Türkiye’de son dönemde yaşanan Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, faiz oranlarının yüksekliği tartışmaları döviz kurunda hareketlilik yaratarak TL’nin değer kaybetmesine neden oldu. Bu arada 2000’li yılların başından itibaren yaşanan küresel likitide genişlemesi ile beslenen ve kriz sonrasında ise başta ABD’deki parasal genişleme ile devam eden ucuz döviz sayesinde oluşmuş kolay büyüme ortamının sonuna geldiği endişeleri belirdi. Aslında Türkiye ekonomisi merkez bankası bağımsızlığı, ekonomik yönetişim, kurumlara güven, kredibilite gibi parlak neoliberal kavramların ötesinde yapısal parametrelere bakılarak ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. 1980’den beri uygulanagelen neoliberal program Türkiye ekonomisini kalkınma paradigmasından uzak, sanayisizleşen bir yarı-çevre ekonomisine dönüştürmüştür.
Türkiye ekonomisi, 1989 yılında sermaye girişlerinin serbest bırakılmasıyla finansal krizlere daha açık hale gelmiştir. 2002 yılında iktidara gelen AKP, 1980’li yıllarda başlayan ve 1990’lı yıllarda artan iç çatışmaya ve krizlere bağlı olarak aksayan neoliberal programı kaldığı yerden uygulayarak Türkiye’de sanayisizleşmenin, tarımsızlaşmanın, yoksulluğun, güvencesizliğin, istihdamsız büyümenin daha şiddetli bir şekilde kendini gösterdiği sürekli kriz ortamını derinleştirmiştir. Neoliberalizmin AKP ile başlayan bu yeni aşaması mülksüzleşme sürecini hızlandırmıştır. Ancak ekonomik kriz, neoliberal paradigmanın geçerliliğini tüm dünyada tartışmaya açarken; mevcut hükümet, liberalizmle muhafazakarlığın sentezinden oluşan ve krizin kitleler üzerindeki yıkıcı etkisi sonucunda belirecek tepkileri ortadan kaldırmaya yönelik bir yeni rejim inşa etme projesini hızlandırmıştır. Özelleştirme, kentsel dönüşüm, yeni konut alanları, eğitimde sağlıkta piyasalaşma, su kaynaklarının piyasalaşması vb. yoluyla yaratılan yeni kaynaklardan elde edilen rantın bir miktarının kitlelere “sosyal yardım” adı altında yeniden dağıtılması neoliberalleşmenin güçlendirilmesine olanak sağlamıştır. Ekonomik ve sosyal şartlar zorlaştıkça halkın değer yargıları zayıflamış, geleceğe yönelik beklentileri kararmıştır. Bu durum, kimlik siyasetinin giderek daha fazla öne çıkmasına neden olarak siyasetin toplumsal sınıflar arasında bölüşüm eksenli bir mücadele alanı olduğu gerçeğini maskelemeye başlamıştır. Son günlerde yaşanan tartışmalar ışığında “faiz-döviz kuru” ikilemini ve bunun olası etkilerini tartışmadan önce Türkiye ekonomisinin bazı yapısal özelliklerini incelemek yararlı olacaktır.
Sanayisizleşen, üretimden kopan, teknoloji üretemeyen ekonomi
Türkiye ekonomisi, 1980’li yılların başına kadar uygulanan ithal ikameci sanayileşme politikaları ile belirli ölçüde bir imalat sanayi birikimi oluşturmayı başarmıştır. 1980 yılından itibaren izlenen ihracata yönelik sanayileşme politikası sonucu ülke sanayii dış rekabete açılmıştır. 1980’li yıllar boyunca sağlanan ihracat artışı, imalat sanayiinin yeterli rekabet gücüne sahip olmaması nedeniyle devlet tarafından verilen teşviklerle sürdürülmeye çalışılmıştır. 1980’li yılların sonunda yaşanan dış finansman ihtiyacı ise ekonomide sermaye akımlarının serbest bırakılmasına olanak sağlayan dış finansal liberalizasyonu zorunlu kılmıştır.
1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye ekonomisinde imalat sanayiinin konumu, ticarete konu olan sektörler ile ticarete konu olmayan sektörlerin göreli fiyatları yani iç ticaret hadleri yardımıyla incelenebilir. Ticarete konu olan mal üreten sektörler genel olarak imalat sanayii, tarım ve madencilik olarak kabul edilirken ticarete konu olmayan mal üreten sektörler ise inşaat ve hizmetler olarak kabul edilmektedir. Şekil 1’de imalat sanayii ile inşaat ve hizmet sektörleri arasındaki iç ticaret hadlerinin gelişimi yer almaktadır. 1998-2013 yılları arasında imalat sanayii/hizmetler iç ticaret haddi kesintisiz imalat sanayii aleyhine seyretmiştir. Aynı dönemde imalat sanayii/inşaat iç ticaret haddi, 2001-2003 arasında kısa süreli olarak imalat sanayii lehine gelişse bile, 2004 sonrası dönemde yine kesintisiz olarak ve giderek artan oranda imalat sanayii aleyhine gelişmiştir.
Özet olarak 1990’lı yılların ikinci yarsından itibaren yaşanan sanayisizleşme sürecinin esas belirleyicisi, imalat sanayinin göreli olarak gerilemesi olmuştur. İmalat sanayiinin gerilemesinin ardında yatan temel nedenlerden birisi ise iç ticaret haddinin imalat sanayii aleyhine, hizmetler ve inşaat lehine gelişmiş olmasıdır. Türkiye ekonomisinde yaşanan bu sanayisizleşme sürecinin nedeni hizmetler ve inşaat sektörlerindeki karlılığın imalat sanayine göre yüksek seyretmesine olanak sağlayan makroekonomik koşullarda aranmalıdır. Eşdeyişle, Türkiye ekonomisinde finansı ekonominin odağına koyan politikalar sonucunda kaynaklar, ticarete konu olmayan sektörler lehine yeniden dağıtılmıştır. Türkiye ekonomisinde göreli fiyatlar ticarete konu olmayan sektörler lehine gelişmiş ve bu sektörlerde karlılık ve yatırımlar yükselmiştir. Özellikle imalat sanayi/inşaat iç ticaret hadlerinde 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren başlayan gerilemenin nedenleri ise toplu konut yapımının hızlanması, konut kredilerindeki artışlar, artan kentleşme ile kentsel dönüşüm gibi uygulamalar sonucunda oluşan kent rantlarının sektörün fiyatlarını yükseltmesi olarak kabul edilebilir. İç ticaret hadlerinin imalat sanayii aleyhine gelişmesi Türkiye ekonomisinin hizmetler ve inşaat sektörü odağında büyüdüğünü göstermektedir. Diğer taraftan iç ticaret hadlerinin inşaat sektörü lehine gelişmesi kredi tahsisinde finansal sektörün de işlevini bozucu etkiler doğurmaktadır. Finansal sektör daha riskli bulduğu imalat sanayii projeleri yerine konut ve tüketici kredilerine fon ayırmakta; dolayısıyla, finansal sektör imalat sektörüne göre daha hızlı büyümektedir. Yurtiçi tasarruf oranlarının düşük olması nedeniyle bankacılık kesimi yabancı kaynak kullanımına yönelmekte; banka bilançolarında döviz riski kaynaklı kırılganlıklar artmaktadır.
Şekil 1: Türkiye ekonomisinde iç ticaret hadleri (1998=100)
Kaynak: Aydoğuş O. (2014) “Türkiye Ekonomisi Nasıl Sanayisizleşti?” İktisat ve Toplum, Sayı:50 Ek Tablo verileri kullanılarak çizilmiştir.
Dış finansmana gereksinimi olan bir ekonomi
Üretici faaliyetlerden gittikçe uzaklaşan Türkiye ekonomisinde dış finansman bağımlılığı artmış ve cari açık gibi yapısal sorun alanları oluşmuştur. Yurtiçi tasarruf ve yatırım dengesi veya dengesizliği “Şekil 2”de yer almaktadır. Türkiye, yatırımlar için gerekli olan tasarrufun yurtiçinden temin edilememesi nedeniyle dış dünyanın kaynaklarını kullanma yoluna girmiştir. Özellikle dış dünya ile bütünleşmiş ekonomilerde tasarruf açığı, ülkenin risk primine göre, belirli bir maliyet ile yurtdışından karşılanmaktadır. Türkiye’nin dış finansman gereksinimini “Şekil 3”teki “uluslararası yatırım pozisyonu” verileri yardımıyla inceleyebiliriz. Toplam finansal varlıklar ile toplam finansal yükümlülüklerin farkı, “net uluslararası yatırım pozisyonu” olarak adlandırılmaktadır. Başka bir deyişle, net uluslararası yatırım pozisyonu, Türkiye’nin yurt dışından alacaklarıyla, Türkiye’nin yurt dışına borçlarının netini göstermektedir. Türkiye’nin uluslararası yatırım pozisyonun eksi 431,2 milyar dolar düzeyindedir. Özellikle özel sektör borçları dış finansman açığının önemli bir nedenidir. Neoliberalizmin bu yeni evresinde her alanda borçlanma ilişkisi ekonominin büyüdüğü ve geliştiği yanılsamasının temelini oluşturmuştur. Kamu borç stokundaki göreli azalma özel sektör ve hane halkı borçlanmasında aşırı artış pahasına gerçekleşmiştir. Dış borç yükünün kamu sektöründen özel sektöre devredilmesi, özel sektör borçlarında aşırı büyümeye ve firma bilançolarının döviz krizi karşısında fazlasıyla kırılgan riskli bir duruma gelmesine neden olmuştur. Şirketler kesiminde bilanço kırılganlıkları, sermaye çıkışlarına bağlı ani olumsuz şokların şirketleri zor duruma düşürmesine neden olmakta; bu kriz bankaları da zor duruma düşürmektedir. Satışları ve karlılıkları düşen şirketler bankalara olan yükümlülüklerini yerine getiremeyeceklerdir. Bütün olarak bakıldığında, bir ülkede bankacılık ya da şirketler kesiminin ya da her ikisinin birden bu durumda olması, hem reel hem de finansal sektör bilançolarında kırılganlıkların birikmesine neden olmaktadır.
Şekil 2:Türkiye ekonomisinde tasarruf-yatırım açığı (GSYH yüzdesi)
Kaynak: http://data.worldbank.org/indicator
Şekil 3: Uluslararası Yatırım Pozisyonu (Milyar Dolar)
Kaynak: TCMB verileri
Faiz Kur Çıkmazı
Sanayinin ithalat bağımlılığının artmasında, kaynak dağılımının inşaat ve hizmetler gibi ticarete konu olmayan sektörler lehine yeniden dağılmasında izlenen kur politikası önemli bir yere sahip olagelmiştir. Büyüme için dış sermaye girişine ihtiyaç duyan Türkiye ekonomisi, dış finansman açığını giderecek bu sermaye girişini kolaylaştırdığı için düşük kur politikasını -parasal kriz yılları hariç tutulursa- hiç terk etmeden uyguladı. Düşük kur/yüksek faiz kurgusu ile sermaye girişini korumaya çabaladı. Bazı yıllarda cari açığın üstünde gerçekleşen sermaye girişleri, kuru aşağı doğru itmiş; ayrıca Merkez Bankası izlediği politikalarla döviz kurunu belli bir bant içinde tutmaya çalışmıştır. Ülkeye gelen portföy yatırımları öncelikle döviz birikimi sağlamaktadır. Döviz birikiminin ortaya çıkardığı ithalata ve para arzındaki artışa bağlı olarak, tüketim ve yatırım harcamaları artmakta ve ulusal tasarruflar azalmaktadır. Gelen sermaye akım hızının yavaşlaması veya durması, -kadim dış ticaret açığı veri iken- ülkeyi yüksek cari açık ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle iktisat siyasasının izlenmesinde politika tercihleri, kur ya da faiz istikrarı arsında kısıtlanmaktadır.
Son üç aylık dönemde yaşanan faiz tartışmaları ekonominin yapısal özelliklerini dikkate alarak değerlendirilmelidir. “Faizi indir” baskısının temel motivasyonu, seçim öncesinde büyümenin dinamik gücü olan inşaat sektörünü yeniden hareketlendirerek yapay bir büyüme havası yaratmaktır. Konut sektörü 135 diğer üretim sektörüyle ilişkilidir. Dolayısıyla konut üretimindeki düşüş ekonominin krize girmesine neden olabilecektir. Bu nedenle, faiz tartışmalarının arka planında yaklaşan seçimlerde AKP için yeniden hükümet olma olasılığını artıracak yeterli bir ekonomik büyümenin sağlanması isteği olduğu açıktır.
Faizlerin düşürülmesinin harcamaları arttırarak ekonomiyi büyütme çabası, döviz kurundaki yükselmenin dış finansman ve imalat sanayii ithalat bağımlılığı yüksek olan Türkiye ekonomisi için daraltıcı etki yapacağını gözden uzak tutmaktadır. Türkiye ekonomisi için son üç yıllık dönemde yaşanan kur dalgalanmaları ile çeyrek bazda iktisadi büyüme hızları “Tablo 1”de yer almaktadır. Tablodaki veriler değerlendirildiğinde yakın dönemde kur dalgalanmasını izleyen altı aylık dönem sonrasında ekonomik yavaşlama olduğu gözlemlenmektedir. 2011 Temmuz-Ekim arasındaki kur dalgalanması sonucu 2012’de ekonomik büyüme, özellikle 3. çeyrekten sonra %2’nin altına düşmüş; yıllık bazda ise %2.2 olarak gerçekleşmiştir. Sonrasında 2012’de görece istikrarlı kur seyri ile 2013 büyüme ortalaması 4. çeyrekte ortalama %4,2 olmuştur. 2013 Temmuz-Ocak arasındaki kur dalgalanmasında da, 2014’ün 2. çeyreğinden itibaren ekonomik büyüme hızını azaltmış ve büyüme yıllık bazda %2.9 olarak gerçekleşmiştir. 2015 Ocak-Mart kur dalgalanması, ekonomi üzerinde ilk çeyrekten itibaren daraltıcı bir etki yapacaktır. Döviz kurundaki artış geçiş etkisiyle ithal girdi ve enerji maliyetlerini yükselterek enflasyon üzerinde de yukarıya doğru bir baskı oluşturacak gibi görünmektedir. Türkiye, seçimlerle ilgili belirsizlikler ve jeopolitik gerilimlerin etkisi ile düşük büyüme ve durgunluk patikasına girmiş durumdadır.
Tablo 1: Döviz kuru dalgalanmalarının büyüme üzerindeki etkisi
İktisadi Büyüme(Üçer Aylık Dönemler %) | |||||
2012 Q1 | 2012 Q2 | 2012 Q3 | 2012 Q4 | 2012 | |
2011 Temmuz-Ekim arasındaki kur dalgalanması(01.07.2011 1TL=1,6172$ -01.11.2011 1TL=1,7972$) | 2,5 | 3,1 | 1,7 | 1,3 | 2,2 |
2013 Q1 | 2013 Q2 | 2013 Q3 | 2013 Q4 | 2013 | |
2012’de görece istikrarlı kur seyri(01.01.2012 1TL=1,8935 -31.12.2012 1TL=1,7862$) | 3,1 | 4,7 | 4,3 | 4,6 | 4,2 |
2014 Q1 | 2014 Q2 | 2014 Q3 | 2014 Q4 | 2014 | |
2013 Temmuz-Ocak arasındaki kur dalgalanması(01.07.2012 1TL=1,9230$ -31.01.2014 1TL=2,2940$) | 4,9 | 2,3 | 1,9 | 2,6 | 2,9 |
2015 Q1 | 2015 Q2 | 2015 Q3 | 2015 Q4 | 2015 | |
2015 Ocak-Mart arasındaki kur dalgalanması(01.01.2015 1TL=2,3387$ -15.03.2011 1TL=2,62$) | 2’nin altı* |
Kaynak: TÜİK ve TCMB verileri *Beklenti
Türkiye ekonomisinde faiz ve kur ikilemi, cari açık sorunu altında büyüme ve enflasyon arasındaki politika tercihlerini kısıtlayarak ekonomik gelişmenin önündeki en önemli engel olarak ortaya çıkmaktadır. Bu faiz kur çıkmazından kurtulmanın tek yolu yeniden üretken bir ekonomi yaratmaktan geçecektir. Bunun için; kalkınma önceliklerinin belirlenmesi, finansal kazançların vergilendirilmesi, kayıt dışı ekonomi ile mücadele edilmesi, teknolojik gelişmeye ve araştırmaya öncelik tanınması, üniversitelerin özerk ve demokratik bir hale getirilmesi son derece önemlidir. Bu bağlamda ekonominin basit nicel değişkenler üzerinden değerlendirildiği bir zihniyetten ekonomik ve sosyal gelişmeyi dikkate alan ve kapsayıcılığı öne çıkaran bir zihniyete geçiş gereksinimi bulunmaktadır. Gelir dağılımında adaleti hedefleyen, kırsal kalkınmaya odaklanan, eğitimde ve sağlıkta piyasalaşmanın önüne geçen yeniden kalkınmacı bir ekonomi tasarımı Merkez Bankası’nın bağımsızlığı sorunundan, uluslararası sermayeye hoş gözükmeye yarayan politik istikrar söyleminden çok daha önemlidir.