Sunderland-responsive-local-governance-2

Çiğdem Üstün – Yerelden Ulusala Katılımcı ve Demokratik Yönetişim

Yıllar içerisinde küresel, ulusal ve yerel düzeylerde yönetim kavramı değişmiş; devletler de ortaya çıkan pek çok yeni sorun ve ihtiyaca cevaplar geliştirebilmek için bu değişime gönüllü veya zorunlu olarak ayak uydurmuşlardır. Yaşan baş döndürücü değişim ve dönüşüm süreçlerinden her ülke gibi Türkiye de doğrudan etkilenmiştir. Hizmetlerin etkin verilmesi, çalışanların performanslarının artırılması, hizmet kalitesinin artması ve hizmetlerden duyulan memnuniyet gibi daha önceleri sadece özel sektörde karşımıza çıkan kavramlar kamuda da karşımıza çıkmaya başlamış ve bu kavramlar demokratikleşme, yerelde ve merkezde temsiliyetin sağlanması ve katılımcılık kavramları ile birlikte ele alınır olmuştur.  

Türkiye’de özellikle 2000’lerin başından itibaren genelde kamu yönetimi alanında özelde de yerel yönetimler içerisinde AB ile ilişkilerin gidişatına bağlı olarak çeşitli reformlar gerçekleştirilmiştir. Bu reformlar içerisinde özellikle AB’nin “kamu hizmetinin vatandaşa en yakın birim tarafından yerine getirilmesi” anlamına gelen yerindenlik ilkesine dayanan değişiklikler göze çarpmaktadır. 2000’lerin başında yerindenlik olarak dilimize çevrilmiş olan subsidiarite kavramının yıllar içerisinde literatürde yerellik olarak da kullanıldığını söylemek yanlış olmayacaktır . Bu ilke, vatandaşların yönetime katılımlarının artırılmasını, demokrasiyi güçlendirmeyi ve kamuda hizmet kalitesini de artırmayı hedeflemektedir. Özellikle nüfusu ve yüzölçümü büyük, merkezden halkın isteklerine ve ihtiyaçlarına etkin ve hızlı şekilde cevap vermenin mümkün olmadığı ülkelerde yerel yönetimlerin önemi daha da artmaktadır. Yerel yönetimlerde görev alanların o bölgenin insanları tarafından bilinen ve tanınan insanlar olması, hesap verilebilirliği sosyal ortama da aktardığı için ayrıca önem taşımaktadır. İşte tam da bu yüzden kamu yönetimindeki köklü bir dönüşümün veya değişimin yerelden başlaması genel bir değişimin olmazsa olmazı olarak görülmektedir.

Yerindenlik kavramına ek olarak, 1990larda kullanılmaya başlanan ama özellikle 2000’lerin başında kendine daha geniş bir kullanım alanı bulan yönetişim kavramı da kamu yönetiminin ne yöne evrildiğini gösteren önemli bir kavram olarak literatürde yer almaktadır. Yönetim kelimesinin getirdiği hiyerarşik yapıdan uzaklaşarak daha katılımcı bir anlayışı ifade eden yönetişim kavramı, yerindenlik ile birleşince kamuda daha interaktif, katılımcı ve belki de daha çok doğrudan demokrasinin hayatımıza girişini anlatır hale gelmiştir.

Türkiye’de yerel yönetimler ve değişim adımları

Bu çerçevede, bu kavramların en popüler olduğu yıllarda Türkiye’de yerel yönetimlerin geçirdiği değişimlere bakacak olursak, AB ile müzakerelerin açılması için atılan adımlar arasında yerindenlik ve yönetişim kavramlarının Türk kamu yönetimi sisteminde de çokça kullanıldığını görebiliriz. Bu süreçte yaşadığımız dönüşüm sadece söylemle sınırlı kalmamış katılımcılığı teşvik eden kurumlar da ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu çerçevedeki ilk örnek ise kent konseyleri olmuştur. Bu kurumlar yerel düzeyde katılımcılığı artırmak amacıyla çeşitli toplum kesimlerinin kent yönetimine katkıda bulunmalarını amaçlayarak kurulmuşlar ve hem aktif katılımcılığın artmasının hem de ortaklaşa yönetişim anlayışının bir ürünü olarak kamu yönetimimizde yer edinmişlerdir.

AB ile müzakerelerin açılma sürecinde en çok duyduğumuz belgelerden olan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı da kamu yönetimimizi yerindenlik ekseninde bir değişime zorlamıştır. AB müzakere sürecinde yerel yönetimlerimizin bu Şart’a uygun biçimde şeffaf, vatandaşların denetimine açık, hizmetleri nitelikli bir şekilde sağlayan ve kendi projelerini yapabilen birimler haline gelmesi hedeflenmiştir. Yani bu Şart çerçevesinde de yerindenlik ve yönetişimin hem kavramsal hem de yönetim biçimi olarak hayatımıza girmesi hedeflenmiştir.

2003 yılında tartışılmaya başlanan Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nın (KYTKT) gerekçesinde piyasaya saygı, sivil toplum örgütleri, performans ve kalite odaklı yönetim, yatay organizasyon, şeffaflık ve hesap verebilirlik kavramlarının hayata geçirilmesi yer almaktadır. 2004 yılında TBMM’de görüşülen ve kabul edilen kanunlar içerisinde Kamu Sektörü Reformu Çerçeve Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ile Belediyeler ve Büyükşehir Belediyeleri Kanununu bulunmaktadır. Bu kanunlar da adem-i merkeziyetçiliği, yerel yönetimde söz hakkı olan kurum ve kuruluşlar arasında ilişkileri yeniden şekillendirerek performansı, yerel toplulukları karar alma süreçlerine dahil ederek demokrasiyi artırmayı hedeflemiştir. Örneğin 5393 sayılı Yasada yapılan değişiklik ile vali ve kaymakamların meclis kararlarını onaylama veya onaylamayıp tekrar görüşülmek üzere belediye meclisine gönderme yetkisi kaldırılmış ve merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki idari vesayet yetkisi sınırlandırılmıştır.[1] Aynı kanun ile yerindenlik ilke kamu hizmetinin vatandaşa en yakın birim tarafından yerine getirilmesi si vurgulanırken 5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu ile il özel idarelerinin etkinliğinin ve katılımcılığın artırılması ile görev alanlarının genişletilmesi hedeflenmiştir.[2]

Bürokrasinin azaltılması amacıyla merkezi yönetime benzer bir şekilde yerel yönetimlerde de e-devlet uygulamalarına geçilmesi, yapılan kanuni değişikliklerin ruhuna uygun olarak vatandaşların hizmetlere daha kolay ve etkin bir biçimde ulaşmasını sağlarken, bu uygulamaların özellikle hayata geçirildikleri kurumların açısından şeffaflığı ve hesap verebilirliği arttırdığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Müzakerelerin başlaması için atılan adımlar ve daha sonrasında AB ile ilişkilerin durma noktasına gelmesine kadar olan süreçteki uygulamalar, AB’nin yayınladığı ilerleme raporlarında da kendisine yer bulmuştur.  2004 – 2009 yılları arasında genelde kamu yönetimi alanında, özelde ise yerel yönetimler ile ilgili olarak olumlu değerlendirmelerde bulunan AB, 2010 yılından itibaren eleştirilerini bu raporlara yansıtmıştır. Raporlarda özellikle mali kaynaklarda yaşanan sorunlar, yerelden merkeze yetki devirleri, yerindenlik ilkesine yeterli önemin verilmemesi gibi konuların ön plana çıktığı görülmektedir. 2018 yılında yayınlanan rapor ise şimdiye kadar yayınlananlar arasında en sert eleştirileri içeren rapor olmuştur. Demokratik seçimlerin önemi, kayyum atamalarının yerel demokrasiye etkileri, OHAL uygulamalarının sonuçları, vatandaşlara hizmetlerin yerelde daha etkin ulaştırılmasının gerekliliği, bürokratik engellemelerin kaldırılmasının gerekliliği, yerel yönetimlerde yolsuzlukların engellenmesinin önemi raporun en önemli konu başlıkları olmuştur. Raporda ayrıca kamu yönetiminde hizmetler ve insan kaynaklarında yaşanan sorunların altı çizilirken, e-devlet uygulamalarında çok iyi ilerlemeler görüldüğü de belirtilmiştir.

Peki ne yapmalıyız?

Daha demokratik ve katılımcı yönetime ihtiyacımız her türlü platformda seslendirilmekte iken, yerindenlik ilkesinin en gözle görülür olduğu yerel yönetimlerin önemi bir kez daha anlaşılmıştır. Bugün, hem merkez hem de yerel yönetimlerde vatandaşın ihtiyaçlarına karşılık verebilmek, kaynakların adilce kullanımını sağlamak, etkin ve hızlı bir biçimde hizmet götürebilmek ve bunları katılımcı bir yönetişim anlayışıyla yapabilmek kamu yönetimindeki dönüşümün en önemli başlıkları olmuştur. Elbette bu dönüşümü hayata geçirebilmenin, dönüşümün gerektirdiklerini bir cümle içinde yazabilmek kadar kolay bir iş olmadığı bilinmelidir.

Öncelikle, hem merkezi hem de yerel düzeyde bu anlayışa gerçekten inanmak gereklidir. Kamu yönetiminde yerel ve merkezi otoritelerin beraber katılımcı ve demokratik yönetişime inanması ile kamu yönetimi alanında gerekli adımların atılması için bir başlangıç yapılacaktır.

İkinci olarak, sosyal politikaların sadece merkezden değil, aynı zamanda yerelden de uygulanması günümüzün olmazsa olmazlarındandır. Özellikle dezavantajlı gruplar ile ilgili politikalar söz konusu olduğunda, bu grupların ihtiyaçlarının belirlenmesinde yerelin merkezden daha çok söz sahibi olması kaçınılmazdır. Yereldeki idarecilerin her gün beraber yaşadıkları insanların ihtiyaçlarına en etkin ve hızlı biçimde cevap vermesi en doğal ve pratik yöntem olacaktır. İşsizlik, konut, sağlık, yoksullukla mücadele ve eğitim konularında yerel yönetimlere çok önemli sorumluluklar düşmektedir. Yerel yönetimler denince de sadece belediyelerden bahsedilmediğinin, merkezi yönetimin yereldeki temsilcilikleri ile beraber düşünülmesi gerektiğinin de altını çizmek faydalı olacaktır. Özellikle sosyal politikalar söz konusu olduğunda yerel otoritelerin yani belediyeler, valilikler veya kaymakamlıklar, bakanlıkların ilgili müdürlüklerinin siyasi çekişmelerden uzak halkın seçtiği ve kamu yararını gözeten bürokratları olarak sorunlara yerindenlik ilkesi çerçevesinde beraber çözümler bulması elzemdir.

Sivil toplum kurumlarının yereldeki otoriteler ile beraber çalışmaya, kent konseylerinin de canlandırılmaya ihtiyacı olduğu da gözlemlenmektedir kent konseyleri, yerel yönetimde söz sahibi olması beklenen sivil toplum örgütleri, meslek odaları, üniversite temsilcileri, siyasi parti temsilcileri gibi o kentteki hayatı paylaşan yurttaşları ve örgütleri bir araya getirmeleri sebebiyle katılımcı demokrasinin en görünen yüzleridir. Yapılan çalışmalar, kent konseylerinin yerelde demokrasi kültürünün oluşmasında önemli bir araç olarak görüldüğünü ancak oynadıkları bu rolün tam tersine konseylerde alınan kararların tavsiye kararı şeklinde olmasının ve bağlayıcılığının bulunmamasının katılımı zayıflatan en önemli etken olduğunu ortaya koymaktadır. [3] Bu çerçevede, kent konseylerinin görünürlüğünün artırılması, yerelde halkın bu konseyler ile ilgili daha fazla bilgilendirilmesi ve bu gibi kurumlara ilginin canlı tutulmaya çalışılması önemlidir.

Sonuç yerine…

Gelişen ve değişen iletişim ağlarının yerel ve ulusal sınırları aştığı günümüz dünyasında kamuda hizmetlerin gelişmesi, değişmesi, hızlanması beklenirken, aynı zamanda katılımcılığın da artması beklenmektedir. Merkezi yönetimin yereldeki temsilcilerinin ve yerelde seçilmiş kişilerin hesap verebilir, şeffaf bir yönetişim mekanizması içinde birlikte çalışmaları ile katılımcılık ve demokratikleşmeye yönelik beklentilerin yerelden başlaması mümkün olacaktır.

*Çiğdem ÜSTÜN
Uluslararası İlişkiler, Doç. Dr.,
cigdem.ustun@gmail.com


[1] Aziz Belli, “Türk Yerel Yönetim Sisteminin Yerellik İlkesi Açısından Değerlendirilmesi”, Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 12/3, (2017): 85  

[2]  Emin Barlas ve Berkan Karagöz, “Subsidiarite İlkesi: Kavramsal Bir Çerçeve”, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 1, (2007): 170.

[3] Çiğdem Akman, “Kent Konseylerini Yeniden Düşünmek: Türkiye Kent Konseyleri Birliği’ne Üye Olan Kent Konseyleri Üzerinden Bir Değerlendirme”, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5, sayı 3, 2018 : 756