza davasında şirket aleyhine tanıklı yapan işçiler tespit edilip işten çıkarılıyor veya çıkarılmakla tehdit ediliyorlar. Katliamdan sonra işsizlikle eşzamanlı yaşanan bir değişim, işçilerin maddi koşullarının iyileşmesi oldu. Katliamdan önce asgari ücrete çalışılırken, katliam sonrası maden işçilerinin taban ücreti çift asgari ücret olmuş durumda. Havzada sektörel çeşitlilik olmadığı ve işten çıkarılmış işçiler tarıma dönse de topraklarından geçimlerini sağlayamadığı bir dönemde maden işçiliği istikrarlı bir iş imkanı olarak görüldüğünden, ocaklarda çalışabilmek için rekabet artmış durumda. Artan ücretlerle işsizliğin eşzamanlı tecrübesi de her iki taraf için de baskı aracı olarak kullanılıyor.
İşçilerin toprakla ilişkisi ve bölünmeler
Katliam sonrası bu işsizlik ve rekabet ortamının da, işçilerin toprakla ilişkileriyle doğrudan bir bağlantısı olduğunu iddia etmek mümkün. Bu dönemde, işveren göçmen işçileri artan bir biçimde tercih etmeye başlıyor ve özellikle toprakla ilişkisi daha sıkı olan Kınık’taki işçileri tercih etmemeye başlıyor. Kınıklı işçiler bu durumu katliamdan sonra Kınık’ta ciddi bir direniş olmasıyla açıklıyordu. Örneğin katliamdan sonra işten çıkarılmış 48 yaşında bir işçi şunları söylüyor: “Artık Kınıklıları asla madene almıyorlar. Kazadan sonra Uğur Dündar’a falan çıktı ya… Başvurdun diyelim, doğum yeri Kınık mı? Almıyorlar. Eskiden tarımımız vardı, onu aldılar elimizden madene mecbur kaldık. Şimdi onu da alıyorlar. Ne olacak buranın insanı? Hep yoksullaştırıldık. Hep daha da yoksullaştırıldık.” Diğer yandan, göçmen işçiler, Kınıklıların eylemlere daha çok katılmasını ve cesaretini hala toprakla ilişkilerinin daha sağlam olmasına bağlıyorlardı: “Kınıklılar daha cesur. Onlarda maden olmasın yine iş bulurlar çünkü. Her yer verimli, topraklarını ekerler. Ova sonuçta.” Nitekim gerçekten de, Kınıklı aileler içinde kendi toprağında bir miktar üretimi sürdürmek, aynı zamanda diğer ailelere veya büyük tarlalara yevmiyeye gitmek oldukça yaygındı. Ancak yine de maden işçiliğinden elde ettikleri geliri bu yollarla elde etmeleri mümkün olmuyordu.
Soma gerçekleri…
Sonuç olarak; bu dönem, Soma’da insanların yer altında çalışmak istedikleri ve hatta yer altında çalışabilmek için birbirleriyle rekabet halinde oldukları bir dönem. Örneğin görüşme yapılan birçok işçinin beklentisi katliamın olduğu ocağın tekrar açılması ve işçi alımı olmasıydı. Dahası, tekrar işe girebilme amacı, işçi sağlığı ve iş güvenliği beklentilerinin önüne geçmiş durumda. Örneğin, 2016 yılının Nisan ayında bir ocakta bir grup işçinin metan zehirlenmesinden hastaneye kaldırılması üzerine o ocakta çalışan bir işçi şu sözleri söyledi: “bizim madende ayakların birinde metan çıktı. O yüzden belki ayak kapatılabilir. Ama ayak kapatılırsa ne olacak, ücretsiz izne mi çıkacağız bilmiyoruz. İnşallah kapanmaz.” Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi Soma’da bugün tam olarak insanların açlıktan ölmekle, madende ölmek arasında seçim yapmaya mecbur bırakıldığını söylemek mümkün. Siyasi iktidarın ve kömür şirketlerinin planladığı, yalnızca iktisadi değil, ideolojik de bir denetim süreci işletiliyor. İnsanların önce yoksullaştırma, mülksüzleştirme ve topraktan koparılma süreçleriyle madenlere mahkum edildiği, sonrasında da dayıbaşları, yöre dernekleri, işsizlik silahı gibi yollarla madendeki koşullara razı geleceği ideolojik ve siyasi süreçlerin yönetildiği bir süreç söz konusu. Bu iktidar ilişkileriyle bu denli çevrelenmişken insanlar alternatif sağlayacak bir güce dönüşemiyorlar.
*Bu yazı, yazarın Praksis Dergisi’nin 43. Sayısında yayınlanmış “Kırsal Dönüşüm ve Metalaşan Yaşamlar: Soma Havzasında İşçileşme Süreçleri ve Sınıf İlişkileri” başlıklı yazısının kısaltılmış halidir. Yazının uzun hali için bkz: Çelik, C. (2017) Kırsal Dönüşüm ve Metalaşan Yaşamlar: Soma Havzasında İşçileşme Süreçleri ve Sınıf İlişkileri” Praksis, 43: 785-810.
*Coşku ÇELİK
Siyaset Bilimi, Araştırma Görevlisi
cosku.86@gmail.com