Türkiye’nin kültür ve sanat merkezi İstanbul son yıllarda bir kültürel kuraklık mı yaşıyor? Son bir yıldır bu sorunun tereddütsüz yanıtı ‘evet’. Sebebi, İstanbullu sanatçıların bir yaratıcılık krizine girmiş olması filan değil. Özgürlüklerin kısıtlanması, baskının artması, savaş ve terörün yaydığı dehşetin sanat üretiminin izleyici ile buluşmasını engelleyecek seviyeye gelmesi. Bu nedenle 2010’larda “büyüyüp serpilmesine” sevindiğimiz kültür endüstrimiz, şimdilerde bir duraklamaya girmiş durumda.
İstanbul, Türkiye kültür endüstrisinin tamamını değil ama büyük bir bölümünü temsil ediyor. Kitap ve sinema gibi, Türkiye çapında ilgi gören alanlar var. Ama başta sanat, yani plastik sanatlar olmak üzere, müzik, tiyatro büyük oranda İstanbul’da üretiliyor ve dinlenip izleniyor.
Önce 2000’li yılların başına bir gidip hatırlayalım. Yeni binyıl başlarken Türkiye’de sanatın her dalında büyük bir hareketlilik yaşanıyordu. Sinemada yeni bir kuşak yönetmen bambaşka filmler çekerek kendi izleyicisini oluşturmuş; festivallere yeni bir heyecan gelmişti. Müzik dinleyicisinin sayısı artmış; festivaller yetmez olunca kentte yeni büyük konser alanları inşa edilmeye başlamıştı. İstanbul, dünya yıldızlarının yıl boyu uğradığı bir kente dönüşmek üzereydi. Basılan kitap sayısı sürekli artıyor, Cumhuriyet tarihinin roman yazma rekoru her yıl yeniden kırılıyordu. Edebiyatçılar, hiç olmadığı gibi zengin ve popüler birer yıldıza dönüşmüştü. Tiyatroda yeni bir damar kendini ortaya koymuş, bir çağdaş dansçı kuşağı kendini göstermiş, özeller ödeneklileri aşan bir yaratıcılık performansına erişmişti. Türkiyeli çağdaş sanatçılar dünyada ilgi çekiyor, sergi sergi geziyor, İstanbul Bienali dünyanın en çok merak edilen sanat etkinliklerinden birine dönüşüyor, sanat piyasası gencecik sanatçıların bekleme listeleriyle resim yaptığı bir ortama kavuşuyordu. Özel sanat müzeleri açılıyor; İstanbul Modern, Pera Müzesi ve Sakıp Sabancı’ya yenileri eklenmek üzere hazırlıklar sürüyordu…
Evet her şey neredeyse bu kadar pembeydi. Unutmayalım ki 2000’lerin ilk on yılında Türkiyeli sanatçılar ülkelerine, biri Nobel Edebiyat Ödülü olmak üzere, Berlin ve Cannes film festivallerinden ve dünyanın önemli çağdaş sanat kurumlarından büyük ödüllerle döndüler.
2010’da Avrupa Kültür Başkenti olmanın, İstanbul için altyapı eksiklerinin önemli ölçüde tamamlanacağı, sanat etkinliklerinin kentin en uzak köşelerine yayılacağı bir yıl olacağını düşünmüştük. Ama sanıyorum ki, bugünkü yoksunluğun ilk adımları da o zaman atılmaya başladı.
Nasıl ki 2010’lar, Türkiye siyasetinin Gezi Direnişi ile zirveye çıkan çatışma ve kamplaşma dönemi oldu, kültür ve sanat da bundan doğrudan etkilendi. Kendi sanatçılarını hasım belleyen bir anlayış; AKM, Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu, Şehir Tiyatrolar yönetmeliği, “bankamatik sanatçı” mevzuu gibi bahanelerle sanatçıları kışkırtıp sokağa döktü ve onları kendi tabanı nezdinde düşmanlaştırıp aradaki mesafeyi açtı. Sanatçılarla böylesi bir ‘çatışmalı’ ilişki biçimini seçen ve sürekli hale getiren siyasi iktidar, kendi siyasetini sürdürürken bir yandan da evrensel nitelikli her türlü sanatsal etkinliği güçleştirir hale geldi. 2010 yılında başlayan kırılmanın en güzel simgesinin AKM olduğunu söyleyebiliriz.
Yenilenip daha sağlam ve daha çağdaş bir biçimde hizmete girmesi için kapatılan AKM, ne yazık ki bir daha hiç açılmadı. Yerine benzer niteliklerde bir yapı konmadığı için İstanbul, tek opera salonunu kaybetmiş oldu. Pek çok topluluk, sırf uygun sahne olmadığı için İstanbul’a gelemedi, gelemiyor.
İşte İstanbul’un kültür hayatı böyle böyle seyrelirken, üstüne başta sözünü ettiğim ‘çatışma atmosferi de bindi ve bugünkü kıraç ortam kendini gösterdi. Bugün İstanbul’da festival, bienal, her türlü sergi, konser, gösterim düzenlemek imkansız değil tabii. Ama eskisi kadar kolay da değil. Yabancı sanatçılar gelmek ve işlerini yollamak istemiyor. Uluslararası çapta sanat eserleri, her zamankinden daha yüksek sigorta bedelleri nedeniyle getirilemez durumda. Zaten konserler, ya terör olayları ya katliam gibi iş kazaları ya da savaş ihtimalleri nedeniyle ha bire iptal ediliyor. Dinleyici kitlesi kalabalık ortamlardan kaçındığı için bilet satışları istenen seviyelere bir türlü gelemiyor. Sponsor bulmak, tüm bu olan biten ve markaların ekstra tedirginliği nedeniyle eskisinden daha da zor. İstanbul’un en popüler kültür sanat etkinliği olan Film Festivali geçen sene ‘sansür teşebbüsü’ ve ‘siyasi baskı’ nedeniyle yarışmalı bölümü iptal etmek zorunda kaldı. Bu yıl da salonlarını ancak doldurabildi. Oysa bu festivalde bilet kuyrukları neredeyse 30 yıldır bir kültür sanat klasiği gibiydi. Tiyatro destekleri siyasi kriterlere bağlanıp keyfi dağıtılmaya başladığı günden bu yana pek çok özel tiyatro perde açamaz hale geldi, kapandı.
Son bir kaç yıl içinde birbiri ardına kapılarını açan Ülker Sports Arena, Volkswagen Arena, Vodafone Arena, Zorlu PSM gibi devasa mekanların ekseriyetle ‘arena’ adını almalarının kültür endüstrisindeki gelişmelerden kaynaklanan bir sebebi vardı. ABD’de olduğu gibi hem spor hem müzik eğlence etkinliklerini ağırlamak üzere tasarlandıkları için ‘arena’ olarak adlandırıldılar. Festivalleri yaz kış tüm yıla yaymayı hayal eden İstanbul kültür endüstrisi, milyonlarca bilet satma hayalini şimdi bilinmez bir geleceğe ertelemek zorunda kaldı.
Fuarlar bile iptal ediliyor. Türkiye’ye yeni giren uluslararası sanat fuarı İstanbul Artinternational üç yıl sonra tökezledi ve bu yıl yapılamadı. Devasa müzik festivali Rock’n Coke galiba bir daha hiç yapılamayacak. Çeyrek asırlık Efes Pilsen Blues festivali, yeni alkollü içki kanunları yüzünden sona erdi; tıpkı Efes One Love gibi… Sanat piyasası da Lale Devri’ni sona erdirdi. O genç sanatçılar şimdi galerisiz kalmış vaziyette. Resim satmayı bırakın, resim göstermek için ortak sergiler açıyorlar… SALT Beyoğlu gibi önemli bir kültür kurumu da tıpkı AKM gibi kapanmış ve belki de bir daha açılmayacak.
Evet biraz karamsar bir tablo bu. Ama ne yazık ki İstanbul kültür ve sanat dünyası için en son fotoğraf böyle. İstanbul, yüzlerce yıldır olduğu gibi, hala bir kültür ve sanat kenti. Bu özelliği tabii ki değişmeyecek. Tabii ki bu kentte yaşayan sanatçılar üretmeye devam edecek. Sanat kurumları ayakta kalmak için çabalamayı sürdürecek. Ve izleyici, izlemeyi, okumayı, dinlemeyi sürdürecek. Çünkü aslında hepimiz biliyoruz ki, şu günlerde kültür ve sanata her zamankinden daha çok ihtiyacımız var…
Cem ERCİYES
Gazeteci-Yazar
cerciyes@de.com.tr