image-19

Cem ERCİYES – Cumhuriyeti Cumhuriyet Yapan Devrimler

class=
Cem ERCİYES
Yayıncı
cerciyes@de.com.tr

2023 Cumhuriyet yılıydı. 100.yı­lını kutladık; biraz ‘tutuk’, ‘buruk’ ve ‘eksik gedik’ olsa da kutladık. ‘Burukluk’ kaybedilen seçimler­den, Türkiye’yi yirmi yıldan fazla­dır yöneten İslamcı-muhafazakar rejimin en az bir beş yıl daha ik­tidarda kalacağı gerçeğiyle yüz yüze kalmaktan kaynaklandı. ‘Tutukluk’, bu rejimin son on yılda iyice artırdığı baskıcı politikalar nedeniyle Cumhuriyet değerleri­ne sahip kurum ve kitlelerin bile bunu yüksek sesle dile getirmek­ten çekinmesiydi. ‘Eksik gedik’ti, çünkü Cumhuriyet’i gerçekten değerlendirebileceğimiz, anlam­landırabileceğimiz, eleştirip geliş­tirebileceğimiz düşünsel etkinlik­lerin de olduğu bir tartışma ortamı oluşamadı.

Cumhuriyet’i bir ‘devrim’ niteliğine büründüren en önemli özelliği, Türkiye toplumuna getirdiği çağ­daşlaşma tutkusuydu. Halkın ken­di kendini yönetmesi, monarşiye son verilmesi birçok tarihçiye göre Tanzimat’tan itibaren gelen batılılaşma ve modernleşme sü­recinin bir siyasi sonucudur. Belki Osmanlı Meclis-i Mebusan’ına seçilenler dahil pek az Osmanlı vatandaşı bir gün padişahın gi­debileceğini düşünüyordu. Ama biliyoruz ki Osmanlı aydınları a­rasında bu görüşe sahip olanlar vardı. Bunlardan biri de Mustafa Kemal’di. Cumhuriyet’i kuran en büyük iradenin sahibi Mustafa Kemal’in bu düşünceyi ne kadar erken dönemden itibaren benim­sediğine dair farklı anlatılar vardır. Ali Fuat Cebesoy anılarında genç­lik yıllarından itibaren Mustafa Kemal’in Cumhuriyet fikrine sahip olduğunu yazar. Samsun’a çıkan e­kibin içinde yer alan Mazhar Müfit Kansu da 1919 yılında Mustafa Kemal’in “zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır” dediği­ni anlatır. Kurtuluş Savaşı’nın ka­zanılmasından sonra barış görüş­melerinde İstanbul’daki Osmanlı hükümetinin de yer almak iste­mesi ve İtilaf Devletleri’nin bu ikili yapıyı Türklerin aleyhine kullana­cağı görüşünün Meclis’te de dile getirilen bir ihtimal halini alması üzerine saltanatın kaldırılmasına giden sürecin hızlandığını biliyo­ruz. 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasından hemen sonra 4 Kasım günü İstanbul’da çıkan Ranin gazetesinde ünlü gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın) Ankara re­jimini ‘cumhuriyet’ olarak niteliyor ve alkışlıyordu… Artık ortada bir sultan yoktu ve ülkeyi seçilmiş vekillerden oluşan Meclis yöne­tiyordu.. Tabii ne Cumhuriyet’i ilk selamlayan aydınlardan Hüseyin Cahit ne de onun ilanına önemli katkıda bulunan paşalar yeri gel­diğinde yeni rejimi eleştirmekten, ona muhalefet etmekten geri duracaktı. 1923 seçimlerinde 2. Meclis’e giren 270 mebusun ikisi hariç tamamı Müdafaa-i Hukuk, sonraki adıyla Halk Fırkası men­subuydu. İşte Lozan’ı kabul e­den de Cumhuriyet’i ilan eden de Hilafet’in kaldırılmasından, Medeni Kanun’un kabulüne kadar ‘Cumhuriyet Devrimi’nin pek çok önemli adımını atan da bu Meclis olacaktı.

Bugün hala ayakta kalmayı ba­şaran, bu dergiyi okuyan bütün sosyal demokratların paylaştığı siyasi ilkelerin, bağlı olduğu Batılı yaşam tarzının temellerini atan Cumhuriyet’in getirdiği ‘devrim’ niteliğinde sosyal değişimler ol­du. Cumhuriyet’in ilanından son­ra 1924’te Hilafet’in kaldırılması ve tevhidi tedrisat kanunu, 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapa­tılması, şapka kanunun çıkması, takvim saat ve ölçülerin değişme­si, 1926’da mecellenin kaldırılıp medeni hukuğun ve ceza yasa­sının yürürlüğe girmesi, 1928’de alfabenin değişmesi, 1930’da ka­dınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması, 1932’de dil devriminin başlaması, 1933 üniversite refor­mu ve nihayet 1937’de laikliğin anayasaya girmesi… Bunlar bu­günkü modern Türkiye toplumu­nun temel taşlarını döşeyen re­formlardı. Ve Cumhuriyet’in temel niteliklerini de bunlar oluşturdu. ‘Halkın kendi kendini yönetmesi’ önemli bir adımdı. Osmanlı salta­natı yıkıldığında Türkiye’de yeni bir hanedan, monark, padişah aranmadı; en az yarım asırlık halk temsili ve meclis geleneği kolay­ca yerini Cumhuriyet’e bıraktı. Batılılaşma ve modernleşme ara­yışlarının ve hamlelerinin tarihi daha da eskiydi. 2. Mahmut’tan hatta 3. Selim’den itibaren böyle bir yönelimden söz edebiliyoruz. Fakat yüzlerce yıllık Batılılaşma hiçbir zaman Cumhuriyet’in ilk yirmi yılındaki kadar hızlı ve kararlı atılımlara dönüşmedi. Ve toplumu dönüştüremedi. Cumhuriyet bize eşitliği, adaleti, özgürlüğü getirdi. (Demokrasiye hala kavuşamadık ama bu da Cumhuriyet’in kuru­cularının değil onu bugünlere getiren bizlerin kabahati daha çok.) En önemlisi Cumhuriyet bize modern, çağdaş yaşam ve düşün­me biçimlerini getirdi. 100. Yaşına ulaşmasından duyduğumuz mut­luluğun, ona olan bağlılığımızın ve onu korumak istemememizin en temel sebebinin de bu olduğunu düşünüyorum. Atatürk’ün kurdu­ğu Cumhuriyet’i bugün en çok bu ‘çağdaşlaşma’ atılımıyla tanımlaya­biliriz. Onu benzerlerinden ayıran, bize özgü kılan temel özelliği bu­dur. Yoksul bir doğu toplumunu Batılılaştırmış olması.

1923’te Türkiye’de yaklaşık 10 milyon kişi yaşıyordu; bugünkü İstanbul’un nüfusundan bile çok daha az… Ve bu insanların sadece yüzde onu okuma yazma biliyor­du. Alfabe devrimi, okur yazarlık oranını yükseltti, ama öyle kolay olmayacaktı, okulların yaygınlaş­ması, eğitim seferberliğinin kök salması gerekiyordu bugünkü o­kur yazar oranına ulaşabilmemiz için. 1980’lerde hala Türkiye oku­ma-yazma kampanyaları düzenli­yordu. Altan Öymen, 100. Yıl için kendisiyle yapılan röportajlarda sık buna işaret ediyor. 1940’lar­da bir çocukken, Bolu milletvekili olan babasıyla birlikte bu vilayete yaptığı seyahatleri hatırlıyor. O günlerde politikacılar kahvede ‘halkla buluşurken’ bir kenarda oturan küçük Altan’a yaşlı başlı adamların yaklaşıp ceplerinden çıkarttıkları bir mektubu uzata­rak ‘Okusana ne yazıyor?’ diye sorduklarını anlatıyor. Üstelik bu sahnenin sık sık yaşanan, o dö­nem için sıradan bir an olduğunu da vurgulayarak… Bu nedenle eğitim Türkiye’nin başardığı en büyük atılımlardan biri. Bu sayede Türkiye’de bir nebze de olsa eşitlik, adalet ve liyakatten söz edebildik yakın zamana kadar. Unutmayalım ki Anadolu’nun ücra bir köyünden çıkıp profesör hatta cumhurbaşka­nı olunması bu ülkede mümkündü ve hiç de şaşırtıcı değildi.

class=

İkinci en önemli devrimin kadınla­rın toplumsal hayata katılması ol­duğunu söyleyebiliriz. İslami kural ve geleneklerle hayatın gerisinde, evlerine kapanmış vaziyette yaşa­yan, önemli ailelerin çok iyi eğitim almış kızları istisna olmak üzere ne üretimde ne siyasette ne sanat­ta ne de gündelik hayatta varlık gösterebilen kadınlar Cumhuriyet sayesinde erkeklerle yan yana yürüme olanağı buldu. Bu top­lumun yarısının hayata katıldığı, kadın kimliğinin, duyarlığının, yaratıcılığının Türkiye’nin hayatı­na hayat katma olanağı bulduğu çok önemli bir adımdı. Laikliği Anayasa’ya koymanın doğal bir sonucu olarak görmemek gerekir bunu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok önemli bir hızla gerçekleşmiş bir zihniyet devrimiydi yaşanan.

Tekkelerin kapatılmasından Latin alfabesinin kabulüne, kılık kı­yafetin değişmesinden laikliğin kabulüne Cumhuriyet’i bizim Cumhuriyetimiz yapan dev­rimleri sevmeyen, onlara karşı çıkan pek çok insan var günümüz Türkiye’sinde. Üstelik bu karşıtların bir kısmı ne yazık ki uzun yıllardır iktidarın bir parçası. Türkiye’yi onlar yönetiyor. Hem de kendisi­ne muhalefet eden hiç kimseye göz açtırmayan bir iktidar bu. Dolayısıyla, Cumhuriyet’in temel prensiplerine sahip çıkmak, onları vurgulamak, arkasında durmak, önemini anlatmak kendiliğinden tehlikeli bir muhalif söyleme dö­nüşüyor. Cumhuriyet’i simgeleyen, cumhuriyeti Cumhuriyet yapan ne varsa hepsine karşı bir iktidarla yönetiliyoruz. İşte bu nedenle 100. Yılında Cumhuriyet eksik gedik ve tutuk biçimde kutlandı. Ona sahip çıkabilecek büyük sermaye kuru­luşları ancak Atatürk’ün kişiliğinde simgeleştirdikleri bir Cumhuriyet’i övebildiler. Yine Atatürk’ün kurdu­ğu İş Bankası büyük bir konferans düzenledi. Ama buna benzer et­kinlikler ne yazık ki pek az yapıla­bildi ve yaygınlık kazanabildi. Oysa 100. Yılında konuşmamız gereken ne çok şey vardı. Cumhuriyet’e gi­den yolda verilen savaşlar ve gös­terilen kahramanlıkları da ilk siyasi kadroları ve onların cesaretini de bazı aydınların ve siyasetçilerin ya­nılgılarını ve ihanetlerini de tekrar tekrar konuşmalıydık. Cumhuriyet devrimlerini tek tek masaya ya­tırmalı, topluma kök salanları ya da tutunamayanları konuşmalı onları nasıl yaşatacağımızı, yeni devrimlerle Cumhuriyet ruhunu nasıl canlı tutacağımızı tartışma­lıydık. Tartışmaya başlamışken Cumhuriyetimizi eleştirmekten de kaçınmamalıydık. Unutmayalım ki Cumhuriyet bir asgari mutaba­kattı. Bu mutabakatın dışladıkları ve onda aradığını bulamayanlar da çok oldu. Azınlıklar, Kürtler, Aleviler, Türkiye’nin işçi ve emekçi kesimleri, bilim insanları ve hatta belki yeterince özgürlük ve teşvik edici ortam olmadığından yakı­nacak müteşebbisleri… Herkesin söz alacağı, herkes adına söz alınabilecek zengin bir tartışma ortamı Türkiye’yle ikinci yüzyılında daha zengin bir düşünce iklimi ve onun vereceği güçle daha enerjik bir toplumsal atmosfer sahibi ol­ma imkanı verebilirdi. Bu enerjinin gerçekten katılımcı ve geleceğe dönük demokratik bir anayasa çalışmasına da kaynaklık edebile­ceğini söymeden edemeyeceğim. Şimdiki gibi baskıcı ortamın fır­satçı anayasa arayışlarından çok daha anlamlı, gerçek ve toplumsal coşkuya kaynak olabilecek bir a­nayasa yapma sürecinin bir fırsat olduğunu ve 100. Yılımızda bu fırsatı da kaçırdığımızı ne yazık ki not etmek durumundayız. Biz şim­di elimizdeki mevcutları koruma derdindeyiz, devrimleri, çağdaş­laşmayı, modern yaşam tarzını, demokrasiden ve muhalefetten geriye ne kaldıysa onları koruma­ya gayret ediyoruz.

Sosyal Demokrat Dergi’nin son sayısı için yazdığım bu yazının da tıpkı Cumhuriyet’in ilk yüz yılı gi­bi bir dönemin kapanıp yenisinin başlangıcına denk düşmesi tesa­düf değil. Tam da işte bir üst pa­ragrafta sözünü ettiğim koruyucu mücadelenin önemli araçlarından biri, sivil toplum ve onun düşünsel zenginliği. SODEV de politik sivil toplum kuruluşlarının en önemli­lerinden biri. SODEV’in yayını olan Sosyal Demokrat dergi, çeyrek asırdır o kırmızı kapağının arkasın­da kalıcılaştırdığı bu düşünsel zen­ginliği şimdi dijital ortamda daha da büyütüp yaygınlaştırmak üzere yeni bir yola çıkıyor. Tam da çağ­daşlaşma ruhuna uygun önemli bir atılım bu. Umuyorum sosyal demokrat dünyamızda da hak ettiği ilgiyi görecek. Sanıyorum Cumhuriyet’in 100. yılında kurum­sal anlamda fırsat bulamadığımız tartışma ve Cumhuriyet’i zengin­leştirip geliştirme imkanını tam da burada bulacağız.