Geçtiğimiz Ağustos ayında elektronik posta kutuma bir gönderi düştü. SODEV benden, Eylül ayında yayınlanacak Sosyal Demokrat Dergi için “Laiklik Olmadan Demokrasi Mümkün mü?” konulu bir makale yazmamı istiyor, cevabım olumsuz ise, bunu da 15 Ağustos’a kadar bildirmemi rica ediyordu.
Günlerce bu makaleyi yazabilir miyim diye düşündüm. Sonunda, yazamayacağıma karar vermiştim ki, sevgili Aydın Cıngı aradı ve beni ikna etti. Aramızda şöyle bir konuşma geçti: “Yazamayacağım çünkü ağzımı açarsam içinden böcekler, fena şeyler dökülecek. Hiç objektif olamayacağım. Dergiye yakışır bir dil kuramayacağım, onun için beni bu seferlik affedin”. “Siz yine de yazın, objektif olmasın, makale dili olmasın, samimi olacağından eminim, o da yeterli” dedi.
Bu hislerle “makaleyi” yazmaya oturdum.
İyi bir makale, tanımlarla başlar. Böylece okuyan, yazanın hangi kavramla neyi kastettiğini baştan bilir. Ama ben “Laiklik” ya da “Demokrasi” tanımlarıyla başlamayacağım. Laiklikten ve Demokrasiden benim ne anladığımı anlatacağım.
Bu kavramlarla ilgili zihnimdeki resim şöyle: Demokrasi, verimli bir bahçe, içinde her türlü bitki ve ağaç yetişebiliyor. Bu ağaçların en büyük ve güçlülerinden biri de laiklik. Laiklik ağacının sağlıklı dalları var, onlara da hak ve özgürlükler diyoruz. Bu dallarda lezzetli, besleyici meyveler yetişiyor, sanat gibi, estetik gibi, yaratıcı düşünce gibi… Bazı insanlar bu meyveleri sevmiyor, başka meyveleri seviyor, belki ağaç kabuğu kemirmeyi tercih ediyor; olabilir ve zaten demokrasi bahçesinde her düşünceye göre meyve ve onların yetiştiği ağaç var.
Laiklik ağacı, diğer ağaçlara gölge etmiyor. Hepsinin tepesinden bakıp, bana tabi olacaksınız diye dayatmıyor. Özgürlüklerden oluşan kendi dallarını koruduğu gibi, diğer ağaçların dallarına da saygılı davranıyor. Demokrasi bahçesi talan edildiğinde, sadece laiklik değil, bütün ağaçlar bundan zarar görüyor. Hak ve özgürlükler dalları yeterince sağlıklı büyüyemiyor. Meyveleri de yenebilir olmuyor.
Laiklik, benim için her şeyden önce özgürlük kavramıyla yakından ilişkili. Atatürk’e göre laiklik, tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demek ve ben de laikliği öyle anlıyorum. Hatta artık hak bilincine sahip olduğumuz için özgürlükleri genişletiyor, hepimizin bildiği haklara bağlı özgürlükleri kastediyorum: Örgütlenme, ifade, seçme seçilme, yaşama, barınma, güvende olma gibi temel hak ve özgürlükleri. Bu hak ve özgürlükler, ancak laik bir düzende anlamlı ve değerli. Benim için öyle. Örneğin İran’ı düşünüyorum. Kadınların eğitim hak ve özgürlüğü var ama istediği gibi giyinme özgürlüğü yok.
Kendimi oradaki kadınların yerine koyuyorum. Okumuşum, yıllarca ter dökmüşüm, profesör olmuşum, aklımın içini istediğim gibi organize etmişim ama dış görünüşümü istediğim gibi düzenleyemiyorum. Bir takım adamların “başını ört!” emrine uymak zorundayım! Neden? Doğru dürüst bir cevabı da yok! “Ulemalar öyle uygun buluyor” veya “Dinimiz bunu emrediyor”dan başka. Üstelik, ulema kim, bu payeyi nasıl edinmiş, niye benim kılık kıyafetim ulemaya dert oluyor?… gibi soruların yanıtı da inandırıcı değil! Dinimizin örtünmeyle ilgili neyi emredip neyi emretmediğini ise hala tartışıyoruz. Yani, o da kesin değil. Ee, o zaman?
Ben mesela inanç özgürlüğünü çok önemli buluyorum. Cumhurbaşkanı, diyelim 8 Mart günü kadınlara hitap ederken, “Kuran-ı Kerim’de Nisa Suresi kadına ayrılmıştır. Bu kadına verilen önemin en açık ifadesidir” deyince, ben bu ülkenin yurttaşı olan Ermeni, Süryani, Rum kadınları düşünüyorum. Onların bir Nisa suresi olmadığı için, acaba onlara kim önem veriyor, yoksa vermiyor mu diye sorular geliyor aklıma. Ya da hükümet üyeleri, başbakan, bakanlardan filan biri bir yeri açarken, bir kararı – kanunu kamuoyuna duyururken “Allahın izniyle”, “Cenab-ı Mevlamdan hayırlı hizmetler yapmamızı niyaz ediyorum”, “Allah yar ve yardımcımız olsun” gibi ifadeler duyunca aklıma ateistler, agnostikler geliyor. Tabii ki siyasi yöneticilerimiz için de ifade ve inanç özgürlüğü var, tabii ki onlar da istedikleri gibi, inançlarını odağa alan cümleler kurabilirler denebilir. Ama sanki, her görüşten ve her inançtan insanın siyasi yöneticisi olanların, olmaya soyunanların, cümlelerini kendi inançlarını odağa alarak kurmamaları, herkese eşit uzaklık ya da yakınlıkta olduklarını belirtecek şekilde konuşmaları daha iyi olurdu. Onlar ve hepimiz, inanç ve ifade özgürlüğümüzü, bir başkasının özgürlüğünü çiğnemeden kullanmalıyız. Hak ve özgürlüklerin zor ama en değerli özelliği de bu değil mi? Neyse, lafı dolandırmayayım, siyasi yöneticilerin “din ile devlet işlerini birbirinden ayırmaları” hepimize daha iyi gelirdi diye düşünüyorum. Yani laik bir düzende olsaydık. Hepimize iyi gelecek ve demokrasiyi yerleştirip geliştirecek laik bir sistemimiz olsaydı, o zaman hak ve özgürlüklerimizi layıkıyla kullanabilme, İngilizce’de söylendiği gibi “enjoy” edebilme, Türkçesiyle keyfini sürebilme imkanımız olurdu.
Her ne kadar sokaklar “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganlarıyla inlese de, laiklik ilkesi taa 1937’de Anayasaya girmiş olsa da, şu an içinde yaşadığımız ülkenin laik olduğuna inanmakta zorlanıyorum. Meclis Başkanı “Laiklik yeni Anayasa’da olmamalı” derken, bence -çok acı ama- bir gerçeği görünür kılmaya çalıştı. Diyanet İşleri gibi bir kurumun ve Sıbyan okullarının olduğu; çocuklara, özel kolej veya Anadolu lisesine giremedikleri takdirde İmam Hatip okullarının dayatıldığı; kadın haklarında her gün biraz daha geriye gidişin yaşandığı; kadınların giyimine, davranışına her hal ve koşulda uyarıların yapıldığı; Ramazanda oruç tutmayanların dövüldüğü; Demokrasi Mitingine katılmayanların aşağılandığı; genelin aksine fikirleri olup da söyleyenlerin sosyal medyada linç edildiği bir ülkede hangi laiklikten söz ettiğimizi ben anlayamıyorum.
Bütün bunlar, bu uygulama ve dayatmalar, demokrasi bahçesini de talan eden şeyler. Bahçe talan edildiği için, 15 Temmuz’daki o feci darbe girişimi de yaşanabildi! 21. yüzyılda hala darbe yapılabileceğini sananların, sandığa gitme ve oy verme oranı %90 ları bulan bir ülkede seçilmiş hükümeti devirmeye kalkışanların tertiplediği o acayip kalkışma, tam da demokrasimiz yorgun ve yaralı olduğu için mümkün olabildi. Güneydoğu’da yıllardır sürdürülen, binlerce gencecik insanın hayatına mal olan terörle savaşın da bitmeyişinin, bitemeyişinin en önemli nedeni de bu, demokrasimizin sağa sola çekiştirilmekten yorgun düşmüş olması. IŞİD belasının, kamusal alanlarda yaşanan ve yüreğimizi dağlayan patlamaların nedeni de bu. 15 yıllık AKP iktidarının, bahçenin bakımına ve geliştirilmesine değil, yanlış ve meyvesi kötü ağaçları yetiştirmeye öncelik vermesi, dindar ve kindar nesiller yetiştirmeyi tercih etmesi yüzünden, bugün toplumun önemli bir kesimi hak ve özgürlüklerini kullanamıyor, kendini güvende hissetmiyor.
Demokrasi halkın egemenliği ise (sahi, bu arada “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözündeki “kayıtsız şartsız” kısmının nereye gittiğini bilen var mı? Sayın Cumhurbaşkanı 15 Temmuz’dan beri her fırsatta “hakimiyet milletindir” diyor da) bunu yeniden tesis etmek ancak sağlıklı bir demokraside, güçlü bir laiklik ağacı ve sağlıklı dallarıyla mümkün olabilir. Laiklik, özellikle haklar ve özgürlükler yönünden güçlendirilmiş bir laiklik, -başta kadınlar olmak üzere- toplumun farklı ihtiyaç, talep ve inançlara sahip kesimlerinin, örneğin Alevilerin, Süryanilerin, ateistlerin, LGBTİ bireylerin, engellilerin, çocuklarn ve yaşlıların vb. grupların insanca, özgür, güvende ve yurttaşı oldukları ülkeye aidiyet ve sevgi duyarak yaşamalarının ön şartıdır. Yurttaşları için bu ortamı sağlamak da, siyasi idarecilerin sorumluluğudur. Böyle bir ortam sağlandığında, herkes özgürce fikrini söyler, seçimini yapar, kararlara katılır. Halkın iktidarı, halkın kendi kendini yönetmesi mümkün olur. Demokrasi dediğimiz de bu değil mi?
Sonuç olarak, SODEV’in yazı başlığı da olan sorusuna cevap veriyorum: Laiklik olmadan sağlıklı bir demokrasi mümkün değil.
*F. Çiğdem AYDIN
Psikolog
Kadın Hakları Aktivisti
caydin007@yahoo.com