2023 Cumhuriyet yılıydı. 100.yılını kutladık; biraz ‘tutuk’, ‘buruk’ ve ‘eksik gedik’ olsa da kutladık. ‘Burukluk’ kaybedilen seçimlerden, Türkiye’yi yirmi yıldan fazladır yöneten İslamcı-muhafazakar rejimin en az bir beş yıl daha iktidarda kalacağı gerçeğiyle yüz yüze kalmaktan kaynaklandı. ‘Tutukluk’, bu rejimin son on yılda iyice artırdığı baskıcı politikalar nedeniyle Cumhuriyet değerlerine sahip kurum ve kitlelerin bile bunu yüksek sesle dile getirmekten çekinmesiydi. ‘Eksik gedik’ti, çünkü Cumhuriyet’i gerçekten değerlendirebileceğimiz, anlamlandırabileceğimiz, eleştirip geliştirebileceğimiz düşünsel etkinliklerin de olduğu bir tartışma ortamı oluşamadı.
Cumhuriyet’i bir ‘devrim’ niteliğine büründüren en önemli özelliği, Türkiye toplumuna getirdiği çağdaşlaşma tutkusuydu. Halkın kendi kendini yönetmesi, monarşiye son verilmesi birçok tarihçiye göre Tanzimat’tan itibaren gelen batılılaşma ve modernleşme sürecinin bir siyasi sonucudur. Belki Osmanlı Meclis-i Mebusan’ına seçilenler dahil pek az Osmanlı vatandaşı bir gün padişahın gidebileceğini düşünüyordu. Ama biliyoruz ki Osmanlı aydınları arasında bu görüşe sahip olanlar vardı. Bunlardan biri de Mustafa Kemal’di. Cumhuriyet’i kuran en büyük iradenin sahibi Mustafa Kemal’in bu düşünceyi ne kadar erken dönemden itibaren benimsediğine dair farklı anlatılar vardır. Ali Fuat Cebesoy anılarında gençlik yıllarından itibaren Mustafa Kemal’in Cumhuriyet fikrine sahip olduğunu yazar. Samsun’a çıkan ekibin içinde yer alan Mazhar Müfit Kansu da 1919 yılında Mustafa Kemal’in “zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır” dediğini anlatır. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra barış görüşmelerinde İstanbul’daki Osmanlı hükümetinin de yer almak istemesi ve İtilaf Devletleri’nin bu ikili yapıyı Türklerin aleyhine kullanacağı görüşünün Meclis’te de dile getirilen bir ihtimal halini alması üzerine saltanatın kaldırılmasına giden sürecin hızlandığını biliyoruz. 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasından hemen sonra 4 Kasım günü İstanbul’da çıkan Ranin gazetesinde ünlü gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın) Ankara rejimini ‘cumhuriyet’ olarak niteliyor ve alkışlıyordu… Artık ortada bir sultan yoktu ve ülkeyi seçilmiş vekillerden oluşan Meclis yönetiyordu.. Tabii ne Cumhuriyet’i ilk selamlayan aydınlardan Hüseyin Cahit ne de onun ilanına önemli katkıda bulunan paşalar yeri geldiğinde yeni rejimi eleştirmekten, ona muhalefet etmekten geri duracaktı. 1923 seçimlerinde 2. Meclis’e giren 270 mebusun ikisi hariç tamamı Müdafaa-i Hukuk, sonraki adıyla Halk Fırkası mensubuydu. İşte Lozan’ı kabul eden de Cumhuriyet’i ilan eden de Hilafet’in kaldırılmasından, Medeni Kanun’un kabulüne kadar ‘Cumhuriyet Devrimi’nin pek çok önemli adımını atan da bu Meclis olacaktı.
Bugün hala ayakta kalmayı başaran, bu dergiyi okuyan bütün sosyal demokratların paylaştığı siyasi ilkelerin, bağlı olduğu Batılı yaşam tarzının temellerini atan Cumhuriyet’in getirdiği ‘devrim’ niteliğinde sosyal değişimler oldu. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924’te Hilafet’in kaldırılması ve tevhidi tedrisat kanunu, 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılması, şapka kanunun çıkması, takvim saat ve ölçülerin değişmesi, 1926’da mecellenin kaldırılıp medeni hukuğun ve ceza yasasının yürürlüğe girmesi, 1928’de alfabenin değişmesi, 1930’da kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması, 1932’de dil devriminin başlaması, 1933 üniversite reformu ve nihayet 1937’de laikliğin anayasaya girmesi… Bunlar bugünkü modern Türkiye toplumunun temel taşlarını döşeyen reformlardı. Ve Cumhuriyet’in temel niteliklerini de bunlar oluşturdu. ‘Halkın kendi kendini yönetmesi’ önemli bir adımdı. Osmanlı saltanatı yıkıldığında Türkiye’de yeni bir hanedan, monark, padişah aranmadı; en az yarım asırlık halk temsili ve meclis geleneği kolayca yerini Cumhuriyet’e bıraktı. Batılılaşma ve modernleşme arayışlarının ve hamlelerinin tarihi daha da eskiydi. 2. Mahmut’tan hatta 3. Selim’den itibaren böyle bir yönelimden söz edebiliyoruz. Fakat yüzlerce yıllık Batılılaşma hiçbir zaman Cumhuriyet’in ilk yirmi yılındaki kadar hızlı ve kararlı atılımlara dönüşmedi. Ve toplumu dönüştüremedi. Cumhuriyet bize eşitliği, adaleti, özgürlüğü getirdi. (Demokrasiye hala kavuşamadık ama bu da Cumhuriyet’in kurucularının değil onu bugünlere getiren bizlerin kabahati daha çok.) En önemlisi Cumhuriyet bize modern, çağdaş yaşam ve düşünme biçimlerini getirdi. 100. Yaşına ulaşmasından duyduğumuz mutluluğun, ona olan bağlılığımızın ve onu korumak istemememizin en temel sebebinin de bu olduğunu düşünüyorum. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’i bugün en çok bu ‘çağdaşlaşma’ atılımıyla tanımlayabiliriz. Onu benzerlerinden ayıran, bize özgü kılan temel özelliği budur. Yoksul bir doğu toplumunu Batılılaştırmış olması.
1923’te Türkiye’de yaklaşık 10 milyon kişi yaşıyordu; bugünkü İstanbul’un nüfusundan bile çok daha az… Ve bu insanların sadece yüzde onu okuma yazma biliyordu. Alfabe devrimi, okur yazarlık oranını yükseltti, ama öyle kolay olmayacaktı, okulların yaygınlaşması, eğitim seferberliğinin kök salması gerekiyordu bugünkü okur yazar oranına ulaşabilmemiz için. 1980’lerde hala Türkiye okuma-yazma kampanyaları düzenliyordu. Altan Öymen, 100. Yıl için kendisiyle yapılan röportajlarda sık buna işaret ediyor. 1940’larda bir çocukken, Bolu milletvekili olan babasıyla birlikte bu vilayete yaptığı seyahatleri hatırlıyor. O günlerde politikacılar kahvede ‘halkla buluşurken’ bir kenarda oturan küçük Altan’a yaşlı başlı adamların yaklaşıp ceplerinden çıkarttıkları bir mektubu uzatarak ‘Okusana ne yazıyor?’ diye sorduklarını anlatıyor. Üstelik bu sahnenin sık sık yaşanan, o dönem için sıradan bir an olduğunu da vurgulayarak… Bu nedenle eğitim Türkiye’nin başardığı en büyük atılımlardan biri. Bu sayede Türkiye’de bir nebze de olsa eşitlik, adalet ve liyakatten söz edebildik yakın zamana kadar. Unutmayalım ki Anadolu’nun ücra bir köyünden çıkıp profesör hatta cumhurbaşkanı olunması bu ülkede mümkündü ve hiç de şaşırtıcı değildi.
İkinci en önemli devrimin kadınların toplumsal hayata katılması olduğunu söyleyebiliriz. İslami kural ve geleneklerle hayatın gerisinde, evlerine kapanmış vaziyette yaşayan, önemli ailelerin çok iyi eğitim almış kızları istisna olmak üzere ne üretimde ne siyasette ne sanatta ne de gündelik hayatta varlık gösterebilen kadınlar Cumhuriyet sayesinde erkeklerle yan yana yürüme olanağı buldu. Bu toplumun yarısının hayata katıldığı, kadın kimliğinin, duyarlığının, yaratıcılığının Türkiye’nin hayatına hayat katma olanağı bulduğu çok önemli bir adımdı. Laikliği Anayasa’ya koymanın doğal bir sonucu olarak görmemek gerekir bunu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok önemli bir hızla gerçekleşmiş bir zihniyet devrimiydi yaşanan.
Tekkelerin kapatılmasından Latin alfabesinin kabulüne, kılık kıyafetin değişmesinden laikliğin kabulüne Cumhuriyet’i bizim Cumhuriyetimiz yapan devrimleri sevmeyen, onlara karşı çıkan pek çok insan var günümüz Türkiye’sinde. Üstelik bu karşıtların bir kısmı ne yazık ki uzun yıllardır iktidarın bir parçası. Türkiye’yi onlar yönetiyor. Hem de kendisine muhalefet eden hiç kimseye göz açtırmayan bir iktidar bu. Dolayısıyla, Cumhuriyet’in temel prensiplerine sahip çıkmak, onları vurgulamak, arkasında durmak, önemini anlatmak kendiliğinden tehlikeli bir muhalif söyleme dönüşüyor. Cumhuriyet’i simgeleyen, cumhuriyeti Cumhuriyet yapan ne varsa hepsine karşı bir iktidarla yönetiliyoruz. İşte bu nedenle 100. Yılında Cumhuriyet eksik gedik ve tutuk biçimde kutlandı. Ona sahip çıkabilecek büyük sermaye kuruluşları ancak Atatürk’ün kişiliğinde simgeleştirdikleri bir Cumhuriyet’i övebildiler. Yine Atatürk’ün kurduğu İş Bankası büyük bir konferans düzenledi. Ama buna benzer etkinlikler ne yazık ki pek az yapılabildi ve yaygınlık kazanabildi. Oysa 100. Yılında konuşmamız gereken ne çok şey vardı. Cumhuriyet’e giden yolda verilen savaşlar ve gösterilen kahramanlıkları da ilk siyasi kadroları ve onların cesaretini de bazı aydınların ve siyasetçilerin yanılgılarını ve ihanetlerini de tekrar tekrar konuşmalıydık. Cumhuriyet devrimlerini tek tek masaya yatırmalı, topluma kök salanları ya da tutunamayanları konuşmalı onları nasıl yaşatacağımızı, yeni devrimlerle Cumhuriyet ruhunu nasıl canlı tutacağımızı tartışmalıydık. Tartışmaya başlamışken Cumhuriyetimizi eleştirmekten de kaçınmamalıydık. Unutmayalım ki Cumhuriyet bir asgari mutabakattı. Bu mutabakatın dışladıkları ve onda aradığını bulamayanlar da çok oldu. Azınlıklar, Kürtler, Aleviler, Türkiye’nin işçi ve emekçi kesimleri, bilim insanları ve hatta belki yeterince özgürlük ve teşvik edici ortam olmadığından yakınacak müteşebbisleri… Herkesin söz alacağı, herkes adına söz alınabilecek zengin bir tartışma ortamı Türkiye’yle ikinci yüzyılında daha zengin bir düşünce iklimi ve onun vereceği güçle daha enerjik bir toplumsal atmosfer sahibi olma imkanı verebilirdi. Bu enerjinin gerçekten katılımcı ve geleceğe dönük demokratik bir anayasa çalışmasına da kaynaklık edebileceğini söymeden edemeyeceğim. Şimdiki gibi baskıcı ortamın fırsatçı anayasa arayışlarından çok daha anlamlı, gerçek ve toplumsal coşkuya kaynak olabilecek bir anayasa yapma sürecinin bir fırsat olduğunu ve 100. Yılımızda bu fırsatı da kaçırdığımızı ne yazık ki not etmek durumundayız. Biz şimdi elimizdeki mevcutları koruma derdindeyiz, devrimleri, çağdaşlaşmayı, modern yaşam tarzını, demokrasiden ve muhalefetten geriye ne kaldıysa onları korumaya gayret ediyoruz.
Sosyal Demokrat Dergi’nin son sayısı için yazdığım bu yazının da tıpkı Cumhuriyet’in ilk yüz yılı gibi bir dönemin kapanıp yenisinin başlangıcına denk düşmesi tesadüf değil. Tam da işte bir üst paragrafta sözünü ettiğim koruyucu mücadelenin önemli araçlarından biri, sivil toplum ve onun düşünsel zenginliği. SODEV de politik sivil toplum kuruluşlarının en önemlilerinden biri. SODEV’in yayını olan Sosyal Demokrat dergi, çeyrek asırdır o kırmızı kapağının arkasında kalıcılaştırdığı bu düşünsel zenginliği şimdi dijital ortamda daha da büyütüp yaygınlaştırmak üzere yeni bir yola çıkıyor. Tam da çağdaşlaşma ruhuna uygun önemli bir atılım bu. Umuyorum sosyal demokrat dünyamızda da hak ettiği ilgiyi görecek. Sanıyorum Cumhuriyet’in 100. yılında kurumsal anlamda fırsat bulamadığımız tartışma ve Cumhuriyet’i zenginleştirip geliştirme imkanını tam da burada bulacağız.